İran İslam Cumhuriyeti nereye?

'İran’ın geleceği ve bazı belirsizlikler için pek çok şey söylenebilir, fakat vurucu olan İran’ın zayıf halka olma özelliğinin gittikçe derinleştiğidir.'

Hakkı Hacınebioğlu

İran 25 Nisan’da Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in sızdırılan ses kaydıyla çalkalandı. Sızıntı ülke içinde ve dışında çok ses getirdi. Cevad Zarif ve hükümet kendini savunmaya çalışırken İslam Devrimi Rehberi Ayetullah Ali Hamaney ve muhafazakarlar bunu saldırı fırsatı olarak değerlendirdi. Cevad Zarif’in Devrim Muhafızları Ordusu’na bağlı Kudüs Gücü’nün eski komutanı Hacı Kasım Süleymani hakkındaki ithamları, bu ithamların kaynağının İran Dışişleri Bakanı ve yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde reformistlerin en muhtemel adayı olması açısından önemliydi.

Zarif’in bir sözlü tarih çalışması kapsamında reformist iktisatçı Said Leylaz’a verdiği yedi saatlik röportajın üç saatlik kısmı Londra merkezli yayın yapan rejim karşıtı Iran International televizyonunda yayınlandı. Röportaj sırasında zaman zaman Zarif’in “Bu bölümün yayınlanmasını istemiyorum” dediği duyuluyor. Zarif, reformist ve doğal olarak dost bir akademisyene sohbet havasında, iktidarları boyunca yaşadıklarını anlatıyor, daha sonra kitap olarak yayınlandığında kırpılması gereken yerlerin kırpılacağından emin olduğu için de açık konuşmaktan çekinmiyor. En azından ilk bakışta anlaşılan budur. Fakat sızıntı, zaten herkesin bildiği bir takım gerçekleri resmi ağızdan doğruladığı gibi Zarif’in siyasi geleceğini de bitirmiş görünüyor.

İran’ın çıkmaz sokağı: reformist hayal kırıklıkları

İran İslam Cumhuriyeti, hala ayakta kalabilmesini geliştirdiği bir takım kabiliyetlere borçludur. Bu kabiliyetlerden en önemlisi farklı siyasetlere ve sermaye odaklarına temsil olanağı yaratabilmesidir. Rejimin elbette bir merkezi vardır, hatta kendisine dolaysız bağımlı halde olan sermaye grupları da mevcuttur. Lakin o bir zümrenin değil büsbütün İran kapitalizminin rejimidir. İran gibi köklü geçmişe sahip son derece büyük bir ülkede aksi zaten imkansızdır. Sözgelimi körfez ülkelerinde olduğu gibi petrol rantiyesine dayanan bir monarşinin İran’da var olabilmesi imkansızdır. Muhammed Rıza Şah’ın iktidarı bunun denemesi ve açık yenilgisidir.

İran siyasetinde farklı siyasi grupların iki kamp halinde temsil edildiği bilinmektedir. Bunlardan reformistler, liberaller ve sosyal demokratlar gibi rejimin merkezinin doğal bir parçası olmayan siyasetlerin toplamıdır. Muhafazakarlar ise her tondan İslamcıların ve bazı milliyetçilerin buluştuğu, büyük çoğunluğu rejimin merkezinin doğal parçası olan siyasetlerin toplamıdır. Kabaca çizdiğimiz bu tabloya devam edelim. Reformistler ve reformist hükümetler, rejimin merkezine doğrudan bağımlı olmayan (ki sayıları sürekli azalmaktadır) burjuvazinin ve molla rejiminden çeşitli nedenlerle rahatsız olan kesimlerin temsilcisi konumunda olmuştur. İran siyasetinde reformistler, bu kesimlerin taleplerinin molla rejimi dahilinde kalmasını sağlamış ve bu nedenle belli sınırlar dahilinde hoşgörülmüştür.

