Engin Solakoğlu: İktidar da, muhalefet de Kıbrıs cahili

Kıbrıs konusunda Türkiye'deki yetkin isimlerden olan Emekli Diplomat Engin Solakoğlu, Türkiye'nin Kıbrıs'la ilişkilerinde dayatmacı tutumunu eleştirdi ve ekledi: Muhalefet de onun kadar Kıbrıs cahili.

Haber Merkezi

Emekli Diplomat, soL yazarı ve Dayanışma Meclisi üyesi Engin Solakoğlu Kıbrıs gazetesi Yeni Düzen'e konuştu.

Solakoğlu Kıbrıs Türkiye ilişkilerine baktığında Türkiye tarafının aslında bu konuya "bilgi eksikliğiyle" müdahalede bulunduğunu, "madem benimle aynı dili konuşuyorsun o zaman ben ne dersem onu yapacaksın" gibi bir yaklaşımla hareket ettiğini vurguluyor ve bu tavrın sadece Kıbrıs Türklerine değil, Azeri, Bulgaristan Türkleri ve Irak ile Suriye Türkmenleri söz konusu olduğunda da sürdürüldüğünü dile getiriyor.

Yeni Düzen'den Aysu Basri Akter'e konuşan Solakoğlu meselenin tarihsel boyutunu da hatırlatarak şöyle diyor:

“Bilen demek belki iddialı ama 1994 yılından beri yakından izlediğim bir yer Kıbrıs. Başta elbette mesleki bir ilgiydi bu ama yıllar içinde farklı bir boyut kazandı. Kıbrıs benim için Akdeniz’de bir ada olmaktan ibaret bir yer değil. Tanıdığım, sevdiğim insanların yaşadığı bir yer. Aklen ve ruhen kopamıyorum açıkçası.

'Bağlar zayıflamış, devlet belleği azalmış'

"Şunu öncelikle söyleyelim: Kimlik ve kültür konusunda Türkiye ile tartışma yaşayan salt Kıbrıslı Türkler değil. Türkiye Cumhuriyeti çok uluslu bir imparatorluğun mirasçılığından dönemin koşulları gereği ve birçok komşusu gibi monoblok bir devlete dönüşünce çevresinde yaşayan Türk dilli topluluklarla ilişkileri zayıflamış. Bunun nesnel ve öznel birçok sebebi var. Söyleşiyi boğmamak adına şunu belirtip geçeyim. Türkiye Cumhuriyeti herhangi bir şekilde “irredantizm” olarak nitelendirilebilecek eğilimleri bastırmış. Buralarla bağını mümkün olduğu ölçüde zayıflatmış. Bunun somut sonucu da gerek Devlet belleğinde gerek toplumsal bellekte bu topluluklarla ilgili bilginin seyrelmesi, azalması diyelim. Yıllar sonra bu topluluklarla ilişki kurmak gerektiğinde bu bilgi eksikliği doğal olarak yaklaşım yanlışına dönüşüyor. Azeri veya Bulgaristan Türkleri ile kurulan ilişkilerde de bu hatayı rahatlıkla saptayabiliyoruz. 'Madem ki, benimle aynı dili konuşuyorsun, o halde ben ne dersem onu yapacaksın aksi takdirde hainsin' gibi çarpık bir anlayış var. Merak eden okuyucularınız Bulgaristan’daki Hak ve Özgürlükler Hareketi ile Türkiye ilişkilerini araştırsınlar örneğin. Benzer bir durum Irak ve Suriye’deki Türkmenlerle de yaşandı."

