'Muharip' Sovyet yazarı İlya Ehrenburg 130 yaşında

Yüzden fazla basılı eseri bulunan İlya Ehrenburg, şiirleri ve romanları yanı sıra anıları, gazete makaleleri ve sayısı bini geçen ünlü mektuplarıyla da çok verimli bir yazardır.

Levent Özübek

“Sözcükler” silahıyla katıldığı savaşta zafere ulaşmış, büyük zaferde pay sahibi olmuş “muharip yazar” İlya Ehrenburg dünyaya geleli bugün yüz otuz yıl oluyor. 26 Ocak doğum günüdür. Yazar on dokuzuncu yüzyılda dünyaya gelmiş olsa da kendisi, (Nâzım Hikmet'in de öyle olmakla öğündüğü gibi,*)  tam bir yirminci yüzyıl insanıydı ve yaşamı boyunca o çalkantılı yüzyılın en belirleyici coğrafyalarında bulunmuş, en atılımlı safhalarından geçmiş, o süreğenlikte keskin zekasıyla, büyük yeteneğiyle, derin kültürüyle edebiyatın tüm türlerinde eserler vermiş, bu eserleriyle o tarih sahnelerine bizzat yön verenler arasına girebilmiştir.

Yirminci yüzyıl şimdi “geçen yüzyıl” ve o dönem yaratılanlar “geçen yüzyılın eserleri” olarak atfedilmeye ayrılmış olsalar da Ehrenburg'un arkasında bıraktığı eserler mirası -elbette başka önemli eserlerle birlikte- bu yüzyıla, geçen yüzyılın olaylarının anlaşılmasında önemli bir anahtar işleviyle aktarılmış, artık tarihçilerin de çalışma alanına girmiştir. Bunlardan daha çok sonuçlar ve dersler çıkarılmasına amadedir. Diğer yandan, günümüz okuyucusunun yazında kurguya ilgisinin azalmış fakat belgelere, anılara, tarihi önemi olan mektuplara, makalelere yöneliminin artmış olduğunu söylemek yanlış olmaz. Dünyamızın içinde bulunduğu hızlı değişim süreci de bu olguya denk düşer. Demek ki, geçmişi anlayabilmede sadece tarihi metinlere değil, Ehrenburg gibi yazarların geçmiş olaylara ışık tutan eserlerine de başvurmak gerekmektedir.

Yüzden fazla basılı eseri bulunan İlya Ehrenburg, şiirleri ve romanları yanı sıra anıları, gazete makaleleri ve sayısı bini geçen ünlü mektuplarıyla da çok verimli bir yazardır. Edebi eserlerinin yanına gazetecilik, değişik ülkelerde ve zamanlarda yaptığı savaş muhabirliği, çevirmenlik, gezginlik gibi uğraşılarından çıkardığı eserler de katıldığında, tam bir tarih tanıklığı ortaya çıkar.

Bunlardan biri, günümüze kadar tüm dünyada en çok okunan ve bir numaralı eseri olduğu söylenen Ludi, Godı, Jizn(İnsanlar, Yıllar, Hayatlar) adlı kitabıdır. Kitap, Ehrenburg'un memoirism tarzında yazmış olduğu belgesel bölümlerden oluşmaktadır. Toplam yedi seriden oluşan bu geniş eserin bölümleri, yirminci yüzyılın en önemli olaylarının, Rusya'nın ve batı dünyasının önde gelen siyasi ve kültürel şahsiyetlerinin portresini vermektedir okuyucuya. Ehrenburg, Avrupa'daki ve Rusya'daki devrimci hareketler, öncesiyle ve sonrasıyla Birinci Dünya Savaşı, Ekim devrimi, Rusya'daki ve İspanya'daki iç savaşlar, Paris'in düşüşü, İkinci Dünya Savaşı ve Büyük Anavatan Savaşı gibi, yüzyılın kronolojisini belirleyen büyük olayların içinde bulunduğu dönemlerde, bu dönemler söz konusu olduğunda akla hemen gelecek olan Lenin, Troçki, Buharin, De Gaulle, Churchill, Stalin Kurşçev, Nehru, Mareşal Jukov gibi en önemli şahsiyetlerle tanışma ve onlarla yakın ilişkiler kurma fırsatı bulmuştu. Onların yanı sıra edebiyat ve sanat dünyasından tanıdığı Picasso, Diego Rivera, Matisse, Mark Chagall, Modigliani, Apollinaire, Hemingway, James Joyce, Neruda, Malraux gibi büyük isimler anılarının konusunu oluşturmaktadır. Ki, bu isimler aracılığıyla Ehrenburg, önceleri Rusya ve daha sonra Sovyetler Birliği ile batının kültür dünyası arasında bir köprü, bir etkileşim aracı ve bunların birbirlerini tanıma elçisi olmuştur.