Ali Ekber Haşimi Rafsancani ve Muhammed Hatemi reformist iktidarları, İran’ın Irak ile yapılan ve ağır yıkıma neden olan savaştan sonra toparlanmasında kısmi başarılar elde etmiştir. Bu ekonomik toparlanma için gerekli olan finans kaynaklarının bir kısmı Avrupa sermayesiyle geliştirilen ilişkilerle sağlanabilmiştir. Avrupa ülkeleri ile geliştirilen ilişkiler İslam Cumhuriyeti’nin yalnızlaşmışlığına kısmen çözüm olabilmiştir. Mollaların, daha doğrusu İslam Cumhuriyeti’nin merkezinin ülke yönetimindeki etkisi yine kısmen sınırlandırılmıştır. Rejimden rahatsız olan kesimlerin ve bir takım sermaye odaklarının talepleri belli açılardan giderilse de beklentilerin fersah fersah uzağında kalınmıştır. Bu dönem rejimin yerleştiği, İran kapitalizmini büsbütün kapsadığı, muhalefetin rejim dahiline alınabildiği bir dönem olarak görülmelidir. Şeriat gömleğini giymemekte kararlı olan halk kesimlerinin yine de İslam Cumhuriyeti dahilinde taleplerini dile getirmesi sağlanmıştır. İslam Cumhuriyeti’nin sonucu olan ekonomik yaptırımlar ve savaşla sermaye birikimi sekteye uğramış kimi sermaye gruplarının rejim dahilinde çözüm araması sağlanmıştır. Şeriata sığmayan halk kesimlerinin talepleri büyük oranda gerçekleşmediği gibi, özelleştirmelerin emekçi sınıfların yoksulluğunu derinleştirmesi de ekonomik toparlanma hikayesini boşa düşürmüştür.

2009 yılında seçimlere hile karıştığı iddiasıyla ortaya çıkan “Yeşil Hareket” reformist siyaset ve rejimin merkezi arasındaki ilişki açısından dikkat çekici bir eşiktir. Yeşil Hareket, rejimle uyuşmazlık içindeki kentli halk kesimlerinin rahatsızlıklarının kent merkezlerinde adeta infilak etmesidir. Başta Tahran olmak üzere kent merkezleri milyonlarca göstericiye tanıklık etmiştir. Mir Hüseyin Musevi başta olmak üzere hareketin liderleri İslam Cumhuriyeti’nin temel ideolojisi olan velayet-i fakihi dahi hedef alan eleştirileri dile getirmişlerdir. Uzun süren şiddetli gösteriler rejimi ciddi manada sarsmış, onun devrimden on yıllar sonra bile güvende olmadığını çarpıcı biçimde ortaya koymuştur. Üstelik rejimle uyuşmazlık içindeki kesimleri rejim dahilinde tutmayı başardığı için müsamaha gösterilen reformistler böyle büyük bir soruna neden olmuştur. Bu durum İslam Cumhuriyeti tarihinin temel açmazıdır. Rejimi güçlü kılan ne varsa aynı zamanda onu kırılganlaştırmaktadır. Onun parlak başarıları istisnasız bir şekilde büyük sorunların kaynağı olmuştur. Bu gösteriler sırasında rejim de rejime sadık olanların gösteriler düzenlemesini sağladı. Molla rejimi çevrede yaşadığı her sorunun ardından merkezine sarılma refleksine sahiptir.

2013 yılına gelindiğinde ise bir ay sonra gerçekleşecek olan seçimlere kadar 8 yıl iktidarda kalmayı başarmış son reformist hükümet iktidara geldi. Hasan Ruhani reformist hükümeti, önceki reformist hükümetlerle benzer siyasi program ve vaatlerle hareket etti. Yurtdışında ve iyi eğitim almış bu yeni kadroların iktidarı yukarıda bahsedilen sermaye grupları ve halk kesimlerinin büyük teveccühüne sahip oldu. İran ekonomisinin yaptırımlar ve siyasi yalnızlık nedeniyle yaşadığı finans ve teknolojik olanaklar darboğazına karşı vaadedici oldu. İran halkının üzerindeki dinci baskının yasalar nezdinde değilse de fiiliyatta törpülenmesinde kısmi başarı elde etti. 2015 yılına gelindiğinde ise Ruhani hükümeti en büyük başarısını elde etti. ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Çin ve Rusya ile imzalanan nükleer anlaşma neticesinde ABD yaptırımlarının büyük çoğunluğunun kalkması İran kapitalizminin uzun yıllardır aşamadığı sorunlara çözüm umudu doğurdu. Avrupa sermayesi hızla ve devasa boyutlarda İran’a akmak üzereydi. Öyle ki, İran ekonomisinin takip eden yıllarda yılda yüzde onlara varan büyüme oranlarına ulaşması ve bunu uzun süre koruması bekleniyordu. İran kapitalizmi, molla rejiminin tarihinde görülmemiş sermaye birikiminin arefesindeydi. ABD’de Donald Trump’ın başkanlığa seçilmesi bu durumu tam tersine çevirdi. Trump nükleer anlaşmadan çıkmakla kalmayıp İran’a yeni yaptırımlar uyguladı. İran kapitalizmi, ancak İran-Irak Savaşı ile karşılaştırılabilecek büyük bir ekonomik krize girdi. Ekonomi hızla küçülürken emekçi sınıflar hızla yoksullaştı. Bu durumun bir diğer çıktısı Devrim Muhafızları Ordusu’na ait iktisadi teşekküllere bağımlı olarak var olabilen sermaye gruplarının artış göstermesi oldu. Reformist hükümetin başarısızlığı rejimin merkezinin siyasi açıdan olduğu kadar ekonomik açıdan da güçlenmesine neden oldu.

