ANALİZ | Putin’i anlamamanın iki yolu

Kendi ülkesini dönüştürebileceğini tahayyül edemeyen, başka ülkelerin dönüşebileceğini de düşünemiyor. Uluslararası siyaset, ülkelerin içlerindeki sınıf mücadelelerinden azade gözükmeye başlıyor.

Yiğit Günay

Yıllar yılı, hem dünyada hem ülkemizde en fazla gizemlileştirilen, anlaşılması güç bir kapalı kutu gibi resmedilen liderler listesinin başına koyabiliriz Putin’i.

Oysa ortada bir gizem yok. Daha doğrusu, her kapitalist devlet ne kadar gizemliyse, Rusya da Putin yönetiminde o kadar gizemli. Bunu, şöyle de okuyabiliriz: Her kapitalist için geçerli olan temel kurallar nelerse, Rusya için de geçerli.

Anlaşılmayacak bir şey yok. Fakat, anlamayan çok.

Batı, anlamıyor değil. Çarpıtıyor. Bilerek, isteyerek. Bu yüzden, fikir dünyasının gıdasını batıdan alanların Putin’i anlama şansı yok.

Fakat bir de, bir kesim “anti-emperyalist” var, hem dünyada hem ülkemizde. Onlar için dünya, devletler arası bir savaş meydanı. Baktıklarında, emperyalizmin baş aktörü ABD’nin gerilemesi gerektiğini görüyorlar. Geriletecek gücü, ancak Rusya gibi devletlerde buluyorlar. Bu tarafgirlik, giderek Rusya’daki iktidarı bütün olarak kollamaya kapıyı aralıyor. Dünyaya böyle bakanlar da Putin’i anlamıyor.

* * *

İlk kesimden başlayalım.

Bu hafta Trump destekçisi, ABD’li sağcı gazeteci Tucker Carlson, Moskova’da Vladimir Putin’le iki saatin üzerinde bir mülakat yaptı. Basına, özellikle dış basına bu tarzda mülakatları pek az veren Putin’in sözleri, haliyle tüm dünyanın ilgisini çekti.

The Washington Post’ta mülakata dair değerlendirme, bizim buraların liberal yayını Oksijen tarafından da haberleştirildi. Söz konusu yazıda, mülakat şöyle tarif edildi:

“Sözünü kestiğinde Carlson'ı uyaran Putin, Ukrayna'daki savaştan ABD ile ilişkilere, hapisteki Amerikalı muhabir Evan Gershkovich'in durumundan yapay zekaya kadar her konuda ahkam kesti. Görüşmenin sonunda Putin'in Ukrayna'ya karşı yürüttüğü acımasız savaşı sona erdirmeye hiç niyeti olmadığı anlaşıldı.”

Bir devletin devlet başkanının, o devletin dahil olduğu savaşa, ABD’yle ülkesinin ilişkilerine dair konuşmasına “ahkam kesmek” demek… Bir de “yapay zeka” eklenmiş, ki, Putin Carlson’un bu konudaki sorusuna “yanıtlamak için uzman olmanız gerekir” diye cevap veriyor. Batı’nın en saygın gazetelerinde, lise mecmuası üslubuyla kara çalınıyor, Türkiye liberalleri de haber olarak bunları tercih ediyor.

Not edip geçmek yeter, üzerinde durmaya değmez.

* * *

İkinci kesim, bizim açımızdan daha önemli.

“Dış habercilik”te on yıllardır hem dünyada hem ülkemizde İngilizce, hakim dil. Batı propagandasına karşı İngilizce’de bilgi, veri, görüş, yorum üreten kesimlerde, ABD ve Kanada’daki kimi çevreler uzun süre büyük emek verdi. Ülkemiz dış haberciliğinde de bu kaynaklar hep yakından takip edildi.

Bu çevrelerin bir özelliği, dünyaya bakış ve analizlerinde zaman içinde kaçınılmaz bir savrulmaya yol açtı: ABD ve Kanada’nın “antiemperyalist” aydınları, ülkelerindeki nesnellik nedeniyle, yine on yıllardır kendi ülkelerinde bir işçi sınıfı iktidarı tahayyülünü tümüyle elden bırakmış durumdalar. Birçoğu örgütlü değil. Marksizmle ilişkileri, varsa, çoğunlukla işin kitabi kısmından ibaret—başka türlü söylersek, bohçalarında kısmen Marx’a yer var, fakat Lenin’e hiç yer yok. Öte yandan, bu iki ülke dışında, ve ülkemizde de, birçok kişinin benzer durumda olduğunu söylemeye de gerek yok.

