Küba Sineması ve Havanalı Eva

“Sinema her yerde sinemacılar tarafından ne için yapılıyorsa Küba’da da onun için yapılır. İnsanlar için. Dünyayı daha iyi bir gezegen yapmak için. Biz Kübalı sinemacılar da filmlerimizi halk için yaparız. Bunlar ulusa özgü konular da olabilir. Ama aşkın biçimde ulusal olandan daha evrensel olan bir şey yoktur.” Rigoberto Lopez Pego*

Küçük ada ülkesi Küba’nın adı her anıldığında yaygın olarak akla ilk gelen Küba’nın sosyalizmi değil purosu, plajları, romu, salsa dansı ve güzel kızları oluyor. Küba’ya ilişkin yaygın ve Küba gerçekliğine dair aslında hiçbir şey anlatmayan bu imgelerin tarihi adanın sömürge tarihi kadar eski. Bu denli eski imgeleri günümüze kadar taşıyan, günümüzde yeniden üreten araçlardan en önemlisi kısa bir zaman diliminde eş zamanlı olarak milyonlarca kişiye ulaşmayı başaran sinemadır. Sinemayı bu türden imgeler yaratmada, milyonların aklında bir Küba tahayyülü oluşturmada ise Amerikan sineması başrolü çekiyor. Devrim öncesinde Küba’nın doğal ortamını film seti, kızlarını ise filme hasılat yaptıracak öğeler olarak kullanan Amerikan sineması, devrim sonrasında ise özellikle Miami’de geçen filmleriyle bir yandan eski imgeleri ısıtıp ısıtıp insanların önüne koyarken, diğer yandan da “Diktatör Castro” ve “rejimden kaçan Kübalılar” gibi yeni imgeler yaratmaya soyunuyor.

Küba’da devrimle beraber yeni insanın yaratılmasında sinema sanatının ne denli önemli olduğunu kavrayan devrimin önderleri küçük bir bütçeyle ama iddialı bir adımla, bugün Küba Sineması’ndan bahsedebilmemizi mümkün kılan Küba Sinema Sanatı ve Endüstrisi Enstitüsü’nü (ICAIC) kurmuştur. Hiç vakit kaybetmeden devrimin ilanının iki ay ardından ICAIC’in kurulması, Küba’da hem ulusal sinemanın yaratılması hem de sinemanın halkla buluşturulması açısından bir dönüm noktası olmuş.

Sinemanın halkla buluşturulması yalnızca çekilen filmlerin halk tarafından erişilebilir olması anlamına gelmiyor. Başta sinema eğitimi gören genç Kübalılar olmak üzere, kendilerini sinema yoluyla anlatmak isteyen herkes özgün yapımlara imza atabiliyor. ICAIC bunun bir aracı olarak her sene genç yaratıcılar festivali düzenliyor. Bu sayede genç sinemacılar Küba gerçekliğine kendi bakış açılarını yansıtabiliyor, eleştirilerini ve umutlarını sinemaya taşıyabiliyor. Bu aynı zamanda Küba gerçekliğine özgün bir bakış açısı getiren çok sayıda yapıtın olduğunu gösteriyor. Rigoberto Lopez, filmlerin gerek yapımı gerekse izlenmesi sürecinin Küba halkıyla bu denli organik bir bağının olmasını, bu bağ sayesinde Küba’ya ilişkin yeni imgeler yaratılmasını “sömürgesizleştirme” olarak adlandırıyor. Sinemanın ve halkın sinemaya ilişkin sanatsal yargılarının sömürgesizleştirilmesi, Küba sinemasını alabildiğine Kübalı ve ulusal, alabildiğine evrensel kılıyor.

Ancak ABD ablukası bir gerçeklik olarak sinema alanında da Küba’nın karşısına dikiliyor. Başta filmlerin yurt dışına dağıtımında olmak üzere, yeni sinema teknolojilerinin Kübalı sinemacılara ulaşmasında da ciddi engeller yaratıyor. Yine ablukanın açtığı bir yara olan ekonomik imkansızlıklar, filmlerin finansmanı için Kübalı sinemacıların ortak yapım arayışlarına gitmelerine neden oluyor. Küba sineması, başta İspanya, Kanada ve Fransa olmak üzere pek çok ülkeyle uzun metrajlı filmlerin çekiminde ortak yapımı tercih etmek zorunda kalıyor. Ancak ortak yapım filmlerin çoğu Küba’ya ilişkin gerçeklikten uzak imgelerin satır aralarında göz kırptığı örnekler oluyor. 14. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali kapsamında Ankara’da gösterime giren filmlerden biri olan 2010 yapımı Havanalı Eva (Habana Eva) bu türden sorunları tartışmak için zengin malzemeler sunan bir örnek…