“Genç ve hizbullahi bir cumhurbaşkanına” doğru

İran 18 Haziran’da yeni cumhurbaşkanını seçecek. Reformistlerin hemen hemen hiçbir şansının olmadığını söylemek mümkün. Tüm umutlarını Viyana’da sürmekte olan nükleer anlaşma müzakerelerine bağlamış görünüyorlar. Zaman zaman başmüzakereci Abbas Arakçi’nin görüşmelerin başarıya ulaşmak üzere olduğuna dair açıklamaları reformist medyada parlatılmaya çalışılıyor. Reformistlerin umut ettiği gibi seçimlerden önce anlaşma sağlansa bile bunun onlara seçim kazandırması çok zor. Desteğini alabildikleri sermaye gruplarının sayısı iyice azaldı, halkın herhangi bir kazanıma dair umudu neredeyse kalmadı.

Seçimlerin muhafazakarlar ve reformistler arasındaki çekişmenin son perdesi olacağına dair değerlendirmeler mevcut. Hakikaten bu seçim rejimin merkezinin daima kuşkuyla baktığı ama yukarıda değinilen nedenlerle müsamaha gösterdiği reformistlerin İran siyasetinden büsbütün tasfiye edilmesiyle sonuçlanabilir. Rejim merkezine yığınak yaparak, tüm sermaye gruplarını kendine bağımlı hale getirerek yeni bir ayar kurabilir. Bu durum rejimin merkezini belli açılardan güçlendirse de şimdiye kadarki başarısının bir kaynağının kuruması manasına gelecektir. İslam Cumhuriyeti tarihinin temel kuralı yine işlemektedir: rejimi güçlü kılan her şey onun aynı zamanda zayıf karnıdır. 2020 yılında gerçekleşen milletvekili seçimleri bunun güzel bir örneği oldu. 5’i müslüman olmayan azınlıklara ayrılan 290 sandalyenin 200’den fazlasını muhafazakarlar kazandı. Reformistlerin perişan olduğu seçimin tüm bunlardan daha önemli bir başka özelliği daha vardı. Seçimlere katılım oranı İslam Cumhuriyeti tarihinin en düşük seviyelerinden birinde, yüzde ellinin altında kaldı. Reformistlerden umudunu kesmiş kesimler rejimin merkezine olan mesafelerini korumaktadır. Rejimin merkezinin kazandığı büyük zaferin arkasında ondan daha büyük bir sorun belirmektedir. Molla rejimi tamamen kontrol dışına çıkma potansiyeli taşıyan “yüzde elli” ile karşı karşıyadır.Tam burada 2018 yılında gerçekleşen protestolarda şah dönemini güzelleyen sloganların dikkat çektiğini hatırlatalım. Monarşizmin İran toplumunda ciddiye alınır bir karşılığı yoktur, örgütsel olarak da neredeyse bir varlığı yoktur. O sloganlar molla rejimine boyun eğmemekte kararlı olan ama tutarlı bir programa sahip olmayan geniş halk kesimlerinin göstergesidir. İran’da molla rejimi ile ne pahasına olursa olsun uzlaşmamakta kararlı olan devasa bir toplam mevcuttur.