İlya Ehrenburg'un, kendisine “muharip yazar” dedirten ve tarihi bakımdan büyük değere sahip, Rusya'nın yanı sıra tüm dünyada büyük okuyucu kitlesine ulaşmış olan bir diğer eserine geçmeden önce, yazarın zaman zaman çarpıcı değişimlere uğramış, keskin dönüşümlerle ilerlemiş yaşam çizgisine kısaca bakmak faydalı olacaktır, ki bu dönüşümlü süreç nihayet o önemli eserini de ortaya çıkartacaktır.

Sıra dışı bir yaşam çizgisi

İlya Ehrenburg 1891'de Kiev'de bir Yahudi ailesine doğdu. Dört yaşındayken ebeveynleri ve kendisinden büyük üç kız kardeşiyle birlikte Moskova'ya taşındılar. İlya 1901 yılında okula başladı. Okulda devrimci bir gençle, Nikolay Buharin ile tanıştı. Dostlukları Buharin'in 1938 yılında ölümüne kadar sürdü. İlya Ehrenburg 1905 devrimi sonrasında eğitimini de geride bırakarak Buharin'le birlikte Bolşevik harekete katıldı, grubun aktif bir üyesi oldu. 1908 yılında Çar polisi tarafından yakalandı ve beş ay boyunca kötü muameleler görerek cezaevinde tutuldu. Bu sürenin sonunda serbest bırakılıp, yurtdışına çıkmasına da izin verilince, maddi durumu uygun olan ailesi onu tıp tahsili yapmak üzere Paris'e gönderdi. İlya siyasi faaliyetlerine Avrupa'da da devam etti. Avrupa'da Lenin, Kamenev, Zinovyev ve Lunaçarski ile tanışıp, onlarla birlikte hareket etti. Ne var ki, kısa süre sonra Lenin'le ters düşerek o gruptan ayrıldı. Hemen ardından Paris Montparnasse'ta tam bir Bohem hayatı yaşamaya başladı. Burada Avrupa'nın büyük sanatçılarıyla karşılaştı, onlarla dostluk kurdu. İlk şiirleri 1910 yılında burada yayınlandı. Paris aşklarından ilki Lisa Movshenson, ikincisi bir tıp öğrencisi ve tek kızı İrina'nın annesi Katya Schmidt oldu.

Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla, Ehrenburg'un yaşamında ani bir değişim oldu. İçine düştüğü boşluk ve mali sıkıntı yüzünden bir Petersburg gazetesi için Avrupa'da savaş muhabirliği yapmaya başladı. 1917 Ekim devriminin hemen ardından Rusya'ya döndü. Ancak burada, kendi değerlendirmelerine göre yaşadığı hayal kırıklığı sebebiyle Bolşevik harekete muhalif olarak kaldı. 1918 yılında Kiev'e yerleşti ama orada Beyaz Ordu tarafından yapılan bir dizi Yahudi pogromunun ardından bu kez Kırım'a geçti. Tekrar Moskova'ya döndüğünde  Çe-Ka tarafından tututklandıysa da kısa süre sonra serbest bırakıldı. Serbest bırakılınca Avrupa'ya gitti, 1924 yılına kadar Fransa, Belçika ve Almanya'da yaşadı. Artık bir yol ayrımındaydı. Eskiden beri nefret  ettiği beyazlara katılmayacağından, tekrar Moskova'ya, Bolşeviklere döndü. Kısa süre Moskova'da kaldıktan sonra resmi görevle, Avrupa'da yayınlanan Sovyet gazetelerinin editörü olarak Avrupa'ya gönderildi. Artık Sovyet pasaportuyla, bir Sovyet aydını kimliğiyle Avrupa'daki çeşitli  kültürel etkinliklerde bulunuyor, orada Sovyetler Birliği'ni kültürel alanda temsil ediyordu. 1940 yılına kadar süren bu dönemde, zamanının büyük bölümünü -arada değişik Asya ülkelerine yaptığı geziler haricinde- Avrupa'da geçirdi. 1936'da çıkan İspanya iç savaşına İzvestiya gazetesinin muhabiri olarak fakat sadece gazeteci kimliğiyle değil; Sovyetler Birliği yanlısı bir askeri propagandist olarak da katıldı. 1940 yılı geldiğinde, Avrupa baştan başa değişmiş bulunuyordu.