Ülkesinde işçi sınıfı iktidarını aramayan aydın, kendi topraklarıyla sağlıklı bir ilişki kuramaz. Nitekim, bu aydınların önemli bir kısmı, kendi ülkeleri için “madem değişmeyecek, yok olsun, insanlık için daha iyi” diye hissediyor.

Bu hissin kendisini yargılarken, haksızlık etmemeli. Emperyalist yalanlara merkez topraklarda kafa tutmanın kendisi, takdir edilesi.

Ama yetmiyor. Kendi ülkesini dönüştürebileceğini tahayyül edemeyen, başka ülkelerin dönüşebileceğini de düşünemiyor. Uluslararası siyaset, ülkelerin içlerindeki sınıf mücadelelerinden azade, devletler arası bir itiş kakış olarak gözükmeye başlıyor. Böyle olunca, ABD çetesine karşı hamle yapan, direnç gösteren tüm aktörler, “bizim tarafta” gibi algılanıyor.

İşte özellikle bu ikinci kesimin Putin-Carlson mülakatını, bir adım geri atıp, anlamaya çalışarak okuması gerekiyor.

* * *

Karşımızda, en pespaye milliyetçi argümanlarla yayılmacı bir politika tutturan, emperyalizm sevdalısı bir politikacı var: Vladimir Putin.

Rus lider, ABD’li gazeteciyle söyleşisinin ilk bölümünü, tümüyle “tarih tezleri”ne ayırdı. Bu yazıda irdeleyeceğimiz kısım, tam da burası.

Putin, Rusya’nın Ukrayna müdahalesinin gerekçesi olarak mülakat boyunca birbirinden ayrı (ve birbirini tam olarak tamamlamayan, yer yer de çelişen) gerekçeler dile getiriyor. Bunlar dört kategoriye ayrılabilir:

  1. Ne Ukraynalı diye bir halk, ne de Ukrayna diye bir ülke yok, olmamalı.
  2. Her şey 2014’te Maydan’daki kanlı olaylar nedeniyle oldu.
  3. Konumuz ve hedefimiz Nazilerden arındırma.
  4. Savaş NATO’nun genişlemesi nedeniyle oldu.

Görüleceği üzere, biri milliyetçi bir idealizmle ilgili, biri Ukrayna’nın iç politikasıyla ilgili, biri ideolojik sebeplerle ilgili, biri de Batılı güçlerin politikalarıyla ilgili dört ana gerekçe var. Son üç gerekçe, birbirinden farklı siyasi hedefler ve eylemler gerektirecek gerekçeler. Fakat ilk gerekçe, aslında diğer tümünü yersiz kılıyor, zira Putin, Ukrayna diye bir devletin varlığının zeminini sorguluyor.

Burayı açmalıyız, ve Putin’in sözlerini aktarmalıyız:

“Başlangıçta Ukraynalı kelimesi, kişinin devletin eteklerinde, sınır boylarında yaşadığı ya da sınır devriyesi hizmetinde bulunduğu anlamına geliyordu. Belirli bir etnik grup anlamına gelmiyordu.”

Kendi tarihimizden bildiğimiz “kart-kurt-Kürt” pespayeliğinin farklı bir versiyonuyla giriyor konuya Putin: Ukraynalı dediğiniz [bin yıldan fazla zaman önce!] aslında halk değildi. Sonrasında Ortaçağ’da Ukrayna topraklarında olan bitene dair tezlerini aktarıyor. Hatta, bir ulusun var olmadığını kanıtlamak için, ABD’li gazeteciye “belgeler” de veriyor: 1654 yılında Ukrayna topraklarındaki hükümdarın mektupları—neyi kanıtlayacaksa…

Bir noktada, “Ukrayna ulusu” fikrinin aslında Avusturya istihbaratı tarafından yaratıldığını söylüyor: “Böylece Polonya’a ortaya çıkan, o bölgede yaşayan insanların aslında Rus olmadığı, aksine özel bir etnik grup olan Ukraynalılara ait olduğu fikri Avusturya Genelkurmayı tarafından yayılmaya başladı.”