Reformistler tüm olumsuzluklara rağmen seçime ciddi bir şekilde hazırlanmaya çalışıyor. En azından bir var olma mücadelesi içinde oldukları söylenebilir. Cevad Zarif, sızıntıya kadar muhtemel çatı adayı olarak ön plana çıkıyordu. Sızıntı bütün bir siyasi geleceğini noktalamış olabilir. Ses kaydının reformistler tarafından kendilerini mağdur göstermek için sızdırıldığı iddiaları da dillendiriliyor. Eğer gerçekten öyleyse beceriksizlik ve başarısızlık abidesi reformistler panik içinde büyük bir hata yapmışlar demektir. Cevad Zarif, ses kaydında Kasım Süleymani’yi dış politikayı baltalamakla suçluyor. Süleymani, öldürülmeden önce de rejimin çok ötesinde bir popülerliği sahip olan bir figürdü. İslam Devrimi’ne gerçekten inanmış ve hayatını ona adamış, İran’da ender rastlanan bir şekilde şahsi menfaat gütmeden inandığı üzere yaşamıştı. Bu haliyle o, rejime sadık olanlar için devrimin saflığının bir sembolüydü, rejime mesafeli olanlar içinse büyük bir vatanseverdi. Süleymani öldürülmeden önce bile adeta Firdevsi’nin Şahname’sinden fırlamış bir ulusal kahraman gibiydi. İran kültüründe yas tutmak ve zalimin zulmüne uğrayan mazlum fenomeni önemli bir yer tutar. Bu durum Süleymani’yi ölümünden sonra adeta bir aziz haline getirmiştir.Süleymani’yi hedef alan bir siyasetçinin bundan zararlı çıkmaması imkansızdır. Üstelik Hamaney, Zarif’i “düşmanın sözleriyle konuşmak” ile itham etti, dış politika hakkındaki sözlerine ise adeta haddini bildirerek cevap verdi. İran’da Anayasayı Koruyucular Konseyi tarafından belli kriterler gözetilerek aday adaylarının adaylığa yetkinliği değerlendiriliyor. Her seçimde ortaya çıkan yüzlerce aday adayından Anayasayı Koruyucular Konseyi tarafında on civarının adaylığına izin veriliyor. Rejimi korumakla görevli kurumlardan biri olan ve üyelerinin yarısının doğrudan, diğer yarısının ise dolaylı olarak Devrim Rehberi (yani Hamaney) tarafından atandığı konseyin Zarif’in aday olmasına izin vermemesi oldukça güçlü bir ihtimal. Zarif aday olsa ve adaylığına izin verilse bile itibarını ciddi ölçüde yitirmiştir. Zarif’in hemen hemen oyun dışı kalması reformistlerin adayının kim olacağına dair belirsizliği arttırdı.

Hamaney, Ocak ayında yaptığı bir konuşmada İran’ın yeni cumhurbaşkanının genç ve hizbullahi olması gerektiğini söylemişti. Bunu rejimin merkezine ve Hamaney’e sadık, adı skandallara karışmamış ve şahin bir cumhurbaşkanı diye okumak mümkün. Hamaney, reformistlerin başarısızlığının ardından zaten neredeyse idareyi eline almıştır. Çin ile yapılan anlaşma gibi pek çok örnekte hükümet devre dışı bırakılarak süreç Hamaney ve çevresi eliyle yürütülmektedir. Seçimde muhafazakarların muhtemel zaferi bu durumun tescili manasına gelecektir. Devrim Rehberi’nin siyaset üstü ve kutsal kişiliğine yürütme erki reisliği de eklenmek üzeredir. İslam Cumhuriyeti’nin ayarlarındaki ciddi bir değişime işaret eden bu durumda da temel kuralın yine işleyeceği kesindir. Hamaney’in şahsında rejim daha da güçlenirken Devrim Rehberliği gibi önemli bir makam iyice siyasileşmekte, dünyevileşmektedir.  Hamaney’in işaretiyle çok sayıda genç sayılabilecek general aday adaylığı başvurusunda bulundu. Fakat adı sanı doğru düzgün duyulmamış bu isimlerin muhafazakarların zaferini zora sokması muhtemel olduğu için Hamaney’in istediği tarzda fakat daha yüksek profilli isimler artık ön plandadır. Ayrıntıya girmeden, halihazırda Yargı Erki Başkanı olan İbrahim Reisi’nin muhafazakarların muhtemel çatı adayı ve doğal olarak İran’ın muhtemel yeni cumhurbaşkanı olarak ön plana çıktığını belirtelim.

Reformistler ağır bir yenilgi, hatta yok olma ihtimaliyle karşı karşıyadır. Rejim merkezini güçlendirmekte fakat onu şimdiye kadar ayakta tutan kabiliyetlerini hızla yitirmektedir. Özellikle kentli emekçilerin rejimle kan uyuşmazlığı diri kaldığı gibi derinleşmektedir. Sürekli hale gelen yoksulluk, emekçi sınıflara yönelik egemen sınıfın saldırıları İran işçi sınıfının örgütlü mücadeleyi öğrenmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu haliyle rejimin ayarlarındaki ciddi bir değişiklik sürecinin yaratacağı kaçınılmaz boşluklar bağımsız bir işçi hareketi için koşulları iyice uygun hale getirecektir. İran’ın geleceği ve bazı belirsizlikler için pek çok şey söylenebilir, fakat vurucu olan İran’ın zayıf halka olma özelliğinin gittikçe derinleştiğidir.