Squid Game: Çelişkiler hiyerarşisini doğru dizmek

Eleştirel bir sanat eserinde ideolojik açıdan bakılması gereken temel mesele, sorunsallaştırdığı somut olgu ile onun soyut toplumsal kaynağı arasındaki ilişkiyi nasıl kurduğudur.

Nevzat Evrim Önal

Bir süredir ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Sömürü düzeninin toplumsal sınıflar arasında yarattığı eşitsizlik saklanamaz hale geldikçe, çoğunluğun giderek ağırlaşan yoksulluğu ve azınlığın arsız zenginliği iki kutup olarak gündelik yaşamın her alanında kabak gibi ortaya çıktıkça, ana akım sinema ve dizi sektörü de bu olguya odada oturan fil muamelesi yapamaz hale geldi. “Saklanamayan gösterilmelidir” prensibiyle yoksulluk ve eşitsizlik, spesifik olarak bu konuyu ele almak için çekildiği belli olan ve “sanatsal” değil kitlesel seyre yönelik yapımlarda ele alınıyor. Açlık Oyunları, Snowpiercer, Joker, Parazit, Platform, Nomadland… liste uzatılabilir.

Bu eserlerin tümü, kendi yöntemiyle, eşitsizlik ve yoksulluk olgularına dair toplumda biriken hoşnutsuzluğun, olgunun kaynağı olan özel mülkiyet düzenine yönelmesini engelleme amacı güdüyordu. Bir kısmını soL’da başka yazılarda ele almaya çalışmıştık.

Temkini elden bırakmadan iddiam şudur, Squid Game meseleye böyle değil, gerçekten emekçilerin cephesinden yaklaşıyor.

Çelişkiler hiyerarşisi

İçinde yaşadığımız kapitalist toplumda temel çelişki emek-sermaye çelişkisidir. Ne var ki, bu temel ve soyut çelişki kendisini olduğu gibi değil, kendisinden türeyen bir dizi somut maddi çelişkide (servet eşitsizliği, gelir eşitsizliği, yoksulluk, ekonomik krizler) gösterir; ayrıca toplumdaki diğer tüm politik, ideolojik, kültürel vb. çelişkiye de üzerinde boy attığı zemini sağlar. 

Temel çelişkinin sorgulanması zorunlu olarak düzen dışıdır, ancak ondan türeyen ya da onun sağladığı ortamda şiddetlenen çelişkilerin çoğu düzenin dışında çıkılmadan da sanki havada duruyorlarmış, kendinde şeylermiş gibi sorgulanabilir. Sermayenin ideolojik atmosferinde, özel mülkiyete ve insanların arasındaki maddi eşitsizliğe karşı olmadığınız müddetçe açlığa, savaşlara, kimliklere yönelik ayrımcılığa, çevresel yıkıma, bireysel şiddete vb. karşı olabilirsiniz. Hatta bunun sermaye düzeni açısından faydalı bir yanı dahi vardır, toplumsal tepki semptomlara odaklandıkça çoğunlukla hastalığın kendisi görülmez hale gelir ve tepki, tehlikesizleşir.

Bu yüzden eleştirel bir sanat eserinde ideolojik açıdan bakılması gereken temel mesele, sorunsallaştırdığı somut olgu ile onun soyut toplumsal kaynağı arasında bir ilişki kurup kurmadığı, kuruyorsa da bu ilişkiyi nasıl kurduğudur.

Squid Game bence bu ilişkiyi doğru, hatta çok doğru kuruyor ve bunu ilginç bir yöntemle yapıyor. Dizi yoksulluk ve onun doğrudan türevi olan borçluluk olgusunu ele alıyor ve bu olgu üzerinden “insan bencil ve rekabetçi midir, paylaşımcı ve dayanışmacı mı?” sorusunu odağa yerleştiriyor. Ancak dizide bir ana karakter ve bir takım aralarında eşit yan karakterler yok. Ana karakterden başlayarak neredeyse ip gibi sıraya dizilen, her biri belli birer “tip” olan (yasadışı göçmen işçi, kadın, geleceksiz genç, beyaz yakalı vb.) ve her biri öncekine göre biraz daha az önemli karakterler var. Dizi, ilk iki bölümde genel sahneyi kurduktan ve karakterleri tanıttıktan sonra, her bir karakterin temsil ettiği çelişkiyi, kendi görüşüne göre en önemsizden en önemliye doğru ele alacağı bir akış üzerinden ilerliyor. Kuşkusuz her dizi gibi bunda da üç buçuk, dört saatte anlatılacak bir öyküyü dokuz saatte anlatmaya yönelik bir miktar “dolgu malzemesi” var, ama eser ana senaryosundan sapmıyor.

