Sokullu'da Rönesans sürüyor: 'İnsan Bencil Mi?'

Sokullu’da Rönesans etkinlikleri devam ediyor. Cumartesi günü gerçekleşen, Doç. Dr. Nevzat Evrim Önal’ın konuşmacı olduğu etkinlikte 'İnsan Bencil Mi?' sorusuna yanıt arandı.

soL - Ankara

Ankara Sokullu Semt Evi’nde birçok önemli bilim insanı, sanatçı, edebiyatçı ve mimarın eserlerini tanıtıp konferanslar verdiği ve birçok dost kurumun katkılarıyla gerçekleşen "Sokullu’da Rönesans" etkinlikleri devam ediyor. 

Cumartesi günü gerçekleşen ve Doç. Dr. Nevzat Evrim Önal’ın konuşmacı olduğu etkinlikte “İnsan Bencil Mi?” sorusuna yanıt arandı. Yazılama Yayınevi’nden çıkan aynı adlı kitabından alıntılar yapan Önal etkinlik sonrası katılımcılara kitaplarını da imzaladı.

Birçok akademisyenin, mahalleden yurttaşın ve öğrencinin katıldığı etkinliğin açılışını Sokullu Semt Evi adına Deniz Aksoy yaptı. Aksoy, Rönesans çalışmasının yeni döneminde gerçekleşecek etkinliklerinin yakında paylaşılacağını duyurup, konuşmacı Doç. Dr. Nevzat Evrim Önal’ın çalışmaları ve hayatı hakkında bilgilendirme yaptı.

Önal konuşmasına başlarken, Ankara’da iki gündür yoğun şekilde yağan kar yağışına rağmen salonu dolduran katılımcılara teşekkür etti.

Konuşmasının ilk bölümünde Önal şunları söyledi:

"Bu kitap üzerine çeşitli vesilelerle tartıştık. Kitap iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm tırnak içinde daha bilimsel, ikinci bölüm yine tırnak içinde daha ideolojik algılanabilir. Ben böyle düşünmüyorum her iki bölüm de bilimsel her iki bölüm de ideolojik. Kitapta günümüze dair tartışmaların bugüne dair altının çizilmesi gereken bazı unsurlar barındırdığını düşünüyorum…

'Bencilleşme ile toplumun genel olarak etik yitimi arasında çok güçlü bir ilişki olduğunu düşünüyorum'

Günümüz toplumunda sadece Türkiye’de değil, ama Türkiye’de çok akut biçimde hissedilen bir sorun olduğunu düşünüyorum. Bencilleşme ile kapitalist toplumun geldiği son emperyalist aşamasındaki olgunlaşma düzeyinin bireye dayattığı bencilleşme ile toplumun genel olarak etik yitimi arasında çok güçlü bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Emperyalist çağ bin sekiz yüzlerin son çeyreğinde açılıyor. Biz bu ortak etiğin yitimini çok daha yakın zamanda hissetmeye başladık. Bunun geçmişte nüveleri olmakla beraber hepimizin olağan felsefi formasyonun temeli olan yirminci yüzyılda bu hissedilmedi. Çünkü Sovyetler Birliği vardı. Sovyetler Birliği'nin varlığı kapitalist toplumun kimi aşırılıklarının frenlenmesini zorunlu kılıyordu. 1991 Noeli'nde ortadan kalktı Sovyetler Birliği ve o zamandan beri bu büyük yenilginin karanlığındayız. Ve o karanlık sadece emek sermaye çelişkisinin maddi kısmında açılmış bir şey değil. Diğer yandan da içinde yaşadığımız toplumda çok şiddetli bir etik yitimi var. Ahlaksızlaşma demeyeceğim tam olarak. Bir ortak ahlakın yokluğunun, içinde yaşadığımız karanlığı çok şiddetlendirdiğini düşünüyorum ve tartışmaya buradan başlamak istiyorum…

'Sovyetler Birliğinin ortadan kalkması bu paylaşımı da çok şiddetlendirdi ve fütursuz hale getirdi'

Özel mülkiyetin dayattığı birtakım zorunluluklar vardır. Sermaye birikmek zorundadır. Sömürülmüş emekten elde edilen sermaye birikimi sonrasında sermayenin üretken olmayan kimi unsurları tarafından da paylaşılır. Ama bir bütün olarak sermaye birikim süreci, bir yanda işçi sınıfının emek sömürüsüne dayanır, diğer yanda da kendi içinde çok yırtıcı paylaşım ve yeniden paylaşım üzerine kuruludur. Sovyetler Birliğinin ortadan kalkması bu paylaşımı da çok şiddetlendirdi ve fütursuz hale getirdi. 

