Akif Akalın: 'Aşı reddi' ile birlikte zorunlu aşı gereği doğdu

Toplumcu hekim Akif Akalın ile gündemdeki konuyu değerlendirdik. Akalın, geçmişte bizde ve bizim gibi ülkelerde aşılamanın yasal zorunluluk olmadığını ama bu konuda bir direnç de olmadığını anlattı ve aşı reddinin yaygınlaşmasıyla birlikte pek çok ülkede zorunlu kılma hatta para cezası uygulamalarına geçildiğini söyledi.

soL - Haber Merkezi

"Aşı reddi" önce reddedenlerin verdikleri hukuk mücadelesi (!) ile sonra da aşı karşıtlığını savunan yayınların yapılmasıyla ülkemizin gündemine girdi. "Aşı reddi" ile birlikte ülkemizde ve dünyada bir anda hortlayan salgın hastalıklar da gündem oluşturmaya başlamış durumda. Bunun karşısında hurafeleri ve komplo teorilerini bastıracak şekilde ses çıkartmanın yeterli olmadığı da görülüyor. "Zorunlu aşı" konusunu toplumcu hekim Akif Akalın'la konuştuk.

Aşı, daha doğrusu aşı karşıtlığı tartışmalarına geçmeden, bir tarihçe bilgisi var mı aşılamayla ilgili?

Tarihte halk arasında aşılama uygulamasına benzer pratiklere rastlansa da “modern” anlamda aşılama oldukça yeni ve yalnızca 150 yılı biraz aşan bir tarihi var. Avrupa'da aşılamanın hastalıklardan korunmadaki önemi anlaşılır anlaşılmaz 1850'lerde İngiltere'den başlayarak bir dizi ülke aşılamayı “zorunlu” kılan yasalar çıkartıyor ve aşı yaptırmayanlar hem cezalandırılıyor, hem de zorla aşılanıyor.

Bugün de yasalarla zorunlu kılınmasını savunuyorsunuz. Neye dayandırıyorsunuz bu görüşü?

Buradaki mantık şu: Aşı “bireysel” bir olgu değil, “toplumsal” bir olgu. Burada Türkçeye “sürü bağışıklığı” şeklinde çevirebileceğimiz “herd immunity” söz konusu. Mesele, zaten toplum içinde bazı bireylerin çeşitli nedenlerle -mesela bağışıklık sisteminde sorun olabilir, alerjisi olabilir vb.- aşılanamamaları. Yine ne kadar dikkat ederseniz edin, bazıları dikkatten kaçabilir ve aşılanmayabilir. Yani korunmak istediğimiz hastalığın etkeni, her halukarda, ne yaparsanız yapın, toplum içinde aşısız bireyler bulacak ve enfekte edecektir. Dahası aşılandığı halde aşının yeterince koruyamadığı bireyler de olabilir. İşte zorunlu aşının amacı, bu olasılığı asgariye indirmek. Eğer toplum içinde her hastalık için farklı olabilen belirli bir aşılama oranına ulaşırsanız, hastalık etkeninin toplum içinde serbestçe dolaşabilmesini önlemiş oluyorsunuz.

Özetle, zaten her halukarda tıbbi nedenlerle veya ulaşılamadığından toplum içinde aşılayamadığımız bireyler var. Bir de buna "ben çocuğuma aşı yaptırmak istemiyorum" diyenler eklenirse, hastalık etkeni kolayca yukarıda saydığımız kırılgan bireylere erişebilecek ve yayılabilecektir. Yani, mesela benim çeşitli nedenlerle aşılatamadığım çocuğum, toplumda aşılanma oranı belli bir düzeyin üzerine olduğunda korunabilirken, çocuğuna aşı yaptırmak istemeyenler yüzünden aşılanma oranı düştüğünde hastalığa yakalanma riski muazzam artacak.

O halde aşılamaya bir yerde "toplumsal dayanışma" olarak da bakabiliriz. Hani apartmanın çatısı aktığında nasıl en üst kattakilerin zararını hep beraber paylaşmak zorundaysak, aşılamada da aynı tutum içinde olmalıyız. Fakat aynı aşı karşıtları gibi, toplum içinde apartmanın çatı masraflarına kendisi ara dairede oturduğu için katılmak istemeyenler çıkabiliyor. İşte bu durumda kanunun devreye girmesi gerekebilir.

2000'lerden önceki yıllarda doğmuş olan hemen herkes daha ilkokul sıralarından "yarın aşı var" cümlesini hatırlar. Aşı daha önce zorunlu değil miydi? Ya da zorunlu olmaktan çıktı mı?

Geçmişte Türkiye'de ve dünyanın birçok ülkesinde aşılama yasal bir zorunluluk değildi. Çünkü buna ihtiyaç duyulmuyordu. Bugün bile AB ülkelerinin yarısından çoğunda aşı zorunlu değil. Zorunlu aşı meselesi, “aşı reddi” ile birlikte gündeme geldi. Başlarda neoliberal dalganın yükseldiği yıllarda aşı reddi liberal ideolojiye çok uyumlu göründü. Fakat aşı reddi yaygınlaşıp, salgınlar hortlamaya başlayınca, ABD'nin birçok eyaleti ve Avrupa ülkeleri birer ikişer aşılamayı zorunlu kılan yasalar çıkartmaya başladılar. Gerçi bu süreç de neoliberal politikaların iflasına denk geldi. Aşı reddi ideologları, hükümetlerden 1990'lı yıllardaki kadar destek bulamadılar.

Bugün Türkiye de zorunlu aşıyı gündemine almak zorunda kaldı. Geçen yıl dünyada aşı reddinin en yüksek orana ulaştığı Fransa, çocuğunu aşılatmayanlara 4 bin Avro para ve 6 ay hapis cezası uygulamaya başlamıştı. İtalya'da hapis cezası yok ama para cezası var, çünkü aşı reddi Fransa kadar yaygın değil. Almanya'da bazı eyaletler bu yıl bazı aşıları zorunlu kıldı. Yani her ülke kendi durumunu değerlendirerek gerekli yasal düzenlemeleri yapıyor.

Türkiye'ye gelince, geçen yıl Sağlık Bakanı'nın “zorunlu aşı gündemimizde yok” dediğini anımsıyorum. Aslında bizde 2015 yılında Anayasa Mahkemesi “istemeyen çocuğuna aşı yaptırmaz” kararı verene kadar sorun “hukuk” boyutuna taşınmamıştı fakat şimdi meseleyi etikle veya gönüllülükle çözebilmek olanaksız hale geldi. Bu saatten sonra gerekirse Anayasa'da gerekli değişiklikler yapılıp, aşının zorunlu hale getirilmesi şart oldu.

Ebeveynlerin çocuklarını aşılatıp aşılatmayacakları konusunu onların tercihine bırakmak gerektiği görüşü var bir de...

Belki de mesele "çocuk hakları" üzerinden tartışılmalı. Gerçekten "ebeveyn rızası", "çocuğun yaşama hakkı" ile çeliştiğinde hangisi öne geçmeli sorununu tartışıyoruz. Ebeveyne başkalarının çocukları bir yana, kendi çocuğunu mesela çocuk felci veya kızamık olma riskine maruz bırakma "hakkını" kim veriyor? Çocuğunu aşılatmayı reddeden bir ebeveynin çocuğu aşı ile korunulabilir bir hastalığa yakalanıp öldüğünde veya sakat kaldığında, ebeveyn bunun hesabını verecek mi? Bence bunların da tartışılması gerekiyor.