Zafer Aydın'la 'İşçilerin Haziranı' üzerine: Kimisi düğüne, kimisi savaşa benzetiyor o iki günü...

'İşçilerin kimisi düğüne benzetiyor, kimisi savaşa yaşadıkları iki günü. İster düğün desin, isterse savaş, her ikisi de sokaklara hakim olmanın verdiği çoşku içerisinde konuşuyorlar.'

Ali Ufuk Arikan

15-16 Haziran Direnişi'nin üzerinden 50 yıl geçti. Ülke tarihine büyük izler bırakan bu tarihi direnişe ilişkin kısa süre önce önemli bir kitap çalışmasına imza atan Zafer Aydın'la, 'İşçilerin Haziranı'nı konuştuk.

Aydın, "15-16 Haziran’ın  savunma karakteri öndedir, hakların nasıl korunacağına dair tarihi bir örnektir ama hakların kazanılması için nasıl bir yol izlenmesi gerektiğine ilişkin de esaslı bir fikir vermektedir.  Sınıf demeden, sınıfın gücünü devreye sokmadan, örgüte güvenmeden, üyesine güven vermeden bilgi, bilinç, fikir ve ideal olmadan sendikacılık yapılamayacağını göstermektedir. Aynı zamanda sınıf demeden sol siyaset yapılamayacağını da. 15-16 Haziran’ın sahiplenilmesi gereken mirası budur" diyor.

'Belgeler ile tanıklıkları buluşturarak bütünsel bir fotoğraf ortaya koymaya çalıştım'

Türkiye İşçi Sınıfı hareketi tarihinin en unutulmaz, en uzun iki gününü, 15-16 Haziran'ı tanıklarıyla, arşiv kareleriyle, eylemin yaratıcılarıyla birlikte sunan çok önemli bir çalışmanız kısa süre önce yayımlandı. Bu kitabı hazırlama sürecinden başlasak önce, nasıl karar verdiniz "İşçilerin Haziranı"nı yazmaya?

15-16 Haziran kitabını yazma fikrini İlbay Kahraman, Masis Kürkçügil ve Erden Akbulut aklıma soktu. Fikir onlardan çıktı, benim de aklıma yattı ve çalışmaya başladım. Bildiğiniz gibi Sırrı Öztürk ve Turgan Arınır’ın kaleme aldığı, daha sonra Sırrı Öztürk’ün gözden geçirerek yeniden yayınladığı “İşçi Sınıfı, Sendikalar ve 15-16 Haziran” kitabı ile Kemal Sülker’in “İki Uzun Gün” kitabı dışında bu konu üzerine yazılmış, doğrudan 15-16 Haziran’ı anlatan yayın neredeyse hiç  yok. Sülker’in kitabı da daha çok kişisel gözlem ve anıları içeriyor. 15 -16 Haziran’a dair tanıklıklar parça parça pek çok yerde yayınlandı. İşçiler gençler, avukatlar neler yaşadıklarını anlattılar ama bunları bütünsel bir tablo içinde görme imkanımız olmamıştı. Ben belgeler ile tanıklıkları buluşturarak eylemin bütünsel bir fotoğrafını ortaya koymaya çalıştım. Büyük kısmı işçi olmak üzere dönemin aktörlerinden 119 kişiyle görüştüm. TÜSTAV, Tarih Vakfı, Kadir Has Üniversitesi Ulusal Kültür Belgeliği ve Hollanda’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enistüsü (USTE) yer alan çeşitli belgelerden yararlandım. DİSK ve çeşitli sendikalar ile kişisel arşivlerde yer alan belgeleri kullandım. Çok sayıda gazete, dergi, broşür, makale gördüm. Edindiğim belge ve bilgiler ışığında objektif, olgulara dayalı bir 15-16  Haziran öyküsü anlatmaya çalıştım. Bunu ne kadar yapabildiğime karar verecek olan elbette okurlardır.

