Eskişehir Halk Sahnesi'nden 'Değil': Oğlu madende çalışan bir babanın kaza günü yaşadıkları...

Eskişehir Halk Sahnesi madenci üçlemesinden 'Değil' oyununu İstanbul NHKM'de sahneledi. Erkal Umut ve Latif Tiftikçi'yle oyun üzerine söyleştik.

Efe Eğilmez

Eskişehir Halk Sahnesi'nin tek kişilik oyunu 'Değil', oğlu madende çalışan bir babanın kaza günü yaşadıklarına odaklanıyor. Erkal Umut'un yazıp yönettiği 'Değil'i Latif Tiftikçi oynuyor. Oyunda ses, ışık, efekt ve film yönetimiyse Tansel Şahinoğlu'na ait.  'Linyit Yanığı' ve 'Demirden Odalar' ile birlikte bir üçlemenin parçası olan 'Değil' üzerine Erkal Umut ve Latif Tiftikçi ile söyleştik.

Değil oyununu sahneleme motivasyonunuz neydi, siz bu oyunu nasıl tarif edersiniz?

Erkal UMUT: Oyunumuz, konusunu Soma, Karadon, Ermenek, Kozlu, Bartın gibi madenlerde yaşanan maden kazalarından alıyor. Ülkemizde sıklıkla yaşanan iş cinayetleri en çarpıcı şekliyle maden kazalarında görülüyor. Maden kazalarında ölen işçilerin ardından hamaset yüklü “ağıtlar” dökülerek, bir anlamda ölümler meşrulaştırılıyor. Örneğin “Bir avuç kömür için hayatlarını verdiler,” ya da “Yerüstünü ısıtmak için öldüler,” gibi gerçeklikle ilgisi bulunmayan anlatımların ardına cinayetlerin failleri gizlenebiliyor. 

Kuşkusuz, maden işçileri bir avuç kömür için ya da yeryüzünü ısıtmak için inmiyorlar madene. Kendilerinin ve ailelerinin karınlarını doyurabilmek için iniyorlar madene. Ve daha çok kâr edebilmek adına, güvenlik önlemleri alınmadığı için ölüyorlar. 

Oyunu sahneleme motivasyonumuz yaşanan bu gerçekliğin sahnede gösterilmesine, ele alınmasına dayanıyor diyebiliriz.
Maden kazalarını konu alan oyunumuz belgesel bir niteliğe sahip değil, ancak diğer yandan belge ve olgulara dayalı bir çalışmanın ürünü. Oyun odağına maden kazalarını almış olsa da bir maden kazasının ürküntü veren korkunçluğu ve bunu yaşayan maden işçilerinin yaşadığı dehşeti sadece bireysel dramlar üzerinden değil, maden kazalarına yol açan toplumsal düzenin, sosyal ve ekonomik olguları üzerinden ele almaya gayret ediyor.

Latif TİFTİKÇİ: Egemen olan yapı, medyası ve pek çok sözcüsüyle “iş kazası” diyor göz göre göre yaşanan ölümlere. En temel, en insani önlemlerin alınmadığı, ancak kazalar sonrası açığa çıkıyor. Çalışanların ihmalkârlığına ya da birkaç kişinin sorumluluğuna yüklenerek üzerleri kapatılmaya çalışılıyor. Normal bir hukuki süreç işletilse, altından çürük bir sistem çıkacak. 

Bizim oyundaki amacımız, böylesi vurgulamaların yanı sıra, işçilerin bu koşullarda nasıl çalışmak zorunda kaldıklarını da işlemek. İstedikleri, özledikleri hayatın; insanlığın arzusu olduğunu da vurgulamak.

Bir maden kazasını, madenci hikâyesini tek kişilik bir oyunla anlatmak zor muydu? Tek kişi üzerinden böylesi devasa bir konuyu ele almak işinizi zorlaştırdı mı?

