GÖRÜŞ | Fazıl Say'ın 100. Yıl Marşı'nda eksik olan ne?

'Düzenin insan aklına ve ruhuna kısırlaştırma yönündeki müdahalesi en iyilerimizi bile atlamıyor. Eninde sonunda ne yaşıyorsanız, çaldığınızdan da o duyuluyor.'

Deniz Doğan

Fazıl Say, Ayten Mutlu’nun "Ver Elini" şiirini Cumhuriyet’in 100. Yıl Marşı olarak besteledi. 23 Nisan günü İzmir’de dünya prömiyerinin gerçekleşeceği duyurulan esere dair beklentiler oldukça yüksekti. Eserin sosyal medyada ve dijital platformlarda yayınlanmasıyla birlikte içine siyasi figürlerin, farklı çevrelerden ünlülerin de dahil olduğu kimin neyi niye savunduğu ve niye karşı çıktığının belli olmadığı bir karmaşa ortaya çıktı. O kadar ki besteci ve piyanist Fazıl Say bazı eleştirilerin düşmanlık boyutuna vardığını ve bunların aralarında "Aktroll" ve "İnce troll" olarak adlandırdığı grupların da olduğunu açık açık söyledi. 

Baştan belirtmek gerekir ki Fazıl Say bu ülkenin yetiştirdiği en büyük müzik insanlarından biridir ve amacımız kesinlikle ne onun ne de performansa çeşitli biçim ve oranlarda katılmış -başta korodaki lise öğrencileri olmak üzere- bir kimseye haksızlık yapmaktır. Hatta, "100. Yıl Marşı" olarak üretilen bir eserin niteliğine dair bir ya da birkaç kişiye yöneltilecek sert eleştirinin, eserin o kişi ve kişilerin sorumluluğunu aşması itibariyle bir mantıki sınırı vardır. Bu kişi o eserin bestecisi olsa bile…Nasıl mı? Yürütülen tartışmalardan yola çıkarak cevaplamaya çalışalım.

Eleştirilerin merkez üssü olarak beliren marşın sözlerinden başlarsak neden bir bütünsel performans ürünü olarak bahsetmemiz gerektiği daha net anlaşılıyor. "Ver Elini" şiiri Ayten Mutlu’ya ait ve Fazıl Say’la olan alakası ise bambaşka şekilleniyor. Say, marştan önce şiiri sosyal medya hesabında paylaşırken birkaç ay önce 100. Yıl Marşı için bu metni seçmeyi düşündüğünü ve Ayten Mutlu’nun 100. Yıl ile ilgili "eklemeleri" geçen ay yaptığını belirtti. Dolayısıyla marşın sözleri için de iç içe geçmiş bir üretimden bahsetmek gerekir. 

Bir gün marş olacağından habersiz olarak yazılmış şiirin doğal olarak Cumhuriyet'le ve tarihsel olarak onunla ilintili değerler olan eşitlik ve özgürlük gibi kavramlarla olan ilişkisi de çok zayıf. Muhtemelen marş için kullanacağı belli olunca Ayten Hanım tarafından eklenen "Atam’ın mavi gözleri" ve "nice nice yüzyıllara" gibi göndermeler ise bir coşku yaratamıyor. En fazla marşın sözlerini "kel alaka" olmaktan kurtarıyor.

Pastoral ve mikro düzeyde de olsa umut vaat eden şiir tipikleşmekte olan "Fazıl Say melodik fikirlerine" örülüyor. Bu tipikleşmeden ne kast edildiğini daha iyi anlamak için Nazım Oratoryosu’ndan "Yatar Bursa Kalesinde" bölümü, "İlk Şarkılar" albümünden "Sardunyaya Ağıt" ve yazının da konusu olan "100. Yıl Marşı'nın" giriş kısımları dinlenebilir. 

Tanıdık melodik hareketlerin ardından "Şimşek!" nidalarına eşlik eden ani bir modülasyonla kendimizi başka bir yere "fırlatılmış" buluyoruz. Bu fırlatılmışlık, marşların eğitim müziği dağarında da kullanıldığı hesaba katılırsa öğrenciye uygunluk için sakıncalar barındırıyor. Teknik boyuta dair tespit olarak kulağa batan bazı prozodi hatalarını da ekleyip incelemenin sınırını çizmek gerekiyor.

En başta belirttiğimiz argümanı ele alırsak toplumda sanatçının konumunu ilişkisel olarak inceleyen çok çeşitli kuramları uzun uzun tartışmak konumuz değil. Ancak karşı karşıya gelen iki anlayışın belirleyicilik bakımından atlanmaması gerekir. Birincisi bireysel bir otantiklik peşinde koşan liberal özgürlükçü bir sanatçı, diğeri ise halkla birlikte devinen sanatını da bu doğrultuda işleyen bir toplumcu aydın/sanatçı. İktidarların kültür enstrümanları on yıllardır "halkın asla aklının eremeyeceği" büyük işler yapan ve o yüzden de toplumsal meseleleri ancak dikkat dağıtıcı olaylar olarak gören sanatçıyı idealize ederken, yüreği halkıyla birlikte ve halkı için atan sanatçıyı ise önemsiz meselelerde heba olan, "kendini gerçekleştirmeyi" atlayan acınası bir figür haline getirdi. Halbuki bireyin potansiyelini en iyi yansıtabileceği koşullar ancak toplumsal koşulların da uygun hale gelmesiyle şekilleniyor.  

Somutlayarak bitirmek gerekirse, ortada ilkeleri ve kurumlarıyla birlikte dağıtılmış bir Cumhuriyet varken 100. Yıl Marşı yazılabiliyor mu? Marşın aktaramadığı söylenen heyecan, bir tek besteci ve icracıların performansıyla mı sönümleniyor? Mustafa Kemal’le ilgili geçen tek cümlenin mavi gözleriyle alakalı olması ise tesadüf olabilir mi? Yıllardır fikirleri, ilkeleri ve devrimciliği kenara koyulmuş salt yakışıklı, mavi gözlü ve karizmatik bir lider olarak 10 Kasım reklamlarında idealize edilen figürü belirleyici olmuş olabilir mi? Ya da "bir çift mavi gözün ışığında" kazanılan seçimler? 

Düzenin insan aklına ve ruhuna kısırlaştırma yönündeki müdahalesi en iyilerimizi bile atlamıyor. Eninde sonunda ne yaşıyorsanız, çaldığınızdan da o duyuluyor.