İdeal Dünyanın Hastalıkları Anoreksiya Nervoza/ Bulimiya Nervoza

Gülperi Putgül Köybaşı

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Geçen hafta anne babaların çocuklarına yemek yedirme kaygıları, bununla baş etme yolları ve çocuklara doğru yeme alışkanlıkları kazandırmanın önemi üzerine yazmıştık. Bu hafta yine “yeme” meselesinden devam etmek istiyoruz. Ailelerin yeni kabusu, çağın hastalığı "anoreksiya ve bulimiya nervoza"dan bahsedeceğiz. Pek çoğumuzun medya aracılığıyla öğrendiği bu hastalıklar, “manken hastalığı” olarak halk diline çoktan yerleştiler. Anoreksiya ve bulimiya nervoza en sık 10-20 yaş arası kızlarda görülen, ergenlik dönemi hastalıkları olarak kabul edilirler. Orta/yüksek sosyoekonomik düzeyde çok daha sık görülürler.

Anoreksiya Nervoza’lı  gençler özellikle karbonhidrat ve yağlı besinleri tüketmez, çok sıkı rejim ya da spor yaparlar. Kiloları başlarda normal ya da normalin biraz üstünde olur ve giderek kilo kaybetmeye başlarlar. Hasta genç, kilosunun önemli bir kısmını kaybetse bile beden algısı bozulduğundan kendini hala kilolu olarak değerlendirir. Adet kesilmesi hastalığın önemli belirtilerinden biri. Bu gençler ilk başlarda kalabalıkta yemek yemekten kaçınabilir, yemeklerini saklarlar. Hatta bazıları yemekle aşırı ilgili görünür, sürekli birilerine yemek hazırlama, yemek tarifi toplama gibi davranışlar görülür. Aileler kilo kaybı belirginleştikçe sorunu fark etmeye başlar. Hastaların okul başarısı yüksek ve mükemmeliyetçi gençler oluşu dikkat çekici. Ailelerin ise yine mükemmeliyetçi ve çocuklarını rekabete sürükleyen yapıda olduğu araştırmalarla gösterildi. Çocuğun özerkleşmesine izin vermeyen, çocuksu kalmasını destekleyen ebeveyn tipinin bu hastalıkta rol aldığı da ileri sürülmekte. Anoreksiyalı gençlerin ailelerinde daha fazla ölüm ve ayrılık, farklı ruh sağlığı bozuklukları, alkol ve madde kullanımı olduğu da araştırmaların sonucu olarak bildirilmekte.

Bulimiya Nervoza ise anoreksiyadan farklı olarak dönem dönem aşırı yeme ve kilo alma, dönem dönem ise kilo almayı durdurma çabaları ile seyreder. Yine anoreksiyadan farklı olarak bu gençler sıklıkla normal kilodadır. Kilo almamak için kendini kusturma, zayıflatıcı ilaç kullanma gibi yöntemlere başvururlar. Yemek ya da yememek yaşamlarının uğraşı olur. Genç bu durumdan rahatsızdır, yaptıkları için kendini suçlar, sıklıkla depresyona girer.

Her iki hastalığın etiyolojisine yönelik genetik, çevresel, psikodinamik açıdan pek çok açıklama mevcut. Tek başına hiçbir etiyolojik faktörün yeterli olmadığı, pek çok etkenin bir araya gelerek hastalığı ortaya çıkardığı düşünülüyor. Sıklığı son 20 yılda iyice artan bu hastalıkların ortaya çıkışında rol alabileceği düşünülen toplumsal etkenler ise bize göre çok önemli bir tartışma alanı. A.B.D de yapılan bir araştırmada üniversite çağındaki kızlarda % 5 gibi çok ciddi bir oranda bulimiya nervosa saptanmıştır.  Yeme bozukluklarını değerlendirirken kapitalist düzenin kadına biçtiği rolün, moda sektörünün etkisinin ya da topluma dayatılan yeni güzellik anlayışının görmezden gelinemeyeceğini düşünüyoruz. Her zaman ince ve biçimli vücutlarıyla barbi bebekler, zarif ve güzel prensesler göründükleri kadar masum değiller. Filmlerde ya da dizilerde gördükleri her zaman bakımlı, güzel ve tabii ki zayıf kadın/erkek figürler ile çocuklar hızla özdeşim yaparlar. Çocukların ve gençlerin izledikleri filmler, reklamlar, okudukları gençlik serisi kitaplar bu nedenle de iyi bir süzgeçten geçirilmeliler.

Tam da geçen haftaki yazıda bahsedildiği üzere kapitalizm bir yandan kendi elleriyle kontrolsüz bir şekilde şişmanlattığı çocuklara, öte yandan kendi belirlediği bir “ideal vücut” imajı satıyor. Mutluluğu zayıflıkla, güzellikle, şık ve pahalı olan markayla, o markaya sahip olmakla eşleştiriyor. Bizler de farkında bile olmadan kapılıyoruz bu rüzgara. Tekrar tekrar çektiğimiz fotoğraflarımızı teknolojinin mucizeleriyle mükemmelleştiriyor ve sunuyoruz çevremize. Daha çok beğenilelim istiyoruz, kırışıksız, lekesiz, yağsız, pürüzsüz bir ideale dönüşelim istiyoruz. Çocuklarımızın ise peşinde bir gölge gibi dolaşıyor beğenilen/arzulanan ideal kadın/erkek imgeleri. Ruhsal yapılarında iyileşmesi çok zor, derin yaralar açılıyor. Tazecik bedenleri ise ölümüne bir savaş veriyor bu uğurda. Bizlere düşen ise en azından hastalığın gelişiminde önlenebilir olan bu etkenlerle mücadele etmek. Çok geç olmadan, parayla satılanların ötesindeki insanı göremez hale gelmeden önce.

Kaynak; Ruh Sağlığı ve Bozuklukları /Prof. Dr. Orhan Öztürk Cilt:II

Katkı ve öneriler için; [email protected]