Toplumsal cinsiyet erkeklerin de sorunudur

Tülin Tankut

Blog: Serbest Kürsü

Siyasi tarihe göre toplumsal cinsiyet hiyerarşisi, tarihin derinliklerine kök salmış, güçlü nesnel temellere dayanan; kapitalizmin ortaya çıkışıyla kapitalist sisteme eklemlenmiş olan bir olgudur. O gün bugündür de bu “iki başlı dev”, uyum içinde birbirlerini beslemektedirler.

Erkeğin hiyerarşinin üst, kadınınsa ast konumunda bulunması sonucu, kadınların Sanayi Devrimi’nden itibaren bu duruma son vermek için başlattıkları örgütlü mücadele günümüzde de sürmektedir. Ancak toplumsal cinsiyet eşitsizliği toplumcu düşüncenin eşitliğe dayalı ilkeleriyle uyuşmadığından özellikle 20. yüzyılda kadın mücadelelerinin, solun güçlü olduğu dönemlerde ivme kazandığı bilinmektedir. 

Günümüzdeyse, kadın hareketlerinin cinsiyetçilikle mücadeleleri sonucu elde ettikleri kazanımları tırpanlanmaktadır. Neoliberal politiklar en çok kadınlara zarar vermiştir; bizzat ileri kapitalist ülkelerden çıkmış olan “yoksulluk kadınlaştı”, “evkadınlaştırma” terimleri bunun en açık kanıtıdır. 

Bu politikalar hiç ödünsüz sürdürülürken, tüm çalışanların haklarının savunulmasını mümkün kılacak olan emek örgütleriyse, baskı ve şiddetle susturulmaya çalışılıyor. Emekçilerin yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için kredi kartlarıyla gelirlerinin üzerinde harcama yapmak zorunda kalışı, sınıfsal tepkilerin bastırılmasına yarıyor. Daha da kötüsü, günümüzde bireysel ve toplumsal hoşnutsuzlukları artıran koşullar, sınıf dayanışmasını güçlendirmiyor; sorunlarla baş etmenin güçlüğü ve ağırlaşan sorunların mağdurlar üzerindeki sarsıcı etkileri, yozlaşmaya yol açabiliyor.

Kaba hatlarıyla neoliberal politikaların yol açtığı durum bu.  

Ancak “Sınıf mücadelesi her tarihsel koşulda yeni biçimler alarak devam eder.” (Biz böyle öğrendik.) Günümüz koşullarında da, solda buna uygun politikalar üretilmekte birlikte aile, eğitim, din, hukuk, siyaset, işgücü gibi hayatın her alanında merkezi rolü olan, kapitalizmin payandası toplumsal cinsiyetin bu bağlamda yeterince değerlendirildiğini söylemek güç. Nitekim dünya genelinde dernek, parti, sendika, meslek örgütü v.b. emek örgütlerindeki karma çalışma ortamında, toplumsal cinsiyet konusundaki dönüşüm, bekleneni vermemiştir. Bizdeyse öncelikle laikliğin korunması için küresel kapitalizme karşı başka ülkelerden daha yoğun bir mücadele içinde olunması gerekiyor. (Medeni Yasa’ya aykırı olarak dini referansların öne çıkarıldığını hatırlayalım: müftülere resmi nikâh yetkisi verilmesi, aile hukukunda zorunlu arabuluculukun uygulamaya konulmak istenmesi gibi.) 

Toplumsal cinsiyet politikalarındaki zafiyetse yönetimlerin ekmeğine tereyağı sürüyor. Küresel kapitalizm, son yıllarda ailenin sonunu getirecek kadar kâr hırsını artırdı. Oysa aile, toplumsal cinsiyetin inşası açısından çok önemli bir kurumdur. Kadın da ücretsiz ev emeği ve bakım sunduğundan kapitalizmin vazgeçemeyeceği bir unsur. Başka bir deyişle aile yapısını güçlendiren kadının emeğidir. “Eviçi emek”, sınıf kapsamı dışında kaldığından artı değer sömürüsü göze gözükmez. O yüzden ev emeği, çocuk, yaşlı ve engelli bakımının toplumsallaşmasının, kadının özgürleşmesindeki “olmazsa olmaz” koşulu, kapitalist toplumda telaffuz bile edilmez. Kadın aynı zamanda kapitalistlerin işgücü açığı olduğunda piyasaya çekeceği, işi bitince eve geri göndereceği bir unsurdur.  

Kadına ve erkeğe toplumsal cinsiyet kimliklerini dayatan aynı cinsiyetçi kapitalist sistemdir. Kadın da toplumsal cinsiyet eğitiminden geçtiğinden çocukları cinsel rollerine göre yetiştirir. Çoğunluğu oluşturan ev kadınları, aile gelirine bağımlı olarak yaşamını sürdürür. (Düstur: Kadının yeri evidir.) 

