Türkiye kapitalizmi kurtulur mu?

Cumhurbaşkanı ‘Onların doları varsa bizim allahımız var’ dedi. Hazine ve Maliye Bakanlığı ‘Yeni Ekonomi Modeli’ açıklayacak. Türkiye ‘kapitalizmin krizi’ni canlı yaşarken ‘sorun kapitalizmde değil AKP’de’ diyen herkes krizin ağır sonuçlarının ülkenin üzerine yıkılması için büyük katkıda bulunuyor.

soL

Dolar kuru 6,20’ye kadar çıkarken, 2018 başından itibaren TL’nin değer kaybı da yüzde 65’e yaklaştı. Bu haftanın değer kaybı da yüzde 22’yi buldu.  Kurdaki bu olağanüstü artış emekçilerin ne kadar büyük bir hızla yoksullaştığını ve ülkenin ekonomik, sanayi altyapısının nasıl bir tahribat riskiyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Kapitalizm koşullarında kriz, sermaye için bazı üyelerini “oyun dışına” atsa da bir “yeniden doğuş” anlamı taşır, emekçiler içinse mutlak bir yoksullaşma ve daha ağır bir sömürü söz konusu olur. Sonuçları kapitalizmin ortadan kalkmasına, sermaye düzeninin yıkılmasına yol açmayan her kriz, sermayenin kazandığı, emekçilerin kaybettiği bir süreçtir. 

Kur artışına bakıp “şirketlerin borcu şu kadar arttı” diyenler, sermayenin çoktan kurtardığı, şirket dışına çıkardığı birikmiş karlarını yok sayıp, emekçilere ücretlerindeki hızlı erime dışında önlerine konacak faturayı hatırlatıyor sürekli. Ama daha önemlisi Arjantin’den Yunanistan’a canlı örnekleri yaşanan, uluslararası sermayenin kontrolünde tüm üretken potansiyelin iğdiş edildiği çözümlere itilmek de olası. IMF’li ya da IMF’siz. Türkiye kapitalizminin uluslararası sermaye ile bağları, AB ile ilişkiler, ekonominin bağımlılık düzeyi, IMF’nin geçmişte üstlendiği rolü daha örtük mekanizmaların üstlenmesini mümkün kılabilir. Ama işin özü değişmez, emekçilere “kemer sıkma” programının dayatıldığı, ülke kaynaklarının daha doğrudan talan edildiği ve sermayeye aktarıldığı bir “mekanizma” kurulabilir. 

AKP’YE DARALTIP KAPİTALİZMİ AKLAMAYA ÇALIŞANLAR…

Türkiye “aşırı serbestleşme”nin, sermaye için yaratılan “kuralsız cennet”in çöküşünü yaşıyor. Evet birinci dereceden sorumlulardan biri tüm bu sürecin icracısı konumunda olan, hatta ara icatlarıyla önemli derinleştirici hamleler de yapan AKP iktidarı. Ama aynı zamanda uluslararası ve yerlisiyle sermaye, özellikle de büyük sermaye gruplarını en başa yazmak gerekiyor. “Bir başka kapitalizm mümkündü” çığlıklarını atmaktan usanmayan, hala işi AKP’ye daraltmaya çalışanların, en az AKP kadar öfkeyi hak ettiği, çok büyük bir yıkımın eşiğindeyiz. Avrasya Tüneli’ne, Osmangazi Köprüsü’ne, Anadolu’nun dört bir yanında emekçilerin büyük çaresizlikleriyle dalga geçer gibi uzayıp giden yollara, köprülere bakarken ufku betondan ötesine geçemeyenler ya da geçmeyi tercih etmeyenlerin sermaye sınıfının bu ülkedeki en büyük kazanımı, AKP’den daha büyük kazanımı oldukları bile söylenebilir. Milyarlarca dolarlık şehir hastanesine bakıp uluslararası sağlık teknolojisi tekelleri yerine sadece “yerel müteahhiti”, köprüye, havalimanına bakıp Koç yerine sadece Cengiz’i görmekle yetinenler, bunu ısrarla ve ısrarla bir bakış açısı olarak topluma empoze etmeye çalışanlar, yani gerçeği bilip, daraltarak vermek için özel çalışma yürütenler…

Türkiye ekonomisinin nasıl krize girdiğine ilişkin basit tekerleme belli. BBC, Bloomberg, Financial Times aynı anlatı etrafından “anormalleşen” Türkiye kapitalizmini resmediyor, “profesyonel” iktisatçılar da katkı sunuyor: 2000’li yıllarda dünyada bol likidite vardı. AKP bu para bolluğundan yararlandı. Kredilerle orta sınıfı genişletti. Üretmeden tüketildi. Para bolken inşaata yatırım yapıldı, üretken yatırımlara kaynak ayrılmadı. Bugün para bulmak zorlaştı, krediye dayalı büyümenin de sonuna gelindi… “Üretim ekonomisi” tercihi yapmak mümkündü, “rant ekonomisi”ni tercih ettiler. Kapitalizm yok. Sınıflar yok. Emperyalist-kapitalist sisteme artan bağımlılık yok. “Üretken ve iyi bir kapitalizm tercih edilebilecekken rant kapitalizmi tercih edildi” demiş oluyorlar. Bu eksendeki çözümlemeler AKP’yi de kapsayarak sermaye düzenini korumayı amaçlıyor, piyasayı, kapitalizmi, sınıf ilişkilerini sorgulamadan, gerçeği çarpıtarak gösterme çabası. 

