Otomotiv işçileri anlatıyor: Artık hayal

Ekonominin en çok tartışılan alt başlıklarından birisi de taşıt pahalılığı. Araba sahibi olmak ülkenin emekçilerine uzun bir süre için hayal gibi görünüyor. Peki arabaları üretenler ne durumda?

Haber Merkezi

Çip krizi, tedarik zinciri, üretim kapasitesi, yeni teknolojik yatırımlar derken katlanan araç fiyatları ile pandemi döneminden en çok etkilenen sektörlerden biri otomotiv. Konunun pek çok boyuttan ele alınması bir ihtiyaç. Biz de meseleye işçilerin cephesinden yaklaşmak için Bursa’da üç farklı fabrikadan otomotiv işçileri ile görüştük.

Sohbetimize otomotiv üretimindeki artış ve son haftalarda şiddetlenen geçim sıkıntısı ve reel ücret kayıplarıyla başladık. Matay’da çalışan İlker 38 yaşında. Şu an üretimde büyük bir artış olmadığını söyleyen İlker, üretimin rölantide seyrettiğini ve patronların bu durumu metal grup toplu sözleşmesinde bir koz olarak kullanmaya çalıştığını söylüyor.

Bosch’ta çalışan 33 yaşındaki Mehmet de şu an otomotiv sektörünün çok durgun olduğunu ve bir sürdürülebilirlik bulunmadığını vurguluyor. Bunu fırsat bilen patronların toplu sözleşme üstü işçi kıyımına devam ettiğini ve hem gelen zamlar hem de fabrikadaki istikrarsızlık ve işçi çıkışlarının işçi psikolojisini gerçekten derinden etkilediğini söyleyen Mehmet şöyle devam ediyor sözlerine: “Alım gücü çok fazla düştü, herkes farkında. Fiyat değişkenliğinden dolayı fırından ekmek alırken, marketten alışveriş yaparken sürekli fiyat sorar hale geldim. Doğalgaz ve elektrik zamları bu kış ayında zaten belimizi büküyor. Bunun yanında bir de adaletsiz vergi dilimi de işçiyi hepten perişan ediyor. Gerçi asgari ücretin bile vergi dilimine girmesiyle övünen bir yönetimden de daha ne belenebilir ki!”

'Patronlar Titanik'te, biz filikadayız'

Laf geçim sıkıntısına gelince en çok duyulan masallardan biri de “aynı gemideyiz” yalanı. Sözlerine rantçılarla, patronlarla aynı gemide olmadıklarını söyleyerek başlayan 42 yaşındaki SCM işçisi Ulaş, MÜSİAD, TÜSİAD, TOBB, ASKON gibi patron örgütlerinin kur-faiz gelişmelerinden şikâyetçi gibi görünse de bu dönemin temel kazananı olduğunu hatırlatıyor ve “Siz söyleyin, bunlarla aynı gemide olmamız mümkün mü?” diye soruyor.

Mehmet de işçi ve emekliler dışında herkesin Titanik’te olduğunu, işçi ve emeklinin ise filikada azgın dalgalara karşı sürekli kürek çekip gerilemekte olduğunu söylüyor ve ekliyor: “O yüzden gemide ve kayıkta olanlar zaten belli. Patronların dolarları var, dövizi var. Şu artan döviz kuru karşısında hiçbirinin parasının Türk Lirası hesabında olmadığı belli. Artık bu ülkede dövizi olan üretim yapmadan para kazanır hale geldi. O yüzden sanayicilerde sadece bir belirsizlik vardır ama zarar eden sanayici bence yoktur.”

Artan kur ve maliyetlerin patronları yıpratmadığını söyleyen İlker, patronların milyon dolarları olduğunu söylüyor ve kârdan zarar etmeyi bile kabul etmediklerini, bunu yerine işçi çıkarmayı tercih ettiklerini aktarıyor.

Pandeminin kaybedeni işçiler

Sözlerine pandeminin etkileriyle devam eden İlker, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Kısa Çalışma Ödeneği bizim zararımıza. Birincisi sigorta günümüz ödenmedi. İkincisi, alacağımız işsizlik maaşına da etki ediyor. Şimdi ben işten çıkarılsam alacağım işsizlik parası aylık 2.500-3.000 olacaktı ama KÇÖ aldığım için şimdi işten atılsam en fazla 1.800 falan alabilirim. İşsizlik fonumuzdan yemiş olduk. Burada hem devlet zarar etti hem bizim işsizlik fonu araya gitti. Patronlara yedireceklerine işçi alsın bu paraları.”

Şu an evde koronavirüs geçiren biri olarak hiçbir şekilde devletten maddi destek alamadığın söyleyen Mehmet, yaşadığı sorunları şöyle özetliyor: “14 gündür raporluyum. Bunun 3 gününü devlet baba kesecek bana 11 günlük para yatıracak ve raporlu olduğum günlerde de sigorta ödemesi yok. Yani senin anlayacağın, adaletsizlik diz boyu. Her şeyin parayla olduğu bir ülkede adalet satın almak sence kaç paraya mâl olur? Hoş bizim gibi alt kesim karnını doyuramazken adalet satın alacak parayı nerden bulsun? Yine adalet her zamanki gibi devletin parası olana tanıdığı bir ayrıcalık.”

Ulaş da pandemi başladıktan sonra çalışma hayatının çok düzensizleştiğini ve pek çok işçisi geçinebilmek için ikinci hatta üçüncü ek işlerde çalışmaya mecbur kaldığını söylüyor ve alım gücü, iş gücü, pazarlık gücü gibi kavramların artık birbirine girdiğini ve ortada ciddi bir sistem sorunu bulunduğunu vurguluyor.

'Ürettiğimiz arabayı alamıyoruz'

Artan araba fiyatlarına değinen Mehmet, “Ülkedeki tavuğun kıçından çıkan yumurta bile dolara endeksliyken, 200 gram ekmek 2,50 lira olmuşken araba almanın işçiler için bir hayale dönüştüğünü” vurguluyor ve ekliyor: “Şu anda zaten sıfır araç yok. Bir de almaya kalksan gelecek kur farkı ile kaça mal olur Allah bilir. Şunu da belirtmek isterim, 2003-2004 yıllarında Bosch’tan emekli olan bir işçi aldığı kıdem tazminatı ile bir daire ve araba alabiliyorken, bugün emekli olan 25 yıllık bir çalışan değil daire, sıfır araba bile alamıyor. İşte işçinin emekçinin getirilmiş olduğu son durum bu.”

Türkiye’nin arabaların evden daha pahalı olduğu ülkeler arasına doğru ilerlediğini söyleyen Ulaş, orta seviye bir aracın fiyatının bile 400 bin TL civarına çıkması nedeniyle artan üretimin içeriyi değil dışarıyı hedeflediğini düşündüğünü ekliyor.

Sohbete burada dahil olan ve işi gereği sık sık Renault fabrikasına girdiğini söyleyen depo işçisi Tuğrul, şu an yapılan otomotiv üretiminin daha çok dış pazarı hedeflediğini söylüyor: “Renault’da park halindeki araçların hepsinde bir yabancı isim yazdığını gördüm. Üretimi bitmiş binlerce arabanın üzerinde neden isim yazıyor ki diye merak ettim. Akşam internetten firma ismini girince bir baktım, uluslararası çok büyük bir araç filosu şirketi çıktı karşıma. Üretim sürüyor ama hedefleri iç pazar değil.”