Voyna ve Russia at War

1941 yılında faşist Alman ordularının Sovyetler Birliği'ne saldırısının hemen ardından İlya Ehrenburg Moskova'ya döndü. Kendisine  Savunma Bakanlığının resmi yayın organı Krasnaya Zvezda (Kızıl Yıldız) gazetesinde köşe yazarlığı verildi. Diğer yandan İzvestiya ve Pravda gazetelerinde de yazıyordu. Sovyetler Birliği'nin saldırıya uğradığı 22 Haziran 1941'den 9 Mayıs 1945'e kadar savaşla ilgili iki binden fazla makale yazmıştır. Makalelerde yurtseverlik bilinci, faşistlerin işgal ettikleri Sovyet bölgelerinde yaptıkları katliam, zulüm ve işkenceler, Sovyet halklarının ve Kızıl Ordu askerlerinin kahramanlıkları, azim, zafere inanç gibi kavram ve nosyonlar işlenmiştir.

Büyük Anavatan Savaşı, Sovyetler Birliği'nin en büyük sınavlarından biri olmuştu. Bu çetin sınavın sonunda kazanılan büyük zaferde Sovyet gazeteciliğinin yaşamsal rolü de azımsanamaz. Sovyet yazarları ve gazetecileri  kanlarıyla ve sözcükleriyle bu çetin savaşta zafere doğru yürümüş ve sonunda içlerinden pek azı sağ kalabilmiştir. Bu cesur sözcük muhariplerinden biri İlya Ehrenburg da savaş boyunca etkili sözcükleriyle halktaki yurtseverlik duygularını ve savaşma azmini pekiştirmiş, savaşanlara güç ve yenilmezlik inancı aşılamıştır. Cepheye yaptığı ziyaretlerde Kızıl Ordu askerleri arasında büyük bir hayranlık uyandırıyordu. Faşistlere karşı zafer onun bu katkıları olmadan düşünülemezdi.

Ehrenburg günlük gazete makalelerini esas olarak cephede savaşan ve cephe gerisinde görev yapan askerler için yazıyordu. Bunlar merkezi ve yerel basın organlarında ve cephe, ordu, partizan gazetelerinde yayınlandılar, radyoda okundular, broşür ve kitap olarak yayınlandılar. Erden generale, silah ve mühimmat üreten fabrikalardaki işçilerden orduyu besleyen köylülere kadar tüm ülke bu makaleleri heyecanla takip ediyor ve bir sonrakini bekliyordu. Ehrenburg'un yabancı haber ajanslarına verdiği demeçler, makalelerinin çevirileri Amerika'da  ve işgal altında olan veya olmayan Avrupa ülkelerinde de ilgi görüyor, önde gelen yabancı gazetelerde yayınlanıyordu. Öyle ki, bunları Hitler ve Goebbels bile takip ediyor, zaman zaman kimilerine tepki duyarak cevaplar veriyorlardı. İşgal altındaki Sovyet bölgelerinde bildiri olarak el altından, gizlice dağıtıldılar. İşte tüm bu faaliyetleriyle Ehrenburg savaşa aktif olarak, doğrudan katılmış oluyordu.

Savaş makalelerinden bir kısmıyla sonradan oluşturulan Voyna (Savaş) adlı kitap Sovyet Goslitizdat adlı yayınevi tarafından basıldı. Makalelerin bir kitapta toplanması  fikri aslında Ehrenburg'un aklına daha savaş devam ederken gelmişti. 22 Haziran 1941'den Temmuz 1942'ye kadar yazdığı makalelerden bizzat yaptığı bir seçki, İngilizce olarak Russia at War adıyla İngiltere'de 1943 yılında yayınlandı. Görüleceği gibi, Ehrenburg'un  tüm dünyaya yayılmış, birçok dillere çevrilmiş olan makaleleri yalnızca bir savaş kroniği değildir, zaferle sonuçlanan büyük bir mücadelenin canlı, doğrudan doğruya bir tasviridir.