Erkal UMUT: Tek kişilik oyunların yükünün ağır olduğu yönünde genel olarak bir kanı söz konusu. Ancak buna katılmak mümkün değil. Oyuncunun sahnede bir saat boyunca yoğun bir etkinliğin içinde olması nedense işinin zor ve ağır olduğu kanısı uyandırıyor. Kuşkusuz zor ve ağır olduğu an ve durumlar olabilir ancak oyuncu zaten oyunculuğu gereği bunu yapmak durumunda. Tek kişilik bir çaba, oyuncunun yaptığı işi zor ve özel kılmıyor bize göre. Tek veya çok kişilik bir oyunun metni, sahneleme aritmetiği, ele alınan konuların gerçeklikle ilişkisi, onu irdeleme tutumu ve seyirci ile kurulması hedeflenen bağ gibi öğelerin zorluğu ve ağırlığı söz konusu bizler için.

Latif TİFTİKÇİ: Tek kişilik başka oyunlarımız da var. Bu nedenle tek kişilik oyunlara yönelik pek çok yaklaşımla karşılaştık. Sanki “tek kişilik oyun” diye bir tarz varmış gibi bir yaklaşım da söz konusu. Oysa böyle bir tarzdan söz edemeyiz. Sahnedeki oyuncuya, oyunun ötesine geçen bir kutlamayla karşılaşabiliyoruz bazen. Bizim amacımız, oyun üzerinden anlatmak istediklerimizi izleyiciye taşıma çabası. Oyuncu sahnede tek olsun ya da çok kişi tarafından sahnelensin oyun; o oyunla aktarılmak istenen neyse bunu başarma gayreti. “Değil” oyunumuzda maden kazası ve madenci hikâyesini bir babanın yaşadıkları ve hissettikleri üzerinden aktarmaya çalışıyoruz. Tercihimiz tek kişilik bir oyun üzerinden oldu. Bir yanıyla tiyatromuzun olanaklarıyla da ilgiliydi bu tercih.

Yazarımız ve yönetmenimiz Erkal tek kişilik bir çatı üzerinden ördü hikâyesini ve sahneleme kurgusunu. Bu sahneleme içerisinde anlatımın ihtiyaçları oranında efektler, perdeye yansıyan görüntüler, sahne içi baret ışıkları kullanımları söz konusu. Burada da oyunu teknik olarak yöneten Tansel devrede. Önemli bir işlevi var bu yönetimin.

Günümüzde tek kişilik anlatı oyunları hep birbirini tekrar eden bir seyir izliyor. Sizin oyununuzdaysa tekil bir anlatı üzerinden kolektif bir hikâyenin örüldüğünü görüyoruz. Bunu nasıl başardınız, bize biraz anlatır mısınız?

Erkal UMUT: Topluluk olarak bizlerin de katıldığı Bertolt Brecht’in bir cümlesi bu sorunuza yanıt olabilir: “Gerçek yaşamın süreçlerinin sahnede nedensellik özellikleri ile açığa çıkarılması ve seyircinin de bu ‘açığa çıkarma’ üzerinden sahne ile ilişki kurmasını sağlayacak şekilde öykünün yansılanması”. 

'Değil', bir üçlemenin parçası. Üçlemenin diğer oyunları 'Linyit Yanığı' ve 'Demirden Odalar'... 'Değil' bu üçlemede nereye oturuyor?

Erkal UMUT: Üçlemenin her bir oyunu aynı eksen öyküye sahip. “Linyit Yanığı” adlı oyun çok sayıda oyuncu ile oynanabilecek bir oyun. Bir maden kazasından sonraki birkaç saati maden içinden ve maden dışından anlatıyor. “Demirden Odalar” adlı oyun ise bir madenci mezarlığında mezarlık bakıcısı ile eşini maden kazasında kaybeden genç bir kadın üzerinden maden kazalarını ele alıyor. “Değil” adlı oyunumuz da oğlu madende çalışan bir babanın kaza günü yaşadıklarını işliyor. Her bir oyun, maden kazalarının nedenlerine insan öyküleri üzerinden farklı zaman, yer ve konumdan bakıyor. Her üç oyunun irdeleyici tutumu toplumsal düzen ve ilişkilere yaslanıyor. “Linyit Yanığı” ve “Demirden Odalar” adlı oyunlar Mitos Boyut tarafından basılarak yayınlanmıştır.

Eskişehir Halk Sahnesi’nin diğer oyunlarından biraz bahsetmek ister misiniz? EHS seyirciye ne anlatmayı, neyi paylaşmayı amaçlıyor?

