Eleştiri üzerine: Gerçekten yapıcı olmak zorunda mı?

"İşte iyi-kötü, eksik-fazla bunların tümü eleştiriyi oluşturan malzemedir. Kimi insan bunları ifade eder, kimisi de kendine saklar ve susar."

CEMİL FUAT HENDEK 

Eleştiri konusuna ilişkin birkaç parametreye değinmek istiyorum. En başından, yazılı/sözlü “eleştiri”de sertlik derecesine sınır konamayacağını, fakat “küfür” olarak kabul edeceğimiz sözcükleri bunu dışında tuttuğumu not etmek isterim.

'Eleştiri dediğin yapıcı olmalı'

Bu talebin ilk kez ne zaman, kim tarafından yazıldığını, söylendiğini bilmiyorum. Düşünür ya da politikacı mıydı? Her kim olursa olsun, bence bir oportünistti! Belki belli bir tartışma ortamını yumuşatmak üzere ortaya atarak demiri büktü. Belki de eleştirmenlerden yılan bir sanatçı ya da yazardı. Her neyse, sonuçta eleştiriden kaçanların hınzırca kullanacağı bir kalkan miras bırakmış oldu.

Yapıcı eleştiri talebi en çok solda

60 yılı aştı. 1960 darbesi öncesinden başlayarak sola yaklaştığım ölçüde çoğaldı ve büyüdü kulağıma gelen bu talep. Hele şimdilerde çokların kelebek kanadına dönüştüğünü gözlemliyorum. Dokunduğun anda tüyleri dökülüyor. Sadece eleştirilen değil, çevresindeki yakınları da bir koro halinde seslerini yükseltiveriyorlar: “Eleştiri haklı da olsa, bunca sert olmamalıydı!” Ve hemen ardından işaret parmakları kalkıyor ve bir öğretmen tavrıyla eleştireni ikaz ediyorlar: “Eleştiri dediğin yapıcı olmalı!”

Aslına bakılırsa, bu tür itirazların altında gizlenmiş tek bir neden bulunmaktadır: Bu tipten insanların aslen eleştirinin hiçbir çeşidine tahammülü yoktur. Kendilerine yönelen eleştiriyi göğüslemek için hep aynı yönteme başvururlar. Onu “aşırı sert ifade edilmiş olmakla” ve tam da bu nedenle “yapıcı olmamakla” suçlamaya girişirler. Bunlar da yetmezse eleştiriyi “kişisel olmakla” ya da “bir kişiyi hedef almakla” damgalarlar. Böylece eleştirinin özünü unutturarak bertaraf etmeye çalışırlar. 

Bu çabalara çevrelerinde kendileri gibi olanlardan destek de gecikmez. Benzetmek yerindeyse, zarfın rengi, biçimi ve içindeki mektubun yazı tarzı üzerine tartışmalar sürerken, mektubun içinde ifade edilenler çöp muamelesi görür. “Aslında haklısın”la başlayan, “ama” ile devam eden bu yaklaşım sırasında “haklı olduğu” teslim edilen içerik unutulur gider. Geride, anılarda eleştirinin sertliği kalır.

Eleştiri her zaman olacak

Herkes öncelikle şunu bilmeli: Eğer yazıyorsan, çiziyorsan, konuşuyorsan, kısacası herhangi bir iş yapıyorsan -kaçarın yok- eleştiriyi göze alacaksın! Çünkü yazılan, söylenen ya da yapılan her ne ise, başka insanların beklentilerinin tümünü yerine getiremeyeceği açıktır. 

Öncelikle senin dışındaki insanların değişik ve kimi zaman senden çok daha geniş ve derin bilgi düzeyleri, farklı yaşam deneyleri olduğunu kabul etmelisin. Bir noktada da alçakgönüllülüğü elden bırakmamalısın: Senden çok daha az okumuş çok daha az coğrafya görmüş birinden bile öğrenebileceklerin olabileceğini aklından çıkarmamalısın. Dolayısıyla yazdığın, söylediğin ya da yaptığın iş bu insanların gözüne, kulağına, bilincine dokunduğu anda kaçınılmaz olarak onlarda belirli düşünceler yaratacaktır. Bunlar arasında iyi ve güzelin yanı sıra beklentiyi yerine getiremeyen, yanlış görülen irili ufaklı bir dizi nokta da olacaktır. 