Her toplum kendi egemen sınıfının suretinde şekillenir. Kapitalizmde bu bilhassa çok şiddetlidir. Kapitalist toplumda sıradan emekçi insanlar ve orta sınıfın da çok büyük bir bölümü geçimlerini sağlayabilmek için ihtiyaçlarını giderebilmek için meta ekonomisi alanında alışveriş yapmak zorundadırlar. Genel olarak temel ihtiyaçlarını gidermek ve güzel şeyler yaşayabilmek için birtakım metalar satın almak zorundadır insanlar. Bunun için metaların metası paraya ihtiyaçları vardır.

Sermayenin nasıl bir birikim zorunluluğu varsa, kapitalist toplumun bireyinin de kendi geçimini sağlamak için paraya erişme zorunluluğu vardır. Bu iki zorunluluk iç içe geçer ve tarih boyunca dönüşerek gelmiş toplum ve bireyin günümüzdeki tezahürünü oluşturur. Kapitalist toplum ve kapitalist toplumun bireyi. Bu birey sınıftan sınıfa farklılık gösterir. O farklılık maddi yaşantıda değil, aynı zamanda felsefi var oluşta da kendini gösterir. Ama bunun temelindeki zorunluluk değişmez. İnsanlar geçinmek için paraya erişmek zorundadır. Sermaye birikmek için sömürülmüş emekten yeni zenginlik yaratmak zorundadır. Bu iki zorunluluk bizim gündelik toplumsal işleyişimizi ve nasıl düşündüğümüzü oluşturur…

'İnsanların maddi sınıfsal varoluşları ise bize bir detay olarak sunuluyor'

Ben kitabın özellikle ikinci bölümünde ‘birey kültü’ adını verdiğim bir şeyi incelemeye çalıştım. İnsan bireyine ilişkin çok düşünebiliriz, tartışabiliriz ama bugün hâkim liberal diskurda çerçevesi çizilen birey bir inşadır. Onun gerçekle çok alakası yoktur. 

Bireyin toplumsal sorumluluğu kavramı ne zaman yadsınmaya ne zaman dışlanmaya başladı? Ne zaman gündelik söylemin dışında atıldı? Baktığınızda hemen doksanların başında bir yere gidersiniz. Sovyetler Birliği yıkıldığı gibi çok şiddetli bir şekilde bu alanda gaza basıldı. Evet neoliberalizmin temel argümanlarından biridir bu sorumsuzluk. Ama bu argümanın egemen ideolojinin merkezinde bir yerlere çakılması kapitalizmin ‘Sovyetler Birliği belası'ndan kurtulduktan sonra gerçekleşir…

İnsanların nüansları kişiliklerinin özü gibi bize sunulurken, insanların maddi sınıfsal varoluşları ise bize bir detay olarak sunuluyor. Bir insanın işçi olması veya patron olması arasında bir fark yokmuş, onun yerine ‘çayını kaç şekerli içermiş’ asıl önemli olan onun kişiliğini yapan, bu unsurlarmış gibi bir öykü sunuluyor bize. Bu öyküye karşı çıkabilmemiz için ‘insanlığın öyküsü’ ve o ‘insanlığın öyküsü’ içinde insan bireyinin nasıl şekillendiğine bakmamız lazım. Kitabın birinci bölümünde bunu yapmaya çalıştım. O günden yola çıkarak bugünün inşa edilmiş bireyinin çelişkilerine varabiliyoruz. Bu çelişkileri kurcalamamızın, eşelememizin çok önemli olduğunu düşünüyorum...