Son dönemeç, Kara Kitap, Erime

1944 yılı sonlarına doğru, Ehrenburg'u daha değişik bir çalışmanın içinde görüyoruz. Kara Kitap adlı bir çalışmanın editörlüğünü, yazar Vasili Grosman'la birlikte yapmaktadır. Rusça, beş yüz sayfa kadar olacağı düşünülen bu kitapla, Yahudilere karşı işlenen suçları, Holokost'u ve İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Yahudi direniş hareketlerini belgelendirme amacı güdülmekteydi ve dosya birçok belgelerin yanı sıra değişik yazarların çeşitli yazılarından oluşmaktaydı. Ancak bu dosya Sovyetler Birliği'nde haklı olarak destek bulmadı. Çalışmanın mezalimin yalnızca Yahudi halkına yapılmış ve yegâne olduğunda ısrar eder içerikte olması ve fakat Sovyet halklarına ve diğer halklara karşı işlenen suçlara değinilmemiş olması  sebebiyle Sovyetler Birliği'nde basılma olanağı bulamadı. Aslında başka ülkelerde de yeterli bir ilgi görmemişti. (Kitabın ilk basımı ancak 1980 yılında İsrail'de yapılmıştır.)

Ehrenburg'un asıl çarpıcı yaşam dönemeci Stalin sonrası dönemde ortaya çıktı. Bu dönemin çok ilgiyle karşılanmış olan eseri Ottepel (Erime veya bizde Buzlar Çözülürken) romanı olmuştur. İlk basımı 1954'te yapılan roman Kruşçev döneminin ve Destalinizasyon hareketinin âdeta simgesi durumuna gelmiştir. Aynı yıl yapılan Sovyet Yazarlar Birliği kongresinde Konstantin Simonov'un ve Mihail Şolohov'un sert eleştirilerine maruz kaldı. Eleştirilerde siyasi yönden başka, romanın edebi bakımdan yeteri kadar güçlü olmadığı da vurgulanıyordu. Roman, Ehrenburg'un o zamana kadar göstermiş olduğu Sovyet yanlısı tutumdan, kendisinin takip ettiğini söylediği sosyalist gerçekçilik akımından ve Stalin'in hatırasından bir uzaklaşmaydı. Eleştirilere verdiği yanıtta Ehrenburg romanın kurgu olduğunu, güçlü bir eser olmadığını kendisi de kabul etti. Ne var ki, yeni dönem hızla ilerliyordu ve roman basımının ilk gününde kırk beş bin adet satmıştı.

İlya Ehrenbug yaşamının son bölümünde anılarına ve şiire yöneldi. Aşka ve savaşa dair çok şiirler yazdı. 1967 yılında hayattan ayrılana kadar Moskova'da yaşadı. Ölümünün ardından Novodeviçi mezarlığına defnedildi. Mezar taşına zamanında Picasso'nun yapmış olduğu portresi resmedildi.

Savaş bitti. Üzerinde acıların ve şöhretin
Akçaağaç yükseliyor sarı sıcakta.
Sessizce nazlıyor ölü askeri
Yaprakların olağanüstü tazeliği.
Ah ağaçlar, mavi ve gök mavisi,
Sizler barışın nöbetçisi.
Senin altında çaldı kavalını çoban,
Senin altında dinlendi yolcu
Sana geldi şakalarla askerler
Mutluluk ağacı, söyle ninnini kardeşine!

İlya Ehrenburg - Çeviri: Uğur Büke

(*) İlya Ehrenburg İnsanlar, Yıllar, Hayatlar adlı kitabının 6. bölümünde Nâzım Hikmet hakkında şunları yazmıştı:

“1949 yılında yazdığım makalelerimden birini şu satırlarla bitirmiştim : 'Yüzyılımızın kaderini düşünürken, Türkiye şairi Nâzım Hikmet’in “20. Yüzyıl ” başlığını taşıyan şiirini hatırladım:

Hayır, kendi yüzyılım beni korkutmuyor,
Benim zavallı,
Benim büyük yüzyılım.
Hayır,
Ben kaçak değilim.
Bu dünyaya böyle erken geldim diye acımıyorum
Kendi yüzyılımdan da
Şikayet etmiyorum
Ve korkmuyorum.
Ben – onun oğluyum
Ve bununla öğünüyorum.

Bu, on iki yıl hapishanede yatmış bir komünist tarafından yazılmıştı, hem de yirmi sekiz yıla mahkum olup bir de kalbinden hasta olduğunu bilerek yazıyordu. Bu satırları okuyunca, boğazınıza bir şeyler düğümlenir. Onun uzaktaki elini sıkmak ve şunları söylemek isteğine kapılırsınız: Bizim böylesine temiz, dürüst, cesur arkadaşlarımız olduktan sonra, hayat galip gelecektir!'”