Dizinin kurduğu çelişki hiyerarşindeki sıralamaya kuşkusuz itiraz edilebilir. Bunun bir kısmı eserin üretildiği yer olan Güney Kore’nin özgünlüklerini yansıtıyor; örneğin Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti mültecisi üzerinden ele alınan çelişki çok önemli ve merkezi bir yer tutuyor. Öte yandan, çelişkiler hiyerarşisinin en tepesinde çok açık biçimde emek-sermaye çelişkisi yer alıyor. Bu çelişki bir yandan dizinin tamamında güçlü bir leitmotif olarak tüm diğer çelişkilerde kendisini gösteriyor; diğer yandan dizinin en sonunda hayli detaylı biçimde ve emekçilerin cephesinden ele alınıyor.

Güney Kore nesnelliği ve Parazit’le karşılaştırma

Son dönemde üst üste Güney Kore’den bu tarz eserler çıkması bir nesnelliğe işaret ediyor. Güney Kore, buradaki sosyalist devrimi boğmak için 1950-53 yılları arasında gerçekleştirilen, içinde Türk askerlerinin de olduğu emperyalist NATO işgalinin gölgesinde kurulan, sosyalizme karşı içine sermaye doldurularak desteklenen bir “proje ülke”ydi. Sosyalizmin yenilgisinden sonra, emekçilerin dünyanın her yerinde yaşadıkları kayıplarla birlikte bu ülke kendi yoksul insanı açısından bir “Cehennem” haline gelmiş durumda. Dizinin ikinci bölümünün başlığı da olan bu kelime, aynı zamanda Güney Kore halkının son yıllarda kendi ülkelerine taktıkları sıfat.  

Güney Kore hayli zengin olsa da (kişi başına GSYİH Türkiye’nin üç katından fazla), aynı zamanda kapitalizmin maddi çelişkilerinin dünya çapında en şiddetli yaşandığı yerlerden biri. Dizinin son bölümünde bir bilgi olarak da veriliyor; hane halkının birikmiş borcu GSYİH’yı geçmiş durumda. Toplumsal dayanışma mekanizmaları zayıf, başarısızlık bireyin sorumluluğu olarak görülüyor, dolayısıyla geçinemeyen birey ya da aileler (bilhassa yaşlılar) yoksulluğu şiddetli bir yalnızlaşma ve çaresizlikle birlikte yaşıyor.  

2020 yılında en iyi film, en iyi yönetmen ve en iyi senaryo Oscar’larını alan Parazit de, Squid Game de bunu anlatıyor. Ama önemli bir farkla: Parazit, Kore toplumunun yoksulluk sorununu, odağa iki yoksul ailenin (zengin bir aileye parazit gibi yapışabilmek için) birbirlerine karşı verdiği mücadeleyi, yani yoksullar arasındaki sınıf-içi itişmeyi, çelişki hiyerarşisinde emek-sermaye çelişkisini önemsizleştirecek derecede üste çıkartarak anlatıyordu.1 Bu yüzden estetiği çok güçlü olsa da “yanlış” bir filmdi. Squid Game ise sinema estetiğinin hemen her unsuru açısından Parazit’ten daha zayıf olsa (ve yazıyı uzatmamak için girmeyeceğim kimi minör hatalar barındırsa) da, ele aldığı çelişkiye yaklaşımı açısından daha “doğru” bir eser.

İkinci sezonunun çekilmemesini, böyle kalmasını umuyorum…