Mikis Theodorakis'in ardından: Toplumsal kurtuluşun çanları susmayacak

Eşitlik ve özgürlük idealini göz önünde bulundurarak binin üzerinde yapıt üretmiş bir koca çınarını yitirdi çağımız...

Kaya Tokmakçıoğlu

20. yüzyıl, “çağımızın oluşturucu ilkesinin” kendisini tüm görkemiyle dışavurduğu bir çağ olarak belleklere kazındı. Emperyalizm pek çok farklı coğrafyada halklara soluk aldırmazken, Sovyetler Birliği’nin varlığıyla özgüvenini kazanan emekçi sınıflar emperyalizmin tahakkümüne karşı eşitlik ve özgürlük uğruna pek çok yerde ayağa kalktılar. İkinci Paylaşım Savaşı bu karşılıklı mücadelenin özel bir ânına denk düştü ve komünist ütopya faşizme karşı galebe çaldı. Ege’nin öte yakası da bu mücadelenin izdüşümünü tüm iliklerine kadar hissetti. Savaş sırasında komünistlerin Nazi işgaline karşı direnen halk üzerindeki hâkimiyeti ve Avrupa’nın faşizmden kurtuluşu sonucunda daha adil bir dünyaya yönelik genel eğilim, Yunan komünistlerin Metaksas diktatörlüğünden (1936-1941) sonraki prestijini ciddi ölçüde artırdı. Avrupa’daki Nazi işgaline karşı oluşan en büyük direniş gruplarından biri olan Ulusal Halk Kurtuluş Ordusu (ELAS) ve antifaşist direniş cephesi olan Ulusal Kurtuluş Cephesi (EAM), gıda dağıtımı, hijyenik bakım vb. başlıklarda sorumluluk alırken, tüm halkın eğitimini de üstlendi. Uzak köylerde yaşayan halkın büyük bir bölümü, daha önce merkezî devletten böyle bir destek görmemişti. Eğitim ve kültür, 23 Şubat 1943’te kurulan Birleşik Panhellenik Gençlik Örgütü’nün (EPON) sorumluluğundaydı. Savaştan sonra etkili olan birçok sanatçı ve aydın EAM’ın ya da EPON’un üyesiydi. Ve bunlardan biri de 1925 yılında Sakız Adası’nda dünyaya gelen Mikis Theodorakis’ti.

Gençliğin fırtınalı yılları

18 yaşına kadar Yunanistan’ın 8 farklı şehrinde yaşar Theodorakis. Müziğe karşı olan duyarlığının kökeninde Yunan kırsalının ve ada yaşamının gelenekleri ve göreneklerinin büyük payı vardır. Doğumundan itibaren geleneksel Yunan müziğinin varlığıyla büyüyecektir. Büyükannesinden Bizans ilahileri, Çeşmeli annesinden mübadillerin hüzünlü şarkılarını, Giritli babasından da Batı Girit’in halk şarkıları olan rizitika’yı dinler. Müziğe yatkınlığı ilkgençliğinde yaptığı ülke içi seyahatlerle daha da zenginleşir. İkarya Adası’ndaki sürgünde ilk defa duyduğu rebetika’nın popüler müziğine, Atina ve Paris konservatuvarlarında eğitimini gördüğü klasik müziğe ve Yunanistan’ın farklı yörelerinin halk müziğine yaptığı katkılar Theodorakis’i 20. yüzyılın en önemli müzisyenlerinden biri yapmaya yeter de artar. Ne var ki o bir besteciden çok daha fazlasıdır.

