Sermayenin rantı: Çürüyen bir ekonomik düzenin semptomları

ABD ekonomisinin son rakamları, ülkedeki ekonomik sistemin asalak yapısını bir kez daha gözler önüne serdi. World Socialist Web Site'dan Nick Beams'in yazısını, okurlarımızla paylaşıyoruz.

Çeviri: Selçuk Işık

Kurumsal geri alımlar düzeyindeki son rakamlar ABD ekonomisi ve finansal sistemin merkezindeki asalaklığın göstergesi oldu.

Şirketler, karlarını makine ekipman ve AR-GE gibi yatırımlara kanalize etmek yerine fiyat arttırmak amacıyla hisselerini geri alma yoluna gidiyorlar. Hiçbir ek değer yaratılmazken borsa simsarları, spekülatörler ve ilgili firmaların kurumsal yöneticileri de dahil olmak üzere, sermaye piyasası işlemleri vasıtasıyla büyük kazançlar sağlayabiliyorlar.

Financial Times köşe yazarı Edward Luce bu hafta başlarında köşesinde, Barclays’in raporuna göre geçtiğimiz yıl ABD şirketlerinin 500 milyar dolardan fazla hisse geri alımı yaptığına, henüz bu yılın ilk yarısında bu tutarın 338.3 milyon dolara, yani 2007 yılından beri gerçekleşen en büyük yarı yıl rakamına ulaştığına yer verdi.

Geri alım operasyonları kurum amirleri ve diğer yöneticilerin ücretlerinin tırmanması için ana etkenlerden biri haline gelmiş durumda.Toptan yağma operasyonu bir şirketin hisse senetlerini satın alıp piyasadaki hisse sayısını azaltarak fiyat yükseltmesi şeklinde işliyor. Geri alım kararını veren CEO’lar ve üst yönetim ahalisi sermayenin değerini yukarıya çektiği için yüklü maaş paketleriyle ödüllendiriliyorlar. Luce ekliyor: "Eğer tepedeki % 0.1’in nasıl yoluna devam edebildiğine ilişkin bir açıklamaya ihtiyacınız varsa sermayeye dayalı rant ile başlayın."

Massachusetts Lowell Üniversitesi'nden William Lazonick tarafından yürütülen bir araştırma, en büyük on şirketin yedisinin temettü ve hisse senedi geri alımlarına dayalı alımlarının 2003 ve 2012 yılları arasındaki toplam net gelirinden daha fazla olduğunu ortaya koyuyor.

Lider ABD şirketlerinden biri olan Apple, hisse senedi geri alımlarına diğer şirketlerden çok daha fazla harcama yapıyor. Bu şekilde off-shore kar tutarak kurumlar vergisi ödemekten kaçınmayı da başaran şirket sadece geçen sene hisse geri alımlarını fonlamak için 17 milyar dolar borçlandı.

Harvard Business Review tarafından Eylül sayısında yayınlanan bir makalede ‘’Refahtan Yoksun Kar’’ başlıklı yazısında Lazonick bu operasyonların ABD ekonomisindeki kapsamını gözler önüne seriyor.

“S&P 500 endeksinde 2003’ten 2012’ye kadar halka açık olan 449 şirketi düşünün. Bu süre zarfında bu şirketler kazançlarının %54’ünü –toplamda yaklaşık 2,4 trilyon dolar-hemen hemen tüm işlemlerin açık piyasada gerçekleşmesi kaydıyla, kendi hisselerini geri almak için kullanmışlar. Temettüler ise kazançlarının %37’sini absorbe ediyor.Bu durum, üretimsel faydaya yapılan yatırıma ve işçi sınıfının gelir düzeyinin arttırılmasına çok düşük miktarlarda kaynak ayrıldığı anlamına geliyor.

Başka bir deyişle, dokuz yıllık süre zarfında S&P 500 endeksinde tepede yer alan firmalar gelirlerinin %91’ini hissedarın değeri için harcıyor. Luce tarafından ortaya konan son veriler gösteriyor ki ABD’nin ekonomik ‘’kurtarma’’ operasyonu sürecinde trend devam ediyor.

Kurumsal ideolojideki kayma ve her iş alanının merkezine koyması gereken şeyin hissedarın değerinin arttırılması gerektiği konusundaki ısrar bu gelişmenin bir sonucudur. Başka bir deyişle, bu ideoloji, kapitalist ekonominin işleyişindeki derin dönüşümde bir sebep olmaktan ziyade sonuçlardan biriydi.

Reel ekonomide üretime dayalı yatırımlar için yok denecek kadar az imkanın bulunması ve ekonomik kalkınmada bu durumun önemi göz önünde bulundurulduğunda, hisse geri alımlarının tırmanması ekonomik kırgınlığın kötüye gidişinin bir başka göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.

