Faillerin değil mücadeleci kadınların hikayelerini yazacağız: İnci Taneleri dizisi üzerine düşünceler

"Demirörenlerin, Erdoğanların hikayelerinin figüranı olmak istemiyorsak, geriye kendi hikayelerimizi mücadeleyle yazmak kalıyor."

Yaren Yılmaz*

Her geçen gün artan hayat pahalılığıyla sinema, tiyatro gibi kültürel faaliyetlere erişimin emekçiler açısından neredeyse imkansız hale geldiği bugünlerde televizyon dizileri, erişilebilir ve sürükleyici bir seçenek olarak herkesin hayatında yer ediyor. Bir yanıyla bizim hikayelerimizi anlatan bu diziler, diğer yanıyla hikayelerimize, zihinlerimize, normlarımıza müdahale ederek onları sermaye iktidarının arzuladığı kalıplara sokmayı amaçlıyor. Özellikle ana akım medyanın devasa medya tekellerinin elinde olduğunu da hesaba katarsak televizyon, kapitalizmin kullanışlı ideolojilerini emekçilere aktarma ve belli anlatılara sürekli maruz bırakarak bunları normalleştirme gibi çok önemli işlevlere sahip. Bu nedenle herhangi bir televizyon dizisini yalnızca kendi içeriği ile değil toplumsal ve ideolojik olarak oturduğu bağlam açısından da değerlendirmemiz gerekiyor. 

Evlerinde hayattan koparılan kadınlar

Bu yazının konusu son günlerde çok konuşulan, Yılmaz Erdoğan’ın senaristliğini yaptığı İnci Taneleri dizisi. Dizi ile ilgili tartışmalar, Yılmaz Erdoğan’ın buğulu sesiyle okuduğu “Senin aşkın değil sadece, failin olmak da varmış…” dizeleriyle açılan fragman ile başladı. 1 Burada, hepimizin bildiği vahim tablomuzdan biraz bahsedelim isterim. Her gün en az 1 kadının öldürüldüğü bu ülkede katledilen kadınlar en çok da partnerleri tarafından öldürülüyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu 2023 Yıllık Raporu’na göre 2023 yılında en az 315 kadın cinayeti, 248 şüpheli kadın ölümü mevcut. Öldürülen kadınların %65’i evinde, %41’i ise evli olduğu erkek tarafından öldürülmüş. 2 TÜİK’in son açıklanan 2023 Kasım Ayı istatistiklerine baktığımızda işsizliğin erkeklerde %7,5 iken kadınlarda %11.8 olduğunu, aynı döneme dair DİSK-AR’ın hesaplamasında ise geniş tanımlı işsizliğin erkeklerde %18, kadınlarda %30’u aştığını görüyoruz. 3 Yine TÜİK’in geçtiğimiz hafta açıkladığı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’nda kadınların gelirlerindeki artış erkeklerin gelirlerinin yüzde 74'ü kadar olabildi. 4 AKP iktidarının kadınları sokmaya çalıştığı “dinci gericilik, annelik ve güvencesizleştirilmiş kadın emeği” eksenli kalıp, cezasızlık politikalarıyla da birleştiğinde kadına şiddet sürekli katmerlenerek artıyor. Bu öfke uyandırıcı korkunç tabloyu meşrulaştırabilmek, toplumun isyan etmesini önleyebilmek için iktidarın en önemli ideolojik silahı mağdur suçlayıcılığı yaparak şiddete uğrayan kadını bir kez daha mağdur etmek oluyor. Fail ise ya münferit psikiyatrik bir vaka olarak gösteriliyor ya da aşk, sevgi bahanelerinin arkasında cinayet romantize ediliyor. Kadınların yaşamdan koparılmasına karşılık biçilen ceza bir takım elbise, ağız ucuyla söylenen “Hakim bey çok aşıktım, çok pişmanım” sözleriyle hemen düşürülüveriyor.

Türkiye’nin mevcut gerçekliği olan, kadınların yaşamak için mücadele vermek zorunda kaldığı bu tablo ise dizinin ilk bölümünde tamamen tersine çevriliyor. Ana karakterimiz, Yılmaz Erdoğan’ın canlandırdığı Azem, meğer işlemediği bir cinayeti kabul edip cezasını çekmiş. Bu pek babacan, yüce gönüllü ana karakterimizin masumiyeti de gözlerinden belli oluyormuş! İşin asıl ilginci, Azem karakteri aslında masum olduğunu söylemesine rağmen fail olmakla empati yapmaktan kaçınmıyor. Hapisten çıkar çıkmaz ölen eşinin mezarına gidiyor, kendi yazdığı “Fail” adlı kitabından “Senin aşkın değil sadece, failin olmak da varmış…” şiirini okuyor. Yani dizi, toplumu hayatta kalan kadınlarla değil, çelişkili bir faille empati kurmaya, onun hikayesini izleme zorluyor. Bu sırada kadın cinayetleri sevgi süsüyle sığ bir şekilde romantize ediliyor. 