'Eylem, egemenlerin öngörülerini aştı'

Kitap önce 15-16 Haziran'a götüren süreci anlatıyor, sınıfın nasıl hareketlendiğini, eylem sürecine nasıl ilerlediğini. "Yağmurun habercisi bulutlar" olarak tanımlıyorsunuz bu dönemdeki işçi kabarışını. Bu sürece ilişkin işçilerin değil ama patronların ve ülkeyi yöneten iktidarın cephesine ilişkin bir sorum olacak. Onlar bekliyor muydu, bu kadar büyük bir işçi kalkışmasını tahayyül edebilmişler miydi?

Egemenler aslında biliyorlardı, işçilerin büyük bir eyleme geçeceğini. Bunu öncelikle Cüneyt Arcayürek’in Hürriyet gazetesinde devletin çeşitli kurumlarının belgelerine dayanarak hazırladığı yazı dizisinde görüyoruz. Burada şöyle deniyordu: “Hükümetin 274-275 sayılı kanunlarda teşrii [Yasama yoluya değişiklik] değişikliğe gidilmesini kararlaştırması üzerine, durumun DİSK ve bağlı kuruluşlarca öğrenilmesi neticesinde mezkur [adı geçen] teşekkül derhal faaliyete geçmiş ve tasarıların kanunlaşmasını önlemek maksadıyla bütün teşkilâtına gerek gizli, gerekse bildirilerle   durumu intikal ettirerek bir direnme ortamı hazırlamaya başlamıştır.”

Bir diğer bilgi ise 12 Mart sonrası açılan Madanoğlu dava dosyasında yer alan bir dinleme kaydıdır. Bu dinlemenin devamında yer alan ve dosyaya “yanlışlıkla” giren bir başka kayıtta, MİT elemanı, amirine, Nisan ayının sonları gibi DİSK’in eyleme geçeceği bilgisini aktarmaktadır. Mahir Kaynak, daha sonraki yıllarda bu dinlemeyi kendisinin yaptığını itiraf etmişti. 1970 yılında Mahir Kaynak, DİSK’e bağlı Gıda-İş Sendikası’nın danışmanıydı. Yani eylem bilgisini aktaran da çok büyük olasılıkla Mahir Kaynak’dı. İçişleri Bakanı Haldun Menteşeoğlu da Meclis’te eyleme ilişkin istihbaratın önceden alındığını söylemektedir.

Devletin güvenlik kuvvetleri, 40 bin kişilik bir gösteriyi engellemek üzere hazırlanmışlardı. Esas olarak da önemli gördükleri yolları, kavşakları tutmuşlardı. Ancak hem eylemlere katılımın yüksek olması, hem gösterilerin yaygınlığı yüzünden alınan önlemler yetersiz kaldı. Yani eyleme ilişkin öngörülerini aştı. Öngörülmeyen kısmı da, yarattığı tedirginliği ve korkuyu da  Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç, “ Sosyal gelişme ekonomik gelişmeyi aştı” biçiminde ifade etmişti.

'Yeni mücadelelerin kazanılabileceği fikri...'

Merter'deki direniş kararının çıktığı meşhur toplantıyı konuştuğunuz bir işçi toplantı sonrası nasıl bir ruh halinde olduklarını "Öyle bir hava yaratıldı ki, herkes bir an önce fabrikalara gidelim, sokaklara çıkalım istiyor. Ben çıldıracağım, bir an önce çıkalım edelim istiyorum. Benim etkilendiğim gibi herkes etkilendi" diyor. Nedir bu havayı yaratan, 15-16 Haziran'ı doğuran şeyler?