Lazonick bu süreç üzerine değerli veriler sağlıyor, bununla birlikte anlamlı bir açıklama dekore etmeye kalktığımızda başka bir hikayeye doğru yol alıyoruz. Üretimi genişletmek amacıyla elde edilen karın makine ekipmana yatırıldığı, işin ve işçi maaşlarının iyileşme gösterdiği İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden 30 yılı, geçtiğimiz 30 yılın trendleriyle kıyaslıyor.

Lazonick’e göre, ilk periyotta kurumsal yönetimleri karakterize eden ‘’Muhafaza et ve yeniden yatırım yap’’ rejimi yerini 1980’lerden itibaren ekonomiyi domine eden ‘’Küçült ve Dağıt’’ rejimine bıraktı.

Nisan 2012’de Salon web sitesinde bu sürece bir makale ile açıklama arayan Lazonick, durumu ekonomik, sosyal ve politik kaygıları bir kenara bırakan kurumsal yöneticilerin verdikleri tüm kararları ‘’kurumsal hisse fiyatlarını yukarı çekme’’ ihtiyacına, yani ‘’finansallaşmaya‘’ indirgedi.

‘’1980’lerden itibaren toplantı salonları ve işletme okullarındaki dialoglar değişim gösterdi. Kurumları herkes için bir refah yaratmak amacıyla kullanmak yerine, yöneticiler yalnızca hissedar değerini maksimize etmenin gerekliliği üzerine kafa yoruyorlar artık.’’ demişti yazısında.

Buradaki çıkarım şu olmalı, kapitalist ekonominin işleyişindeki bu derin değişimler bu faaliyetlerin sorumlularının zihniyetinde meydana gelen değişimden palazlanmıştır. Bu gerçeği ters-düz etmekten başka birşey değildir.

Marx Kapital’i yazdığı süreçte bireysel kapitalistlere değindiği gibi nesnel ekonomik süreçlerin kişiselleştirilmesine de değinmiştir.

Marx şunu açıklığa kavuşturuyor biriktirmeye sevketmek kapitalizmin bireysel hırsından değil fakat sermayenin özünde var olan değeri genişletme mantığından kaynaklanmıştır. Pazarın dikte edilerek, dayatma yoluyla karın biriktirilmesi ve sermayenin genişlemesi mantığına itaat göstermekte başarısız olanlar, bu rekabetçi mücadelede saf dışı bırakılmıştır.

Kapitalist üretimin lokomotifi hiçbir zaman toplumun ihtiyaçlarıyla örtüşecek bir refah üretimi olmazken sermayenin değerinin sonsuz genişlemesi olmuştur daima. İkinci dünya savaşından sonraki 30 yılda bu genişleme karın yeni tesis, makine ve ekipmana yönlendirilmesi, işçi istihdamlarının artması ve böylece fazla karın garantiye alınması şeklinde gerçekleşti.

Ancak 1970’lerin başından itibaren kar oranları düşmeye başladı. Sermaye buna pazar baskısıyla dayatılan geniş bir yeniden yapılandırma ile cevap verdi. Gelişmiş ekonomilerdeki işçiler reel maaşlarındaki kesintilerle boğuşurken, bu gelişmiş kapitalist ekonomiler arasındaki majör endüstriyel çekinceler küçültülerek tamamıyla sona erdi, bilgisayar çağının devreye girmesiyle maliyet düşürücü teknolojiler piyasaya sürüldü ve emeğin daha ucuz olduğu kaynaklardan faydalanmak amacıyla üretim faaliyetlerinin offshore’a transferi gerçekleşti.

’Finansallaşma’’ süreci de bu dönüşümün içerisine kök saldı. Büyüme problemleriyle karşılaşan sermayenin büyük bir bölümü, üretim vasıtasıyla değil finansal varlıkların ticareti ve manipülasyonla finansal piyasalarda genişlemenin yollarını aradılar.

Kurumsal ideolojideki kayma ve her iş alanının merkezine koyması gereken şeyin hissedarın değerinin arttırılması gerektiği konusundaki ısrar bu gelişmenin bir sonucudur. Başka bir deyişle, bu ideoloji, kapitalist ekonominin işleyişindeki derin dönüşümde bir sebep olmaktan ziyade sonuçlardan biriydi.

En az Lazonick’in belgelediği figürler ve uzun-dönem trendler kadar önemli olan ve çıkarılması gereken gerçek ders, kendi iç çelişkileriyle sürüklenen kapitalist kar sisteminin kokuşmuş toksinler yayan, sosyal eşitsizliği ve kitlesel yoksulluğu çerçeve edinen, toplumun bedeninden akan bir çürüme evresine girdiğidir.

Gelecek, geçmişin mitsel ‘’altın çağ’’ ına nafile geri dönüş girişimlerinde değil, bu tarihe karışmış demode kar sistemini devirmek ve sosyalist temeller üzerinde yükselen sosyo-ekonomik bir düzen kurabilmekte yatıyor.