Bizleri kurtaracak olan

Savaş Sarı

Blog: Serbest Kürsü

(Özgecan, Nuh ve etrafımızı saran bu karanlığın bizden aldığı nice kardeşimizin anısına)

Zor günlerden geçiyoruz belli ki...
Zorluk, sadece olanlara ve olduranlara dair değil.
Zorluk, birşeylerin eksikliğinin artık katlanılamaz hale gelmesinde.
Zorluk, puslu isli bir havanın içinde solumaya çalışırken yitirmemizde insanı.

Ülkede yaşananları insanlığın tarih denilen serüveninde uygun bir sıraya koymakta zorlandığınız oluyor mu hiç? Açıkçası benim oluyor.

Sorun olup bitenleri açıklamada, neden sonuç ilşikisini kurmada değil. Aksine oralarda işler hayli kolay. Olup bitenler, sağlıklı bir dizi analiz ve bütünlüklü tarif için oldukça fazla ve billurlaşmış malzeme sunuyor. Belli kavram ve olguların insanlar için, hem de gündelik koşturmaca içerisinde somutlanması geçmişe göre çok daha olası. Benzetme uygun olur mu bilemedim ama kapitalizme örtü dayanmıyor. Çırılçıplak ve insanların gözü önünde orta yerde duruyor.

Sorun anlamakta ve anlatmakta değil yani.

Sorun başka yerde.

İnsanlık büyük bir cürretle yepyeni bir çağa girmişti. Aydınlanma çağı insanın düşünce dünyasında bir kapışma ve kopuş olduğu kadar insanlık tarihinin de yeniden dizilmesi anlamına geldi. Belki de o yüzden Fransız Devriminde ilk akla gelenlerden biri takvimlerini bile değiştirmekti. Aslında olan ise insanın geçmişine, bugününe ve yarınına bakışı  ile ilgiliydi. Artık insanlar o tarih denilen dizilimde bambaşka resimler, harfler ve şekiller görüyorlar, onlarla yorumluyorlardı yaşamlarını. Bu yorumların merkezinde de insanın ta kendisi vardı. Koskoca bir perde ortadan kalkmış, halkların gözünü gerçek olanca parlaklığı ile aydınlatmaya başlamıştı. İlk görünen gerçek, onlara sunulan erişilmez her tür kutsalın koca bir yalandan ibaret olduğuydu. İnsanların tarihinde sadece ve sadece insanlar vardı. O dönem için bu, kimilerinin tehdit, korku ya da kaygılarında ifade edildiği gibi insanlığı büyük bir belirsizlik ve karamsarlığa sürüklemedi. Elbette zorlu ve acılı bir serüvendi başlayan. Ama yaşama inanç ve umut hiç sönmedi. Tarih içerisinde kendi başına kalan insan zayıf düşmedi, aksine kendine güveni kazandı.

Dedik ya, çok zor ve acı dolu dönemler yaşadı insanlık. Aydınlığın karanlıkla, insanın “boyun eğilecek” kutsallarla kavgası hiç bitmedi. Hele burjuvazi, tarihi geçmişe sarmak için elinden ne geldiyse yaparken...

Bu aydınlık dönemi emperyalist paylaşım savaşları da, faşizm de tamamen kapatmayı beceremedi. Sosyalizm Aydınlanma'nın araladığı kapıdan sızan en güçlü ışıktı. İnsana yönelik her saldırı Sosyalizm'in büyüyen etkisi ile püskürtüldü. Sosyalizm insanı ayakta tutmayı başardı. Üstüne üstlük dünyanın dört bir yanında umudu ve güveni büyüttü.

Çileden çıkan burjuvazi olanca nefreti ile tüm dünyada Sosyalizme, yani insana saldırdı. Yirminci yüzyıl biterken kapkara bir gölge çöktü dünyanın üzerine.

Burjuvazi başarmıştı sonunda. Derin bir soluk aldılar...

Peki burjuvazi eliyle ilan edilen neyin zaferiydi, hatırlayan var mı?

Rusya'da tankın üzerinde poz veren Yeltsin kimin ve neyin kahramanıydı?

Yeltsin önemli değil tabi. Sonra niceleri belirdi tarih sahnesinde. O, içine girilen döneme dair ayyaş ve sevimsiz bir figürdü sadece.