İkinci Paylaşım Savaşı’nın pek çok Yunan aydını gibi Theodorakis’i de derinden etkilediğini söylemek mümkün. Komünistlerin işgale karşı direnişte başı çekmeleri, İtalyan ve Nazi işgallerini ülkeden def etmeleri, antikomünist cephenin de hızla örgütlenmesini beraberinde getirir. Daha savaş zamanında düzenin bekasını arzulayan ve Sovyet yanlısı herhangi bir iktidara tahammülü olmayan İngiliz emperyalizminin, dengeleyici bir anti-komünist direniş grubu olarak Ulusal Cumhuriyetçi Yunan Birliği’ni (EDES) kurdurtması iç savaşa giden sürecin habercisi gibidir. Savaşın sona ermesiyle 1945’in Şubat ayında hükümet ve Yunanistan Komünist Partisi (KKE) arasında imzalanan Varkiza Antlaşması ile verilen vaatlere uyulmaması ve başlanan antikomünist cadı avıyla modern Yunan tarihinin belki de en önemli ve trajik üç yılı sahneye konacaktır. 1946-1949 yılları arasındaki iç savaşta komünist olduğundan şüphelenilen binlerce kişiyle birlikte tutuklanan Theodorakis işkence görür ve önce İkarya Adası’na, sonrasında Makronisos Adası’na sürgüne yollanır ve iç savaşın sonuna doğru, 1949’un Ağustos’unda serbest bırakılır. Atina Konservatuvarı’nda ara vermek zorunda kaldığı eğitimini 1950’de tamamlar. 1954’te Paris’e giderek Olivier Messiaen’le bestecilik çalışır ve özellikle Batı’da başarıyla icra edilen bir dizi senfonik eser besteler.

Söz konusu çalkantılı yıllarda Yunan halk müziği yeni bir geleneğin yaratılmasıyla doruk noktasına ulaşır; söz konusu gelenek sanat müziğiyle halk müziğinin özgün bir sentezini teşkil etmektedir. Batılı bir sanat eğitimi almış Theodorakis ile neredeyse kendi kendini yetiştirmiş bir Yunan besteci olan Manos Hacıdakis (1925-1994), yenilikçi bir bakış açısıyla Yunan halk şarkılarını derinden etkiler. Bir bakıma “halka ait bir sanat müziği” olarak kodlanabilecek bu bakış açısı, 1950’lerin sonlarından itibaren büyük bir popülerlik kazanır ve günümüze kadar Yunanistan’ın ulusal müziği olarak kabul edilir. Yunan müzikal geleneğini ve Batı klasik müziğinin öğelerini taşıyan bu yeni tür, aynı zamanda önde gelen şairlerin şiirlerinin bestelenmesini de beraberinde getirir.

Epitaphios vakası

1957’de Moskova’da düzenlenen Uluslararası Genç Besteciler Festivali’nde aldığı birincilik (jüride Dimitri Şostakoviç de vardır), 1959’da elde ettiği Copley Müzik Ödülü (kendisini ödüle önerenler arasında Fransız besteci Darius Milhaud bulunmaktadır) ve aynı yıl Londra Covent Garden’da büyük beğeni toplayan Antigone balesi gibi kariyerindeki pek çok önemli olayın önüne 1960’ta bestelediği Epitaphios geçecektir. Theodorakis’inki, komünist şair Ritsos’un Metaksas diktatörlüğünün arifesinde kaleme aldığı bir şiiri bestelemek kadar bilinçli bir tercihtir. Şaire karşı duyduğu hayranlıkla birlikte hissettiği ideolojik yakınlık, Epitaphios’u bestecinin yapmayı arzuladığı şeyin en önemli araçlarından birine dönüştürür. Ritsos’un uzun şiiri, 1936 yılında Selanik’te tütün işkolunda çalışan işçilerin greve gitmeleri sonucunda polisin müdahalesiyle çıkan olaylarda öldürülen bir genç işçiyi ve ona ağıt yakan annesini konu edinir. Ortodoks Yunan kiliselerinde Paskalya yortusundan önceki cuma günlerinde söylenen Epitaphios’u devrimci bir marşa dönüştüren Ritsos’un şiiri Metaksas diktatörlüğünde yakılacak ve uzun yıllar yasaklı kalmayı sürdürecek, Theodorakis’in bestesi ise Yunan müziğini kalıcı bir biçimde dönüştürecektir. Epitaphios’tan sonra bir müzikal tür olarak rebetiko, çalgı olarak buzuki ve dans olarak zeibekiko öylesine meşruiyet kazanacaktır ki o âna kadar olan tüm geleneksel yaklaşımları yerle bir edecektir.

