Malumun ilamı...

Gazetelerde bu sabah bir fotoğraf var
Cezaevinde bayram görüşmesi
Analar, babalar, çocuklar, sarmaş dolaş..
Gülerken ağlayan bir yüz
Bir sevgili ya da bir eş
Elinde bir tutam çiçek tutan küçük kız, sarmaş dolaş.
Ne olacak bütün bunlar?
Bütün bunlar, ne olacak?

Nejat Yavaşoğulları’nın (Bulutsuzluk Özlemi) “Cezaevinde Bayram Görüşmesi” adlı şarkısının, gazetedeki bir haber fotoğrafından hareketle ortaya çıktığı, şarkıyı dinleyen herkes tarafından kolayca anlaşılan bir şeydir. Kısacık birkaç satırda, son derece basit cümlelerle, aslında son derece trajik bir görüntüyü, bütün yalınlığıyla düşüncemize resmeder Nejat Usta.
Final sorusu da bir o kadar yalın ve fakat can alıcıdır. Yalın... Basit... Net... Sek!..
“Ne olacak bütün bunlar?..
Bütün bunlar, ne olacak?..”
Ethem Sarısülük davası esnasındaki uyuklayan hakim ve Savcı görüntüsü düştüğünde mecralara, aklıma ilk gelen bu şarkı oldu. Nejat Usta “Cezaevinde Bayram Görüşmesi”ni yapmamış olsaydı, acaba bu görüntüyü de bu şekilde yansıtır mıydı diye geçirdim bir an aklımdan. Ya da nasıl yansıtılabilinir ki?.. Ne denir ki böylesi bir görüntüye?.. Ne yazılır?..
Sanal mecrada bu sabah bir fotoğraf var
Mahkeme salonunda bir cinayet davası
Analar, babalar, tüm dostlar, gözlerinde yaş..
Uzanıp uyuyakalmış bir Savcı
Koltukta şekerleme yapan bir Hâkim
Elinde terazi ve kılıç tutan adaletin Themis’i..
Belli ki bu sefer utançtan bağlamış gözlerini.
En temizi!..
Yargıya inancın dibe vurduğunun somut görüntüsüdür bu görüntü. Bu görüntüyü hiç kimse, yorgunlukla, zorlukla, dava yoğunluğuyla açıklayamaz.
Sanık Ahmet Şahbaz’ın, “beni verirseniz, ben de amirlerimin verdiği kanunsuz emirleri tek tek açıklarım” dediği ileri sürülmüştü, anımsarsanız. Kamuoyunun baskısı neticesinde dava açılmak zorunda kalınan Şahbaz için Bülent Arınç, “eline taş geldiğini”, başkaları da “37 taş darbesi aldığı”nı söylemişlerdi. Oysa bilirkişi raporları bu söylenenleri yalanlıyor.
Parçalar birleştiğinde çıkacak sonucu görmek bile istemiyorum. Zira bu uyuma rahatlığı, bu rehavet, yorgunluktan değil, olsa olsa ya “nasılsa sonuç belli... kararı en son yazdırır, hatta belki de onu bile yapmaz, flaş bellekten aktarırız” rahatlığındandır ya da “bu davadan nasıl olur da azlettiririm kendimi” rahatsızlığından.
Bu varsayımlardan hangisi gerçek çıkar bilemem. Ama görünen gerçek şu ki, hangisi çıkarsa çıksın, hiçbirinin adaletle, adaletin felsefesiyle, ruhuyla, sosyolojisiyle, hukukla ve yargıyla ilgisi yoktur. Bu uyuklama, “Yargı, Uyuma!.. Adalete sahip çık!” diye bağıran insanların haklılığının göstergesi ve yargı açısından da malumun ilâmıdır sadece.
Dinlenmesinin sonucu değiştirmeyeceğine kanaat getirildiği için dinlenmesine gerek görülmeyen tanıklar..
Üretici firmanın uyarıları ve bilirkişi raporlarına karşın, üretildiği tarihte olmayan bilgisayar yazı fontlarıyla, acemi ve aleni bir şekilde sonradan eklendiği aşikar olan sahte belgelere dayanılarak verilen kararlar..
13 yaşındaki kızın rızasının olduğu kabul görülerek serbest bırakılan tecavüzcüler..
Peruk ve gözlüklerle mahkemeye getirilip, aslında kimliğinin saptanmasına engel olunan sanıklar..
Gizli tanık adı altında, şüpheli ifadelerle mahkum edilen insanlar..
Halkın tepkisinden korkularak başka illere gönderilen davalar..
“Ne olacak bütün bunlar?” diye sormuştu değil mi Nejat Yavaşoğulları?
Sahi..
Bütün bunlar, ne olacak?