Kapandığı iddia edilen, Aydınlanma çağının ta kendisiydi. İlan edilen zafer ise adlı adınca karanlık bir dönemin başlangıcı.

Olup bitende bir hayır var sanıldı. Belki de insan değil de başka bir güç düze çıkarabilirdi insanlığı. Belki de bu güç, biraz piyasanın görünmez eli, biraz da  ortaçağdan çıkıp gelen kutsallardı.  

İşte ortadaydı ve olmamıştı. Becerememişti insanoğlu, becerememişti kendi ayakları üzerinde durmayı. Becerememişti aydınlık fikirlerle eşit ve özgür bir dünya kurmayı. Üstüne üstlük, bir  sürü de yanlış yapmıştı. Bu yanlışların kendi yanlışları olmasının ve yanlışlarından öğrenerek yol almasının da bir önemi yoktu artık...

Sandı ki burjuvazi, insanoğlunu ürkütürse, yani korkutursa, daha kolay ve dertsiz işletir kendi yağma düzenini.
Sandı ki burjuvazi, boyun eğerse insanlar, parçası da olurlar bu karanlığın.

Burjuvazinin sandığı ise hiç olmadı. Herşey eline yüzüne bulaştı. Bir bir çözülürken insana dair yaratılmış değerlerin tümü, kapitalizm en fazla abartılı bir cellat figürü olabildi. İnsanlığı ve belki de kendini felakete sürükleyen...

Şimdi ortada ne “Özgür Dünya” ne “Büyük Türkiye” ne de başka bir hedef kaldı. Belki hala telaffuz ediliyorlar ama inananı olduğunu hiç sanmıyorum. İnsanları yaşama, toplumsal yaşama, onların temsil ettiği bir toplumsal yaşama bağlayacak ellerinde kutsallarından başka hiçbir şey yok. O kutsallar ile günümüz kapitalist toplumunun tepkimesinden çıkanlar ise malum: Bir korku filmindeyiz sanki. 

Aydınlanma çağının araladağı kapıdan ortaya çıkan aslında insanın kendisiydi.

Tarih denilen zorlu yolda o durağa kadar gelebilmiş insanın kendisi.

Tüm çirkinliği ve güzelliği ile insan. Ama ötesinde hiçbirşey değil.

İşte o insan umudu ve güveni temsil ediyordu. Yaşamını kendi ellerine almış insanoğlunun umudunu ve güvenini.

İçinde bulunduğumuz karanlık dönemin bunu ikame etmesinin, kapitalizmin bu gerçek insanın yerine başka bir umut ve güven kaynağı koymasının olanağı yok. Koyamıyor da.

Aralanan kapıdan tarih sahnesine giren insan çözülürken, toplumsal yaşam da lime lime oluyor. Çürüyor anlayacağınız. Hiçbir kutsal zırh da bu çürümeyi durduramıyor. Aksine her kutsallık tarifi insanı yaşamda silikleştirdiği ölçüde hızlandırıyor çürümeyi.

İşte bu yüzden tecavüzün, nefret cinayetlerinin, kutsallar için katliamlar gerçekleştirmenin bugün çok alakası var kapitalizmle.
İşte bu yüzden tecavüzün, nefret cinayetlerinin, kutsallar için katliamlar gerçekleştirmenin bugün çok alakası var kapitalizmin kendini kurtarmak için sarıldığı karanlıkla.

İnsanın çözülüşü insanın değersizleşmesini de beraberinde getiriyor.

Koskoca bir soru ve yanıtı karşımızda duruyor:

“ve güneş doğarken hiç umut yok mu
umut umut umut... umut insanda” (Nazım Hikmet, Umut şiiirninden)

Kendi ayakları üzerinde doğrulan insanda,
sömürüsüz bir düzeni hayal olmaktan çıkarıp gerçek kılabilmiş insanda...

Zorlukla başlamıştım, zorlukla bitireyim.

Kolay olan bir yol yok. Ne müjdeler, kutsallar, ne de kahramanlar ve kurtarıcılar...

İnsanı tarih sahnesinin dışına iten  hiç bir yol çare değil.

Çare ne kelime, bildiğimiz tuzak.

Zor olanı yapmaya ne dersiniz?

Kapatmaya çalıştıkları Aydınlanma çağının araladığı o kapıdan başımızı yine uzatmaya ne dersiniz?

Sadece ve sadece insana inanmaya ne dersiniz?

Umut insanda!