'Hayır, dünyayı iyilik severlik falan kurtarmayacak'

Görece yüksek gelirli emekçiler, orta sınıfın bir kısmını içinde yaşadığımız düzen. ‘Sen iyi olma olanağına sahipsin’ argümanı üzerinden zapt ediyor. Ne yaparak? ‘Çöpünü ayrıştır, karbon ayak izini küçült, iyilik sever ol, uygun gördüğün bir derneğe bağış yap’ diyerek. Bu 19. yüzyılın ilk yarısındaki ütopik sosyalizme de bir ucu uzanan, burjuva ve küçük burjuva filantropizminin iyilik severliğinin dünyayı kurtaracağı zannı. Hayır, dünyayı iyilik severlik falan kurtarmayacak. İyilik severlikle falan kurtulamayacak kadar karanlığa battı dünya. Bugün karşı karşıya olduğumuz en tehlikeli argümanlardan birinin, bireysel temiz yaşama, bireysel iyilikseverlik, bireysel ‘suçsuzluğun’ bireyin sorumluluğunu hallediyor düşüncesi olduğunu düşünüyorum…

'Biz devrimi yapacak olan öznelliği kurmak durumundayız'

Kendimizi iyi hissedecek koşulları yaratmamız gerektiğini düşünüyorum. Yoksa böyle bir lale devri ile insanlığın sonuna doğru gidiyoruz. Bu yüzden biz özne kategorisini tekrar düşünmek durumundayız. Birey kendi başına aşkın özne olamayacağı gibi, aşkın özne diye bir şey yok…

Biz devrimi yapacak olan öznelliği kurmak durumundayız. Bizim işimiz bu olmalı. Devrimi yapıp, bu toplumu yıkıp, yenisini kuracak olan öznelliği kurmak zorundayız. Evet devrimi sınıf yapar. Sınıfın yerine de devrim yapılamaz. Ama özne olmadan da sınıf devrim yapamaz. Ahlaki sorumluluğumuz devrimi yapacak olan devrimci örgütlenmeyi kurmak, güçlendirmek, bunu devrime taşımak, içinde yaşadığımız bu berbat toplumsal formasyonu yıkacak birlikteliği inşa etmek…

'Biz sosyalizmi bir kez daha insanlığın ütopyası haline getirmek zorundayız'

İnsanlık nasıl yaşamak isteyeceğine dair ütopyasını kaybetmiş durumda. Biz sosyalizmi bir kez daha insanlığın ütopyası haline getirmek zorundayız. Bunun için ‘insan bencildir’ argümanıyla kavga etmenin ideolojik açıdan çok ilerletici olduğunu düşünüyorum. 

'Biz bir kez daha başında oturacak ateşler yakmalıyız'

Kitap boyunca ateş metaforu etrafında döndüm dolaştım. Ateşin, ocağın insanlığın maddi yaşantısında çok büyük bir önemi var. O büyük önem anlatısına ve gündelik pratiklerine de çok sirayet etmiştir. Ateş başında oturup da hele yalnız değilseniz iyi şeyler hissetmeyeniniz yoktur aramızda. Biz bir kez daha başında oturacak ateşler yakmalıyız. Sokakların köşesinde nöbet tutarken, kent meydanlarında o toplum dediğimiz büyük örgütlülüğün yaşam alanlarını evimizden çıkıp zapt etmeliyiz. Kendi bireysel çıkarlarını topluma dayatan, toplumun zenginliğini rehin almış olanları da bu anti sosyal dayanışları insanlık tarihinde kesin olarak çıkarıp söküp atmalıyız."

Önal’ın sunumu ardından katılımcıların soruları ve katkıları alınarak etkinlik sona erdi. 

Sokullu’da Rönesans’ın ilk dönem etkinlikleri 25 Şubat 2023 Cumartesi 15.00’da “Cumhuriyet Ankara’sının Tahrip Edilmesi” konu başlığında, Ali Haydar Alptekin’in kolaylaştırıcılığında ve Ankara Mimarlar Odası Başkanı Tezcan Karakuş Candan'ın katılımıyla son bulacak.