Ancak erkeğin sosyal güvencesi olan, ailesini geçindirebilen, eşinin çalışmasını gerektirmeyen bir işte çalıştığı aile modeli; hayat pahalılığı, gelir dağılımındaki adaletsizlik, işsizlik gibi nedenlerle artık çatırdıyor. Erkek işsizliği tırmanışa geçtiğinde de cinsel roller tersine dönebiliyor. Ucuz (aynı zamanda uysal) işgücü olarak kadınlar piyasaya çekilirken evdeki işleri görmek erkeğe kalıyor. Tabi, işsizlikten ötürü “erkeklik krizi”ne girmemişse…

”Erkek kimliği” zaten kendi içinde gerilimlidir. Egemen, meşru olan normlara uyma ve normlardan kurtulma arzusu arasındaki gerilim… Normların dışına çıkma korkusu, yeterince erkek miyim, sorgulaması. (“Kılıbık”, sosyolojik bir tanımdır.) İçinde bulunduğu gerçeklikten ve sorumluluklarından kaçmak isteyen erkek de, şiddet kullanmayı hakkı olarak algılar. Bizim gibi, sosyal kurumların yeterince gelişmediği toplumlarda, eş ve babalık yükümlülüğünün yanı sıra ana-baba, kardeş gibi yakınlarının tüm sorumlulukları da onun üzerine yıkılmıştır.

Şiddetse iktidar ilişkilerinin güvence altına alınmasında kullanılan bir araçtır. Günümüzde arkaik şiddete ihtiyaç olmaması beklenir. Ama söylemeye gerek var mı, tam tersi, olağanüstü artmıştır. 

Öte yandan Batı’da, “erkeklik sınavı”ndan bunalmış bir kesim, taşıdıkları “erkek kimliği”ni dönüştürmek için örgütleniyorlar. Her kesimden erkeğin katılabileceği örgütler bunlar. Örneğin“Birleşmiş Milletler Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Küresel Dayanışma Hareketi”. Bizde de destek bulan Heforshe hareketi. “Öğrenilmiş” erkeklikle yüzleşmek kuşkusuz erkeğin hayatını kolaylaştıracaktır. Ayrıca  “öğrenilmiş kadınlık”tan muzdarip kadınla birlikte sorgulama sırasında yakınlaşmalar oluşabilecektir. Katılımcılar aynı zamanda da sistemden hoşnut olmayanları; geniş anlamda anti-kapitalist eğilime yakın duranları kapsayacağından, aralarında egemen sınıfların yanında yer alanların bulunması düşük bir olasılığa işaret ediyor.

Cinsiyetçi önyargıya dayalı algıların değişmesi; kentte, kentin farklı bölgelerinde ve kırsal kesimde kitlelerin desteği açısından farklı sonuçlar gösterir. Erkeğin bu konuya kayıtsız kalmasına yol açan yapısal ya da başkaca nedenler yüzünden dönüşüm, yavaş seyredecektir. Ancak kadınları hem erkek şiddetine karşı hem de siyasi mücadeleden alıkoyan, kadının cinsel rolü içine hapsedilmesinin istenmesi, toplumsal düzenin değiştirilmesinde engel oluşturmaktadır. Oysa gerek kadın hareketlerinin desteklenmesi, gerekse kadınların emek örgütlerinde güçlendirilmesi, aynı zamanda emek mücadelesini de güçlendirecekir. 

Sonuç olarak, yinelemekte yarar var: Toplumsal yapı değişmeden toplumsal cinsiyet eşitliği tam olarak gerçekleşemez. Çünkü erkek egemen kapitalist sistem, cinsiyet ayrımcılığına yaslanmaktadır. Toplumsal cinsiyete karşı dinamiklerin açığa çıkarılması, güçlendirilmesi girişimleri, somut sonuçları hemen görülmese de önemlidir. Özellikle çocuklar bu konuda bilinçlendirilmediği sürece devran devam edecektir. 

Yükümlülüklerle kuşatılıp cinsiyet rolüne sıkıştırılmış kadın ve erkeğin bu durumdan kurtulabilmesi, kapitalizme karşı ortak bir hedefe doğru birlikte hareket etmelerini gerektirir. Bu konunun sol örgütlerce siyasi mücadele programı içinde ele alınmasının ve konu üzerine yapılacak tartışmaların örgütlenmesinin yararlı olacağını umabiliriz.   

Toplumculuğun eşitlik ve özgürlük ideali, kapitalizmin mağdur ettiği geniş kitleler için geçmişte olduğu gibi bugün de umut kaynağı olmayı sürdürecektir. 

8 Mart yaklaşırken kadınların yanında daha fazla erkeğin yer aldığını görmek dileğiyle.