İşte iyi-kötü, eksik-fazla bunların tümü eleştiriyi oluşturan malzemedir. Kimi insan bunları ifade eder, kimisi de kendine saklar ve susar. 

Eleştiriden kaçısın başlangıç noktası

Eleştiriden kaçışın çok sinsice bir başlangıç noktası var. Bu da aslen “yapıcı eleştiri” talebinde yatmaktadır. Bu taleple birlikte, eleştirinin yapıcı ya da yıkıcı olma sorumluluğu eleştiriyi yapana yüklenmektedir. Halbuki her eleştiriden öğrenilecek bir ya da daha çok “şey” vardır. Bir yanda kendi eksiğini ya da daha iyinin nasıl olabileceğini görebilirsin. Öte yanda karşındaki insanların, senin ortaya koymaya çalıştığın fikri ya da yaptığın işi nasıl algıladığını da saptamana, daha iyi anlaşılabilmek için dilini, biçim ve yöntemini geliştirmene, ya da yaptığını daha mükemmelleştirmene yardımcı olacak ipuçları bulabilirsin. Ve aslen bunları, eleştiren kişinin iyi ya da kötü niyetinden, seçtiği sözcüklerden, yumuşak ya da sertliğinden ve ses tonundan, yüz ifadesinden tamamen bağımsız olarak belirleyecek tek bir özne bulunmaktadır. O da eleştirilenin ta kendisidir. Eleştirinin olumlu ya da olumsuz işlev görmesini sadece eleştirilen belirleyebilir. Yeter ki, eleştiriden bir ders çıkarmaya niyetin olsun.

Eleştiri kişisel olmak zorundadır

İkide bir “eleştiri kişisel olmasın” diyenler, sakın ola ki, gri bir toz bulutunun içine saklanarak kişisel sorumluluktan kaçmaya çalışıyor olmasınlar? 

Halbuki, yazılan, söylenen her laf, yapılan her iş, somut olarak bir insan ya da grubun elinden çıkmaktadır. Her birinin arkasında özel, ya da tüzel bir kişilik, bazen bunların her ikisi birden mevcuttur. 

Demek ki bir kişisel yanı vardır. Örneğin bir kurumun ya da siyasal partinin yayın organında yayımlanan bir yazının altındaki imzanın sahibi de, o yayının sorumluları da, dahası sahibi olan tüzel kişilik de eleştirinin odağına yerleştirilebilirler. Dolayısıyla her eleştiri ister istemez konu edindiği yazı, söz, tez ya da işin arkasındaki kişilere yöneliktir. Salt somut olabilmek için de böyle olmak zorundadır. Ve bu kişiler eleştirinin muhatabı olma cesaretini gösterebilmelidirler. Asıl bunun aksi, kime yöneldiği belirsiz, ortalık yere savrulmuş eleştiri de, onu yapanın kişiliksizliğinin, korkaklığının göstergesidir.

Eleştiri karşısında insan onuru

Her eleştiriyi kişiliğine yönelik bir hareket, onurunu kıran bir saldırı olarak algılayanlara gelince... Bu tür alınganlıklar, o insanların kişiliklerindeki zayıflığın göstergesidir. 

Halbuki insan onuru öylesine yüce bir şeydir ki, yanlış bir laf etmekle ya da yazmakla, yapılan bir işteki eksiklikle zedelenemez. Yeter ki bilerek etik bir yara almış olmasın. Bu alınganlara bir tek önerimiz olabilir: Kişiliğinizi öyle kolayca zedelenebilecek, yara alabilecek kadar alçak yerlere yerleştirmeyin. Onun yeri çok yükseklerdedir. Tabii kişiliğinizi, onurunuzu yükseklere taşırken, bir yanda alçakgönüllüğü elden bırakmamak, diğer yanda davranışlarınızı da o seviyeye uyumlu hale getirmeyi ihmal etmemek koşuluyla...