Latif TİFTİKÇİ: 2006 yılında bir atölye çalışması ve sonrasında çıkan oyunla başladı Eskişehir Halk Sahnesi süreci. “Diyar-ı Eskişehir” adlı bu ilk oyunumuzda Eskişehir’i tarihsel ve kültürel yaşam özellikleriyle ele aldık. Geleneksel tiyatromuzun ögelerinden, meddah anlatımlarından yararlanarak sahneleyip oynadık iki sezon boyunca.

İkinci oyunumuz, gene bir atölye çalışması sonrası oluşan grupla oynadığımız Dario Fo’nun “Kadın Oyunları”ydı.
Üçüncü oyunumuzla birlikte Erkal Umut ve Tansel Şahinoğlu devreye girdi. Erkal’ın yazıp yönettiği “Galileo’nun Korkunç Düşünceleri” adlı oyunu halen sergilemeye devam ediyoruz. Galileo’nun teleskobu keşfiyle bilim ve matematiğin gelişimi artık gözlem, bulgu ve kanıtlarla işlemeye başladı. Ancak dinsel hükümranlığın bu gelişimdeki direnciyle hiç de kolay bir süreç değildi. 

Oyun, Galilei’yi bu çatışmanın ortasında teleskopuyla yapayalnız bırakan süreci; Galilei’nin bilimsel inadı ile yükselme arzusunun günün siyasal, dinsel ve ekonomik arka planında onu nerelere sürüklediğini; bilim insanının bilimsel gerçekleri dile getirdiğinde, hangi ekonomik güç veya iktidar sahiplerini nasıl rahatsız edebileceğini ve bilim insanın başına neler gelebileceğini tarihi bir örnekten yola çıkarak aktarmaya çalışıyor. 

Ardından Nâzım Hikmet’in “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?” eseri geldi. Erkal bu önemli eseri sahneye uyarladı ve yönetti. Nâzım Hikmet'in 1920'li yıllarda yazdığı manzum roman, Hindistan’daki sömürge karşıtı mücadele içinde yer alan Benerci adındaki yurtsever bir gencin yaşadığı olaylar üzerinden sömürgeciliği ve ona karşı mücadeleyi ele alıyor.

Düşsellik ile gerçekliğin iç içe geçtiği bu oyunda, aynı zamanda; sömürgeciliğe karşı mücadeleye olan inanç ve bağlılık, yurtsever sorumluluk, mücadele arkadaşlığı, toplumsal fedakârlık gibi konuları Nâzım’ın dizeleri ile sahneye taşıdık.

Nâzım Hikmet’in yaşadığı dönemler için, öz ve biçim bakımından devrim niteliğinde sayılabilecek manzum romanın bu yenilikçi yapısı, sahne üzerinde de birçok yenilikçi teatral uygulamalara kaynaklık ediyor.

Bu oyunumuzu da sergilemeye devam ediyoruz.

Ayrıca Eskişehir Halk Sahnesi’nin bir oyuncusu olarak, müzisyen arkadaşlarım Barış Yıldırım ve Murat Mengirkaon tarafından kurulan “Geniş Merdiven Orkestra” içinde yer alıyorum. Adına “Epik Oratoryo” dediğimiz bir anlatım, sahneleme yapıyoruz. Tek başına tiyatro oyunu ya da tek başına konser diyemeyeceğimiz bir anlatım tarzı bu. Halen Nâzım Hikmet’in “Şeyh Bedreddin Destanı” eserini sergiliyoruz. Barış ve Murat bu destanı baştan sona bestelediler. Ben de oyuncusu olarak yer alıyorum. Grubumuzdan Tansel Şahinoğlu da zaman zaman bu gösterimlerimizin teknik yanında bizimle birlikte oluyor.

Oyunlarımızda “Galileo’nun Korkunç Düşünceleri” gibi bilim ve dogmanın çatışmasını 400 yıl öncesinden; “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?” gibi işgale ve sömürüye karşı bağımsızlık mücadelesini Hindistan üzerinden; “Değil” oyunumuz gibi maden kazalarını ülkemiz ve günümüz üzerinden yansıtmaya çalışsak da; hepsinde amacımız, bu olguların berisindeki toplumsal, siyasi, ekonomik ilişkileri vurgulayarak aktarmaya çalışmak. İzleyiciyi hikâyelerin dışında bırakmadan, yalnızca izleyici kalmalarının önüne geçecek anlatım arayışları içerisinde…