Epitaphios’un başarısı, Yunan halk müziğinde yepyeni bir dönemin başlangıcı olur. Theodorakis tarafından yönetilen ve kısa süre sonra birkaç besteci dostunu daha kapsayacak şekilde genişleyen hareket, buzuki temelli rebetiko şarkılarında yer alan öğelerin Yunanistan’ın önde gelen pek çok şairinin dizeleriyle birlikte kullanılmasına ön ayak olur. Bu müzikal devrim ya hapishanelerde ya da sürgünde bulunan daha geniş bir entelektüel ve sanatçı hareketine enerji verir. İç savaşın yaralarından kurtulmaya çalışan Yunan halkıyla rezonansa giren solcu aydınlar, komünizm düşüncesinin prestij kazandığı bir mücadelede taraf olmaktadırlar.

İç savaştan Albayla Cuntası’na

İç savaş sonrasında yasadışı ilan edilen KKE’nin pek çok militanı ya sürgünde ya da hapisteydi. 1951 yılında kurulan Birleşik Demokratik Sol’u (EDA) destekleyen parti özellikle EDA’nın gençlik örgütünde oldukça etkindi. 1963’te Yunan parlamentosunun EDA’lı sosyalist milletvekili Grigoris Lambrakis kolluk güçleri ve hükümetten üst düzey yetkililerin karıştığına hiçbir şüphe bırakmayacak bir biçimde katledildi. Theodorakis, bu noktaya kadar partili siyasette aktif rol almamış olsa da öldürülen dostu Lambrakis’in etkisiyle EDA’dan milletvekili adayı oldu ve 1964 yılında seçilip aynı zamanda Lambrakis Gençlik Hareketi başkanlığına getirildi. Bu onu, Yunanistan gençliğinin gözünde çok önemli bir figür haline getirirken, konserlerinin sık sık yasaklanmasına ve polis tacizine maruz kalmasına yol açtı. 60’lı yıllar Theodorakis’in veriminin arttığı yıllar oldu. Yunan şiirinin en önemlilerini müziğe uyarladı. İçlerinde Odisseus Elitis’in To Axion Esti’si, İakovos Kambanellis’in Mauthausen’i, Yannis Ritsos’un Romiosini’si ve Federico García Lorca’nın Romancero Gitano’su gibi pek çok önemli yapıt bulunmaktaydı. Geleneksel Yunan halk şarkılarının zengin malzemesini “metasenfonik müzik” olarak adlandırdığı yeni bir forma dönüştüren Theodorakis, senfonik öğeleri halk şarkıları, Batı senfonik orkestrası ve Yunan çalgılarıyla harmanlayan besteler üretti.

Theodorakis’in müzikal ve politik girişimleri, Nisan 1967’de Yunanistan’ın kontrolünü ele geçiren askeri diktatörlük tarafından kesintiye uğradı. Hedef tahtası olarak gösterileceğinin bilincinde gizlilik koşullarına geçen besteci cuntaya karşı meşru bir direnişi örgütlemek hedefiyle Yurtsever Cephe’yi (PAM) kurdu. Aynı yılın ağustos ayında yakalandı, tüm yapıtları yasaklanmıştı. Buna karşın hem yeraltında hem de hapiste bestelemekten vazgeçmedi. 1968’de Mora Yarımadası’nda yalıtılmış bir köyde ailesiyle birlikte ev hapsine alındı ve buradan sağlığının kötüleşeceği Oropos’taki esir kampına götürüldü. Aralarında Leonard Bernstein, Arthur Miller, Laurence Olivier, Yves Montand, Dimitri Şostakoviç ve daha pek çok sanatçının yer aldığı uluslararası bir dayanışma sayesinde 1970 yılında Paris’e geçmesine izin verildi. Sürgündeyken, dünya çapında turlar düzenleyerek Yunanistan’daki cuntanın gayrimeşruluğunu kitlelere anlatmaya çalıştı, siyasal tutukluların bir an önce özgürlüklerine kavuşmaları için mücadele etti. Sürgün döneminde olağanüstü yapıtlar üretmeyi bırakmadı. Bunlar arasında Pablo Neruda’nın türlerüstü yapıtı Canto General öne çıkmaktayken, Sidney Lumet’nin Serpico filmi için bestelediği müzik belleklerde yer etti.