Havanalı Eva’ya Kısa Bir Bakış
Filmin başkarakteri Eva, Havana’da bir dikiş atölyesinde gelinlik diken genç ve güzel bir kızdır. Eva’yı atölyede herkes gibi verilen modele uygun gelinlik dikerken değil, elinde kağıdı ve kalemiyle hülyalı bir şekilde tasarımlarını çizer, gelinlik modellerinde kendine göre tasarım değişiklikleri yaparken görürüz. Bu durum Eva ve ustası arasında sürekli bir gerilim nedenidir. Usta, bugün Türkiye’nin herhangi bir yerinde herhangi bir atölyedeki ustaları aratmayacak denli asık suratlı, otoriter ve nemrut bir karakterdir.
Eva’nın iki hayali vardır. Biri kendini özgür hissedebileceği bir üretimde bulunmak, diğeri ise sevgilisi Angel ailesinin evlerinin çatısına eklemeye çalıştığı odayı bitirince onunla evlenmek. Aslında Angel ile evlenmek Eva için eskimiş ama bir şekilde tutunduğu bir hayaldir. Bu sırada Eva Havana’ya gelen Küba kökenli Venezuelalı Jorge ile tanışır. Jorge, devrimden sonra Venezuela’ya taşınmış olan bir ailenin yakışıklı fotoğrafçı oğludur. Tahmin edildiği üzere Eva ve Jorge tutkulu bir aşk yaşamaya başlarlar.
Bu arka plan içerisinde çeşitli güldürü öğeleri taşıyan film Küba sosyalizmine dönük incelikle serpiştirilmiş eleştirileriyle geride rahatsızlık veren bir tat bırakıyor. Rahatsızlık verici olan yöneltilen eleştirilerden çok, filmin Küba gerçekliğine dair kimi yanlış imgeler de barındırıyor olması. Elbette Küba’da Eva’nın ustası gibi ustalar, bireysel yaratıcılığa imkan tanıyamayan iş yerleri mevcut. Ancak Küba sosyalizmini daha yakından tanıyanlar yaratıcılığın Küba sosyalizmine ne kadar içkin olduğunu teslim edecektir. Bunu mümkün kılan her şeyden önce çalışma saatlerinin kişiye kendini gerçekleştirmeye imkan tanıyacak şekilde düzenlenmiş olmasıdır. Sanatsal yaratıcılık için ise Küba’da imkanlar geniş ve ücretsiz. Küba çocuk kumpanyası Küçük Arı Kovanı’nı (La Colmenita) Türkiye’ye geldiğinde izleme şansı olanlar bu gerçeği bir köşesinden de olsa yakalayabilmişlerdir.

Ancak esas sorun herhangi bir Küba filmi izleyicisinin, Küba sosyalizmini şu veya bu ölçülerde tanıyor olsa da, aklının bir köşesinde hep kapitalizme özgü kodların olması, filmi farkında olmadan bu kodlarla izliyor olması. Filmin ardından Havanalı Eva rolünde izlediğimiz Prakriti Maduro ile gerçekleştirilen söyleşide de bu gerçek kendini olanca çıplaklığıyla gösteriyordu.

