İyi ki doğdun Nâzım: Komünist şair 122 yaşında...

Nâzım varsa​, ​umut var; Nâzım varsa​,​ dünyayı değiştirme iradesi var. Nâzım bir doğum gününde daha Türkiye işçi sınıfı için, büyük insanlık için, gelecek güzel günlere giden yolumuzu aydınlatıyor


sol-arşiv

Komünist şair Nâzım Hikmet 122 yaşında. Nâzım 122. doğum gününde dizeleriyle ve kavgasıyla mücadeleye yol göstermeye devam ediyor...

Nâzım Hikmet, yobazın karanlığına karşı kurşun eritmeye çağırıyor. Türkiye’de emek ve insanlık değerleri ne zaman dirense ve ne zaman yükselse Nâzım Hikmet oradadır. Çünkü olağanüstü eserlerin usta yaratıcısı Nâzım bir komünisttir. 

Ne mutlu ki, boyun eğmeyen insanlık Nâzım Hikmet’in aydınlığa çağıran elini hâlâ hissediyor.

Yılllar sonra çağırmayı sürdürüyor, sürdürecek...

Asaf Güven Aksel, yıllar önce soL'da yayınladığı "Hep 19 yaşında bir şair" başlıklı yazısında şunları söylüyordu: 

"Dedesinden Nâzım’ı, babasından Hikmet’i alır 1902’de Selanik’te doğan bebek. İstibdattan bunalan baba, dışişleri memurluğundan istifa edip Halep’e göçürdüğünde aileyi, daha kundakta. Halep’te vali bir dede, ama “hürriyetçi”, sürgünden sürgüne gidip duruyor. Diyarbakır. Ne yapsalar geçim derdi karşılarında. İstanbul’un Kadıköy’ü. Küçük Nâzım’ın kafasında camdan teyyareler, sarı defterinde şiirler, ellerinde resim boyaları. Ve Nişantaşı Sultanisi’nden her yıl “aferin varakası”. 11 yaşında yazdığı ilk şiiri “Feryâd-ı Vatan” olan bir çocuk. Birinci Dünya Savaşı. Dayısının, Çanakkale’de İngiliz emperyalizmince öldürüldüğünün bilincine varışla şekillenen şiirler…

1920. İstanbul işgal altında. Umut Anadolu’da. Bir veda şiiri bırakıyor babasına: “Git bugün o ıssız yollarda ağla / Dört yıldır her yerde can verirken ilk / Bak bugün mukaddes duygularınla / Sana sus derlerken… Haykır!.. ey gençlik.” Kuvvayı Milliye’ye silah ve cephane kaçıran bir örgüt eliyle İnebolu. Farklı bir dünyayla tanışma. 1921’de Bolu Sultanisi kısmı iptidai muallimi. Şeyhler, ağalar, mollalar. “Bu kara kuvvetin kara elleri / Böyle sarılırken boğazımıza / Gönüllerimizde bir o hırsıza / Hâlâ veriyoruz kutsî bir yeri.” Sevilen öğretmen, sürekli izlenen bir çıban başıdır artık. Şiir, tarih, felsefe. Adını ilk kez duyduğu Mustafa Suphi’lerin katledildiği haberi. Kafasında uyanan sorular. Bulduğu yanıtlar. Göğsünde 15 yara, kalbi çarparak Rusya yolunda.

Doğu Halkları Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde (KUTV) siyasal bilimler öğrencisi. 19 yaşında… “Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım / 19 yaşım / Sana anam gibi hürmet ediyorum / edeceğim/ Senin ilk arşınladığın yoldan gidiyorum / gideceğim / Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım / 19 yaşım… /… / Köpüklü şahlanışların dönüm yeri.. / Dünyanın altıda biri / kan içinde doğuran ana.. / İstasyondan istasyona / yalınayak / tankları kovalayarak / açlıkla yarış... / Şarkıların boyu kilometre / ölümün boyu bir karış... / Kafkas / güneş / Sibirya / kar / Seslenebildiğiniz kadar ses- / -lenin / 24 saatte 24 saat Lenin / 24 saat Marks / 24 saat Engels / Yüz dirhem kara ekmek, / 20 ton kitap / ve 20 dakika şey! /...”

Sonrasında, hep 19 yaşında. Lenin’in ölüsü başında nöbetçiyken, yıl daha 1924’ken, “Kalbe bir bıçak gibi giren hâtıraların / dilsiz olduklarını anlıyorum / Kar yağıyor / ve ben hatırlıyorum” diyecek kadar büyümüş, çok şeyler yaşamış bir genç adam. “Köpüklü şahlanışların dönüm yeri” demesi, bundandı…

1925. Memleketinde. 19 yaşının namusunu korumaktan, boynunda 15 yıl zindan hükmü asılı, kaçak. Mühürdar açıklarında bir taka, içinde tayfa giysili Nâzım. “Burjuvanın tokadına yüzümü uzatamam!” 25 kilometreden pırıl pırıl Moskova.