“Dünya değişirken” komünist kalabilmenin zorunluluğu

1973’te kıvılcımı çakan Politeknik Direnişi ile yıkılmaya yüz tutan Albaylar Cuntası 1974’ün yaz aylarına geldiğimizde nihayete eriyordu. Düzenin restorasyonuyla ülkeye dönen Theodorakis bir yandan bestelerine devam ederken diğer yandan memleket meseleleriyle ilgilenmeye, özellikle Türk-Yunan dostluğunun pekişmesi için çabalamaya devam ediyordu. Bunun için Zülfü Livaneli ile birlikte pek çok oturuma katıldı; özellikle ’80 Darbesi’nden sonra Türkiye’de sık sık konser verdi; yazarlar, şairler, müzisyenler ve aydınlarla görüştü; insan hakları ihlallerine işaret etti. 80’li yıllarda iki defa KKE’den milletvekili olarak meclise girdi. Reel sosyalizm deneyiminin çıkmaza girdiği bir momentte siyaseten farklı arayışlara girdi. Berlin Duvarı’nın yıkılışının ve Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün travmalarını yaşayan 20. yüzyıl aydını gibi Theodorakis de “solun birliği”ni önemsemekle kalmadı, 80’lerin sonunda Muhafazakâr Parti’den milletvekili seçildi ve Başbakan Miçotakis’in (baba) kabinesinde bakan olarak görev yaptı. Sovyetler Birliği’nin olmadığı bir dünyada yer yer akıntıya karşı kürek çekti. NATO’nun Sırbistan’ı bombalamasına, ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgaline sert bir biçimde karşı çıktı; AB’nin ve IMF’nin Yunanistan’a dayattığı kemer sıkma politikalarına karşı 80’li yaşlarında sokağa çıktı. Son yıllarında, Yunanistan ve Makedonya arasındaki tarihsel sorunda milliyetçi bir tutum takınsa da kalbi hâlâ solda atıyordu. Kızıl bayrak altındaki mücadelesini her daim anarak ve bir komünist olarak anılmak istediğini belirterek aramızdan ayrıldı.

Eşitlik ve özgürlük idealini göz önünde bulundurarak binin üzerinde yapıt üretmiş bir koca çınarını yitirdi çağımız. Ölü Kardeşin Şarkısı’ndan (anonim bir halk şarkısının modern bir çeşitlemesidir) son bestelediği opera Lysistrata’ya (Aristofanes’in savaş karşıtı komedyasını temel alır), 1992 Barselona Olimpiyat Oyunları için bestelediği Canto Olmypico’dan (tenor, bas, karma koro ve senfoni orkestrası için yazılmış devasa bir yapıttır) en önemli oratoryolarından To Axion Esti’ye (temel aldığı Elitis’in incelikli yapıtı, İtalyan-Alman işgaline ve Mihver devletlerine karşı örgütlenen Yunan direnişini öne çıkaran, modern Yunan edebiyatının en önemli savaş karşıtı şiirlerinden biridir) kadar müziğin toplumsal rolünün altını çizdi Mikis Theodorakis. İkinci Paylaşım Savaşı’nda Fransız direniş hareketinden etkilenip Paul Éluard’ın şiirine yazdığı İnsan Figürü kantatıyla Francis Poulenc’in ya da savaşın anlamsızlığını, yıkıcılığını vurgulayan Savaş Ağıtı’yla Benjamin Britten’ın bir adım ötesine geçti. “Çağımızın oluşturucu ilkesini”, emperyalist-kapitalist sistemle sosyalizm arasındaki mücadeleyi, aydının bu mücadeleye göre konumlanarak üretebileceğini ve kitleleri dönüştürebileceğini kavrayabilmiş bir aydın, yurtsever ve komünistti Theodorakis. Kızıl bayrak altındaki mücadelesini hayatının en kutsal dönemi olarak görmesi bundandır.