'Üsttenci, dayatmacı ve fikren yoksul'

"Uzatmayalım, Türkiye şu veya bu sebeple 1878’de, 1912’de veya 1918’de “anavatan”la bağlantısı kesilen bu toplulukların farklı kültürel ve toplumsal bir gelişme süreci yaşadığını, farklı değerler benimsemiş olabileceğini ya bir türlü kavrayamıyor ya da anlamazlıktan gelmeyi tercih ediyor. Sonuç ise hep aynı: “Bunlar hain, şucu, bucu!”. Neden? Çünkü benimle aynı şekilde düşünmüyor? Türkiye siyasi tarihine bakarsanız bu üsttenci, dayatmacı ve fikren yoksul olduğu kadar da yoksullaştırıcı bakış açısının Türkiye içindeki Devlet-Vatandaş ilişkisinde de hakim olduğunu görürsünüz. Demek istediğim, Kıbrıs Türkü’nün bu anlamda yalnız olmadığı. Türkiye diğer bölgelerden farklı olarak Kıbrıs’ın kuzeyinde araziye de hakim olduğu için bu çarpıklığın olumsuz etkisi daha fazla hissediliyor sadece."

'Türkiye’nin kendine güvensizliği'

"Kıbrıs Türkleri 1878’den beri, başka bir deyişle 143 yıldır var olma mücadelesi veriyor. Türkiye’nin bu mücadeleye dahil olması aşağı yukarı 65 yıllık, Kuzey’deki fiili denetimi ise 47 yıllık bir hikâye. Yani toplam sürenin yarısı bile değil. Bir buçuk yüzyıla yaklaşan bu süreçte Kıbrıs Türkü bir takım mücadele ve özyönetim şekilleri, kültürel eğilimler geliştirmiş. Bunlar yokmuş gibi yapmak, bunları hiçe saymak, başka bir yönetim altında yıllarca kimliğini kültürünü korumayı ve geliştirmeyi başarmış Kıbrıs Türküne hâlâ bir gece ansızın davulcuya kaçabilecek evin haylaz çocuğu muamelesi yapmak, devlet aklıyla da insan aklıyla da açıklanabilecek bir durum değil.  Bu güvensizlik bana göre ancak Türkiye’nin kendine güvensizliğiyle açıklanabilir."

'AKP rant elde edilemeyen hiçbir şeye değer vermiyor'

AKP’nin neo-liberal bir parti olarak paraya tahvil edilemeyen, rant elde edilemeyen hiçbir şeye değer vermediğinin altını çizen Engin Solakoğlu şöyle devam ediyor: 

“AKP Türkiye’de yaklaşık 20 yıldır iktidarda. Ülkenin bütün kurumlarını denetimi altına almış. Burjuva demokrasilerinin temel niteliklerinden biri olan güçler ayrılığını dahi ortadan kaldırmış bir siyasi yapılanma. Bu yapılanmanın baskıcı, tutucu, adını tam koyarsak siyasi İslamcı niteliğini konuşuyor, eleştiriyoruz ama bir noktayı atlıyoruz çoğu zaman. AKP bütün bunların yanında ve ötesinde neo-liberal bir parti. Paraya tahvil edilemeyen, rant elde edilemeyen hiçbir şeye değer vermiyor. Türkiye’de ve dünyada esasen kamu kaynaklarının örgütlü şekilde yağmalanmasından başka bir anlam taşımayan özelleştirmeye ilgisini başka türlü değerlendirmek yanlış olur. Kamu sektöründe yolsuzluk, hantallık, verimsizlik yaşanabilir ama özelleştirme İngiltere’de de, Türkiye’de de, Rusya’da da yağmadır. Bunu akılda tutalım. Bizim bölgemizde de başka yerlerde de bu yağmanın halka yutturulmasının en pratik yöntemi dinselleştirmedir. Hakkınızı bu dünyada çatır çatır yerler, size de ahirette hesap sorma seçeneğini bırakırlar."

'Kıbrıs konusunda muhalefet de AKP kadar cahil'

AKP Türkiye’de iktidarda kalmaya devam ettiği takdirde bunlar devam edeceğini söyleyen Solakoğlu muhalefetin de Kıbrıs konusunda iktidardan daha iyi olmasını beklemediğini söylüyor:

"Beğenmeyenlere de kapıyı gösterecekler. Türkiye’de aynen böyle yapıyorlar. Bu söylediklerim yanlış anlaşılmasın “AKP giderse kurtulursunuz” filan demiyorum. Öyle bir durumda da işimiz çok zor. Türkiye’deki düzen muhalefetinin Kıbrıs Türkü konusundaki cehaleti ve hata yapma potansiyeli en az AKP seviyesinde."