1928. Genel af. Yeniden memleketi, memleketinin “pasaportsuz yurtdışına çıkış”çıklık bir hapishanesi.

Sonra, 1929 gelir, o 19 yaşındayken. “835 Satır” yayınlanır. Edebiyat, şiir, siyaset bu andan itibaren eskisi gibi olamayacaktır. Nâzım’ın şiiri, ülkeyi kuşatır. Hele o türkü! O toprak çanaklarda güneşi içenlerin türküsü! Topraktan, ateşten, sudan, demirden doğanların…Ölülerinin matemini tutmaya vakti olmayanların… “Güneşi zaptedeceğiz”… Hemen arkasından, KUTV’dan arkadaşı, Çinli devrimci, Si-Ya-U’nun anısına yazdığı destanın kitaplaşması: Jokond ile Sİ-YA-U. Bundan böyle, Türkiye, dünya şiirine en kıymetli evladını armağan etmiştir. Hiçbir ülkede şiir tarihi çalışmaları, onun adı geçmeden yazılamayacaktır.

19 yaşındadır Nâzım, artık tepeden tırnağa bir kavga olarak geçen ömrü boyunca. Şiirler yazacak, oyunlar, makaleler, senaryolar yazacak, putları devirecek, dışarıdan çok içeride kalacak, hep ama hep halkın safında olmanın gençliğini yaşayacaktır.

Kellesini kurtarıp nida ve sual işaretlerinden, bir büyük kavgada açık ve endişesiz girmiştir safına. TKP’si vardır! Oğlunu bile emanet edeceği partisi! Topraktan öğrenip kitapsız bilen köylüsü vardır! Karabük’te çelik döken, Bursa’da havlu dokuyan işçisi vardır! Dünyanın dört bir yanında, aynı ekmek, aynı hürriyet için dövüştüğü, yüzünü görmediği dostları vardır. Madrid kapısında onun için dikilen, kar altındaki nöbetçiye yün çorapla karşılık verecektir. Dünyanın dört bir yanında düşmanları! Gizenga’yı öldüreceklerdir, Taranta Babu’yu! Sermayenin, emperyalizmin kanına susamışlığını ilan eder! Ülkesi vardır, canından çok sevdiği! Ülkeleri vardır, ülkesinin yarınını bugünden yaşayan vatandaşlarından olduğu! Aşkları vardır aşkları! Yegân yegân insanlık beyanıdır!

Böyle bir saf tutuşun şiiriyle büyüdükçe büyüyen bir Nâzım Hikmet’in hep 19 yaşında kalmışlık muammasını açıklar belki de, taşların, denizin, insanın gözündeki kederi, ansızın sevinmeyi, yağmuru, hapiste yatmayı, ulaşılmazları, hasretleri sevmesine şükreden dizeleri.

Tarihleri sıralayabilir, yolculuklarını, yazdıklarını, mapusluklarını, sevdalarını kronolojiye dökebilirsiniz. Sonuç, 19 yaşında bir komünistin kavgası, mutluluğun bedelini ödemekten yüksünmemesi, şiire vurulan damgadır."

Otobiyografi

1902’de doğdum

doğduğum şehre dönmedim bir daha

geriye dönmeyi sevmem

üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim

on dokuzumda Moskova’da komünist Üniversite öğrenciliği

kırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka-Parti konukluğu

ve on dördümden beri şairlik ederim

kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir

ben ayrılıkların

kimi insan ezbere sayar yıldızların adını

ben hasretlerin

hapislerde de yattım büyük otellerde de

açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

otuzumda asılmamı istediler

kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini

verdiler de

otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu

elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ’dan Havana’ya

Lenin’i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924’de

961’de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır

partimden koparmağa yeltendiler beni

sökmedi

yıkılan putların altında da ezilmedim

951’de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün

52’de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü

sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım

şu kadarcık haset etmedim Şarlo’ya bile

aldattım kadınlarımı

konuşmadım arkasından dostlarımın

içtim ama akşamcı olmadım

hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

başkasının hesabına utandım yalan söyledim

yalan söyledim başkasını üzmemek için

ama durup dururken de yalan söyledim

bindim tirene uçağa otomobile

çoğunluk binemiyor

operaya gittim

çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın

çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21’den beri

camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye

ama kahve falıma baktırdığım oldu

yazılarım otuz kırk dilde basılır

Türkiye’mde Türkçemle yasak

kansere yakalanmadım daha

yakalanmam da şart değil

başbakan filân olacağım yok

meraklısı da değilim bu işin

bir de harbe girmedim

sığınaklara da inmedim gece yarıları

yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında

ama sevdalandım altmışıma yakın

sözün kısası yoldaşlar

bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da

insanca yaşadım diyebilirim

ve daha ne kadar yaşarım

başımdan neler geçer daha

kim bilir…

Nâzım Hikmet Ran