Öncelikle DİSK’in işçilerin hayattında tuttuğu yerdi. DİSK, sendikal mücadeleyi sınıf mücadelesi içinde gören bir anlayışla işçi haklarını geliştirme mücadelesine asıldı. DİSK’le birlikte işçiler önemli ekonomik kazanımlar elde etti. Ama sadece ekonomik kazanımlar değildi DİSK’le elde edilen. İşyerlerinde, itilip, kakılan, aşağılanan, potansiyel hırsız muamelesi yapılarak üstü aranan işçilerin haysiyetini koruma mücadelesi de, bu konudaki tavizsiz tutumu da işçiler için önemliydi. Yine DİSK işçileri tiyatroyla, sanatla, şiirle, edebiyatla tanıştırdı. Sendika gazetelerinin sayfalarını işçilere açarak onlara kendilerini ifade imkanları yarattı. Eğitim çalışmalarıyla yeni bilgilere ulaşmasını sağladı. Bütün bu nedenlerle işçiler yeniden DİSK öncesi döneme dönmek istemiyorlardı. Eyleme geçiş ruhunda, heyecanında, iradesinde ve kararlığında bu belirleyici bir faktördü.

Ayrıca 1963 Kavel greviyle birlikte işçiler lütuf karşısında “hak” kavramını büyük oranda içselleştirmişlerdi. 68-70 döneminde sendika seçme özgürlüğünü savunan işyeri işgalleriyle birlikte sendikayı savunma hakkı büyük bir meşruiyet kazanmıştı. Yine kazanılmış mücadelelerin verdiği güven, sendikaya, sendikal önderliğe duyulan güvenle birleşince yeni mücadelelerin kazanılabileceği fikrini ateşliyordu.

'Kimisi düğün, kimisi savaşa benzetiyor'

Eylemin yaratıcılarından 15-16 Haziran'ı dinlediniz. 90 işçiyle o günü yüzyüze konuşurken karşılaştığınız tabloya ilişkin neler söylersiniz? Nasıl bir İstanbul vardı bu iki gün?

İşçilerin kimisi düğüne benzetiyor, kimisi savaşa yaşadıkları iki günü. İster düğün desin, isterse savaş, her ikisi de sokaklara hakim olmanın verdiği çoşku içerisinde konuşuyorlar. İşçilerin üretimi durdurduktan sonra sokaklara çıkması eylemin etki gücünü arttırmıştı, ama işçiler için görünür hale gelmek, öfkesini taleplerini haykırmak da oldukça heyecan verici olmuş. Çünkü en tok ve gür haliyle “Biz buradayız “ demiş oluyorlardı.

Eylem işçilerin eylemiydi, ama işsizlerden, apartman görevlilerine, kasabın, manavın yanında çalışandan, genel tuvalette çalışan emekçiye kadar hepsinin buluştuğu bir zemin oldu. İşçi sınıfı varlığını, gücünü, kimliğini, haklarını savunma konusundaki kararlılığını gösterirken Hulki Aktunç’un deyimiyle söyleyecek olursak “Bütün mahalleler ve kent köyleri konuşmaya başlamıştı.”

Son olarak Türkiye'de işçi sınıfının gücünü en net şekilde ortaya koyduğu bu iki tarihi gün geriye nasıl bir miras bıraktı? Buna ilişkin neler söylersiniz…

15-16 Haziran’ın  savunma karakteri öndedir, hakların nasıl korunacağına dair tarihi bir örnektir ama hakların kazanılması için nasıl bir yol izlenmesi gerektiğine ilişkin de esaslı bir fikir vermektedir.  Sınıf demeden, sınıfın gücünü devreye sokmadan, örgüte güvenmeden, üyesine güven vermeden bilgi, bilinç, fikir ve ideal olmadan sendikacılık yapılamayacağını göstermektedir. Aynı zamanda sınıf demeden sol siyaset yapılamayacağını da. 15-16 Haziran’ın sahiplenilmesi gereken mirası budur.

Künye: İşçilerin Haziranı 15-16 Haziran 1970, Zafer Aydın, Ayrıntı Yayınları, Mayıs 2020