Hikayeyi daraltınca çözümü de çok basit. Başka bir iktidar gelir ya da mevcut iktidarın aklı başına gelir. “İşi bilen”, “iyi eğitilmiş”, “emperyalist merkezlere daha bağlı” teknokrat kadrolarla “hepimiz aynı gemideyiz” der, toplumu, emekçileri “daha üretken yatırımlar” için fedakarlık yapmaya, tasarrufa ikna eder vb. Bu yaklaşımdaki cehalet bir yana işçi düşmanlığı kesinlikle tesbit edilebilir. 

DEVLET MÜDAHALESİ FAİZ ARTIRMAKTAN İBARET OLABİLİR Mİ?

Hikayede AKP’nin 2002 yılında devraldığı IMF Programı’nın özelleştirmeler ve deregülasyonlarla devletin ekonomideki etkinliğini, rolünü nasıl azalttığı, sadece fabrika özelleştirmeleri değil, enerji, eğitim, sağlık gibi temel alanların nasıl “serbestleştiği” yok. Tüm bu sürece eşlik eden dalgalı kur rejiminin Türkiye’nin gelişmişlik düzeyindeki kapitalist ülkeler için kendi başına “rekabetçi” fiyata üretemediği her şeyin üretiminden vazgeçmesi anlamına geldiği de yok. 1990’larda, 2000’lerde, emperyalist-kapitalist sistemin dünya ticaretini “serbestleştirme” adımlarıyla da birlikte Türkiye’nin sanayi üretime temel teşkil eden pek çok ara malının üretimini nasıl bıraktığı, sadece tüketim mallarında değil, ara mallarında nasıl ithalatçı hale getirildiği yok. 

Basit bir örnek: 2001 krizinde Petkim hala kamu kontrolündeydi ve tahminen Türkiye’nin kimyasal ara malı ihtiyacının yarısını karşılıyordu. Bugün kur artışının en çok hissedildiği, kurdaki artışın tüm fiyatlara güçlü biçimde yansımasının en önemli kaynaklarından birinden söz ediyoruz. Petkim, kur artışının etkisinin bugüne kıyasla çok daha az hissedilmesini sağlayan önemli mekanizmalardan biriydi. Ani kur yükselişlerinde TL’ye sabitlenmiş fiyat uygulayabiliyordu. Bir bölümü, evet bildiğiniz devlet sübvansiyonuydu. Ama bir bölümü de Tüpraş ile birlikte ham petrol alımında pazarlık gücünü kendine kar yazmak amacıyla değil ülke yararına kullanmasından geliyordu. Zaten açık veriler üzerinden Türkiye’nin dış finansmana bağımlılığı, zaman içinde borç yapısının ve kalitesinin nasıl geliştiği, Fed faiz politikasının Türkiye’de kur ve faiz düzeyini nasıl etkilediği gibi gözle bile görülebilir konular yerine bazı iktisatçılar oturup Tüpraş-Petkim zincirinde kapasite artışının yetersiz kalmış olması ve bu iki kuruluşun tamamen sermayeye devredilerek tamamen kar amaçlı çalışmaya başlamasının Türkiye ekonomisine getirdiği ek yükü hesaplasa… 

AKP iktidarının tek kalemde en büyük ham petrol ithalatçısı olan Tüpraş ve akaryakıt piyasasını domine eden birkaç grupla masaya oturup kur ve fiyat artışları üzerinden neden pazarlık yapmadığı sorulmuyor. AKP iktidarının bunu yapamayacak kadar “piyasacı”, sermaye kurallarına biat eden bir iktidar olduğunu herkes biliyor. Üç gündür Merkez Bankası “müdahalesi”, müdahalenin hangi şekillerde olabileceği konuşuluyor. Ancak kur artışının etkilerini sınırlandırmaya yönelik bir dizi önlem alınması mümkünken bunların hiçbiri gündeme gelmiyor. Kuru sabitlemek mümkün. En büyük ithalat kalemlerinde önceliklendirme ve düzenleme yapmak mümkün. Ama “sermayeye müdahale” ya da “sermaye hareketlerinin kontrolü”nün sermaye çevrelerini rahatsız edeceği açık. Müdahale isteyenler “sermaye çıkarları” için müdahale istiyor. Uluslararası sermaye ve büyük sermaye gruplarının çıkarlarını en az zedeleyecek ya da onları hala ihya etmeye devam edecek çözümlerin geliştirilmesi bugünkü “beceri” tartışmalarının ana konusu. AKP iktidarının bu kabiliyeti taşıyıp taşımaması bir yana Türkiye kapitalizminin ulaştığı formun ve emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı tıkanıklığın “becerikli hamle”ye izin verip vermediği ayrı bir tartışma konusu...

Ama şu çok açık: Cumhurbaşkanı “rabbine” değil, açık ki ülkeyi tam boy teslim ettikleri uluslararası sermayenin “sağduyusu”na sığınıyor. 

Bugün tartışılan Türkiye kapitalizminin kurtulup kurtulmayacağı… Türkiye’nin üretmeden, hazır parayla büyüdüğünü söyleyenler, bu büyük yalanı AKP karşıtlığı kisvesiyle yayanlar da dahil olmak üzere kapitalizm kurtulsun diye çalışıyor. 2002’den bu yana sermaye sınıfının irrasyonel tercihleri, yönelimleri altında milyonlarca emekçi her yıl artan ölçüde, daha fazla sömürüye maruz kalarak çalıştı. Açılsın tek tek büyük sermaye gruplarının cirolarına, karlarına bakılsın. Bu birikimlerin nereye gittiğinin tek tek hesabı sorulmadan, borçlarının kat kat fazlasını kazanan grupların servetlerine el konması, kurun sabitlenmesi, bankacılık sisteminin kamu kontrolüne geçmesi, ekonominin halkın çıkarları doğrultusunda örgütlenmesi masaya yatırılmadan “kapitalizm kurtulur”, bu "badire"yi de atlatır, daha büyük yeni bir çöküşü hazırlamak üzere…