Küba’daki Ekonomik ve Sosyal Politika Değişikliklerinin Filme Yansımaları
Maduro filmin ironik tarafının, filmin finansmanı için Küba ve Venezuela devletlerinin katkıda bulunmuş olması olduğunu söylüyor. Film Küba’dan ICAIC, Venezuela’dan La Villa del Cine ve Fransız ortak yapımı.
Aslında Maduro’nun söylediği gibi bir ironi söz konusu değil. Zira ICAIC’i ve Küba’nın nasıl zengin ve katılımcı bir sosyalizmi olduğunu bilenler bunun bir ironi değil bizatihi Küba devriminin bir özelliği olduğunu teslim edecektir. Kübalılar kendilerini ve sosyalizmlerini eleştirmek, eleştirilerini sanatsal olarak ifade etmek konusunda kendi kalıplarımız içerisinde bazen anlaşılamayacak bir rahatlığa sahip. Bunun güzel bir örneği Çilek ve Çikolata** filmidir. Çilek ve Çikolata da ICAIC’in desteklediği bir ortak yapım. Ancak Çilek ve Çikolata’dan farklı olarak Havanalı Eva’da Küba gerçekliğiyle ilişkisi olmayan öğeler de söz konusu. Filmin bir sahnesinde Eva ve sevgilisi Jorge’yi Havana’da lüks bir restoranda görüyoruz. Eva’yı çantasını sıkı sıkı tutarak otururken gören Jorge şöyle diyor: “Korkma, bu restoranda kimse çantanı çalmaz.” Siz Küba’da böylesine önlemler almayı gerektirecek yaygınlıkta hırsızlık gibi bir olgu olduğunu hiç duymuş muydunuz? Ya da Eva’nın babasının gözü gibi baktığı horozun boğazına kaçan süs taşının aldırıldığı, klinikte geçen sahneye bakalım. Doktor müdahale için bıçak parası olarak 30 peso istiyor. Eva bu parayı çıkarıp verdiğinde babası “Sen bu parayı nereden buldun! Benim neredeyse bir aylık maaşım!” diye yakarıyor. Filmi izleyenler 30 pesoya, Kübalıların ne kadar fakir olduğuna takılıyor. Öyle ya, adam nasıl geçinecek! Küba’da barınma, eğitim, sağlık gibi hizmetlerin ücretsiz olduğunu, karne sistemiyle temel gıda ihtiyaçlarının, hatta puronun bile karşılandığını hatırlamadan bu 30 peso, kendi kültürel kodlarımıza göre acınası bir rakam.

Filmdeki eleştirilerin Küba sosyalizminin çözülmesini aç kurtlar gibi bekleyenlere meze edilebilecek kıvamda olduğunu da belirtmek gerekiyor. Filmin New York Latin Filmleri Festivali’nden 2010 yılında ödülle dönmesi boşuna değil. ABD’nin dağıttığı bu ödüle layık görülen filmin resmi internet sitesinde şu ifadeler geçiyor***:

Fidel Castro’nun emekli olmasıyla sarsılan Küba’da bir tekstil atölyesine hapsolmuş genç bir terzi, güzel elbiseler tasarlamanın hayalini kurmaktadır. Tembel fakat hayranlık uyandıran Kübalı sevgilisinden hüsrana uğrayan Eva, eski yurtsever bir Küba-Amerikalı’yla tanışır ve gözlerini kamaştıran bir gelecek hayali kurmaya başlar. Pek çok aldatmaca ve sürprizden sonra Eva, sevdiği bu iki erkek arasında seçim yapmak zorunda kalır. Beklenmedik bir kararla karşımıza çıkar… Küba’nın geleceğine ilişkin nükteli bir metafor.

Eva filmin sonunda iki erkekle birden evlenir, tekstil atölyesinden ayrılarak yaratıcılığını sergileyebileceği bir özel girişime adım atar. Saldıran değil eleştiren bir film olsa da filmin esas sorunlu tarafını konumlandığı yer oluşturuyor. Küba gündeminde uzun süredir yer alan ekonomik ve sosyal politika değişikleri tartışılırken çekilen film, söz konusu değişikliklerden piyasacılığa doğru bir evrilme bekleyenlerin tarafında yer alıyor.

Fidel’in görevlerini 2006 yılında bıraktığını ise bir tek Türkiye’deki basının bilmediğini sananlar yanılıyorlar. Aradan geçen 5 seneye rağmen bunun hala yeni bir gelişme gibi haber olabildiği bir dünyada, bu “yanlışlık”ın ardında bir art niyet aramamak da mümkün olmuyor.

Etkin Eratalay

* Rigoberto Lopez Pego’yla yapılan söyleşi “Küba Belgesel Sinemasında Rigoberto Lopez ile Kısa Bir Gezinti” başlığıyla Yeni İnsan Yeni Sinema Dergisi’nin 27. sayısında yayınlanmıştır.
** Çilek ve Çikolata filmine ve filmin konu aldığı meselelere dair Bizim Amerika’da yayınlanan yazı: http://haber.sol.org.tr/bizimamerika/gokkusaginin-kizili-41757
*** Filmin resmi internet sitesi: http://habanaeva.com/english/index.html