Kahraman bekleyen Dilber’ler

Diziye dair daha çok konuşulan ise yayınlanan ikinci fragmanında bir pavyonda çalışan Dilber karakteri oldu. Sosyal medyada çekilen videolar, Dilber’in giydiği elbisenin e-ticaret sitelerinde en çok satanlar listesine girmesi, Ankara’da pavyon danslarının açılmaya başlanması derken pavyon kültürü yeni bir “trend” oldu. Hatta o kadar konuşuldu ki “devlet büyüklerimiz” konuya müdahil olmak zorunda hissetti. Eski bakan Masum Türker’in katıldığı bir TV programında yaptığı “Hakikaten ya… Pavyonda böyle güzel kadınlar mı var?” yorumu kadın örgütlerinden tepki topladı. 5 Bütün bu acayip furyada üzeri örtülen pavyonda çalışmak zorunda kalan kadınların uğradığı şiddet, istismar oldu.

Sömürü düzeni bir yandan kadınların çalışma hakkını tartışmaya açan Diyanet fetvaları ve AKP’nin üzerinde çalıştığı esnek çalışma mekanizmalarıyla kadın emek gücünü daha da değersizleştirmeye ve güvencesizleştirmeye çalışıyor. Diğer yandan da şiddete, işsizliğe, yoksulluğa mahkum bıraktığı kadınları TV’deki pavyon güzellemeleriyle şiddet, taciz, istismar sarmalının daha da derinliklerine çekmeye çalışıyor. Sosyal medya üzerinden yapılan yorumlarda “Aman canım siz de her şeye burun kıvırıyorsunuz.” diyenler yanında, “Pavyonlar Türkiye’nin gerçeği değil mi? Hem belki pavyonda çalışan bir kadının hayatını, karşılaştığı zorlukları anlatıyordur.” diyenler de var. Oysa dizinin ilk bölümü bu iyimser yorumları hiç de doğrulamadı. Dizinin ana karakterlerinden biri olan Dilber ilk bölümde pavyonda dans ettiği ve Azem’e olan ilgisini dışa vurduğu sahnelerle seyirciye tanıtıldı. İkinci bölümde ise bu ülkede yaşayan pek çok kadın gibi uzaklaştırma kararlarının işlemediği ve boşanmak istemeyen belalı bir kocası olduğunu öğrendiğimiz Dilber’in, kurtuluş için başka bir erkeğe kendisini sevdirme çabasını izledik. “Hiçbir erkek bugüne kadar onun karşısına dikilmeye cesaret edemedi” diyen Dilber üzerinden seyirciye verilmek istenen mesaj açık: Kadınlar hep bir kahraman bekler, onların kaderlerini değiştiren hep erkekler olur.

Kendi hikayesini kendi yazan kadınlar

Bütün bu tartışmalara rağmen (daha doğrusu onlar sayesinde) dizinin ilk bölümü çok başarılı bir reyting yaptı. Bu reytingler Kanal D patronu Demirören’i epey mutlu etmiş olsa gerek. Evet evet, bildiğimiz yandaş, işçi düşmanı olan Demirören. Hatta geçtiğimiz günlerde bir kadın çalışanını hamile kaldığı gerekçesiyle işten atan Demirören! 6 Hiç şaşırmadık değil mi? Ancak Demirören ve benzerlerinin hiç beklemediği bir şey yaşandı ve o kadın emekçi, Kadın Dayanışma Komiteleri ve Patronların Ensesindeyiz Dayanışma Ağı ile birlikte mücadele etmeye başladı. 7

Yazının başına dönecek olursak, günümüzde hiçbir televizyon yapımı sermayeden bağımsız olamayacağı gibi mevcut kültürel ve toplumsal dinamiklerden de bağımsız olamaz. Yılmaz Erdoğan’ın İnci Taneleri dizisi ise bilinçli bir şekilde öne çıkarılan kadın cinayetlerini romantize eden sahneleriyle ve kadın bedeni üzerinden yaptığı PR çalışmasıyla kendini kadınların yaşam ve özgürlük mücadelesinin karşısında konumlandırmıştır. Bu PR çalışmasının ve akabindeki tartışmaların yarattığı gündem, dizinin “aslında ne anlatmak istediğinin” önüne geçmiştir. Dizi, kadınla değil faillerle empati yapmayı tercih etmiştir. Bu esnada yakaladığı reyting oranlarıyla Demirörenlerin yüzü gülerken, potansiyel kadın cinayetlerine popüler bir gerekçe sunmuş, kapı aralamış, kadınların yaşadığı güvensizliği katmerlendirmiştir. 

Bugün Türkiye’de kadınlar olarak ihtiyacımız olan şiddetsiz, sömürüsüz insanca bir yaşamdır. Sevgi ve eşitlik temelinde birliktelikler kurmak, hamile kaldık diye işten atılmayacağımız güvenceli işlerde çalışmak istiyoruz. Hayalimizdeki ülkeye kavuşmak için bir araya gelmemiz, mücadele eden kadınların hikayelerini anlatmamız gerekiyor. Demirörenlerin, Erdoğanların hikayelerinin figüranı olmak istemiyorsak, geriye kendi hikayelerimizi mücadeleyle yazmak kalıyor.

* Yaren Yılmaz- Kadın Dayanışma Komiteleri (KDK)