Ama asıl büyük fatura, Bolşeviklere kesiliyor: “Stalin bu cumhuriyetlerin özerk oluşumlar olarak SSCB’ye dahil edilmesinde ısrar etti. Sovyet devletinin kurucusu Lenin ise açıklanamayan bir nedenden ötürü bu cumhuriyetlerin SSCB’den ayrılma hakkına sahip olmasında ısrar etti. (...) Ve yine bilinmeyen nedenlerle Bolşevikler Ukraynalılaştırma faaliyetlerine giriştiler. Bunun nedeni sadece Sovyet liderliğinin büyük ölçüde Ukrayna kökenlilerden oluşması değildi. Daha ziyade, Sovyetler Birliği tarafından izlenen genel yerlileştirme politikasıyla açıklanıyordu. Diğer Sovyet cumhuriyetlerinde de aynı şeyler yapıldı. Bu, ulusal dillerin ve ulusal kültürlerin desteklenmesini içeriyordu ki bu prensipte kötü bir şey değildi. (...) Bu anlamda, Ukrayna’nın Stalin’in iradesiyle şekillendirilmiş yapay bir devlet olduğunu doğrulamak için her türlü nedene sahibiz.

* * *

Önce, olgulara bakmadan, mantıksal olana işaret edelim: Putin’e göre 1914’ten hemen önce Avusturya, bölgede yaşayanların Rus değil Ukraynalı olduğu fikrini yaymaya başladı. Yani bunlar, Putin’e göre, aslında Rus’tu. Ama birkaç yıl sonra Bolşevikler iktidara gelip Ukrayna’nın özerkliğini tanıdığında, sebep, Sovyet liderliğinin “büyük ölçüde Ukrayna kökenli” olmasıydı. Ukrayna yoksa ve bunlar zaten Rus’sa, Bolşevikler de Avusturya ajanı mı, yoksa Putin’in argümanları gelişigüzel mi?

Asıl sıkıntıysa, olgularda. Daha doğrusu, olguları okumakta, dünyaya bakışta. Nasıl ki sömürgecilik döneminde İngiliz imparatorluğu sözcüleri dünya halklarını aşağı görüp milletten saymıyordu, Putin de dünyadaki ulusları sabit bir tarihsel hiyerarşi içine koyup hak ve yetki dağıtıyor. Sıkıntı şurada: Modern anlamda uluslaşma, zaten birkaç asırlık bir olgu. Fransız Devrimi olduğunda Fransa’da Fransızca konuşanlar azınlıktaydı. Uluslar tarih içinde oluştular ve tarih, akışını sürdürüyor. Putin’in Ruslar gibi kimi ulusları ezelden ebede tarihsel bir üstünlüğe sahip görmesi, ancak hüsnükuruntu olarak kalmaya mahkûm.

Ulus tanımı, hâlâ sosyal bilimlerde çok tartışılan bir konu. Biz, Putin’in “yapay bir Ukrayna devleti” yaratmakla “suçladığı” Stalin’in tanımını hatırlayalım: “Ulus, tarihsel olarak oluşmuş, ortak bir dil, toprak, ekonomik hayat ve kendini ortak bir kültürde bütünleyen ruhsal biçimleniş temelinde ortaya çıkan, istikrarlı bir insan topluluğudur.”

Bu tanımın alameti farikası, tarihsel ve dinamik olmasıdır. İyi bir marksist olarak Stalin, ulusların oluşum sürecinin 20’nci asırda da sürdüğünü biliyordu.

Bunu, Putin’le kıyaslayalım: On milyonlarca insan kendisini Ukraynalı olarak tanımlıyor, bir arada yaşıyorlar, devletleri var, hatta senin ülkene karşı savaşıyorlar… Ama senin gözünde bir “ulus” olmayı hak etmiyorlar, çünkü… 1654 yılından kalma bu mektubu görmüş müydünüz?

Bu pespaye bir milliyetçiliktir ve bunca pespayelik, ancak cahillikle mümkündür. Putin kendisi cahil olmasa bile, başkaları bilmesin istemektedir. Yoksa, “Lenin ise açıklanamayan bir nedenden ötürü bu cumhuriyetlerin SSCB’den ayrılma hakkına sahip olmasında ısrar etti” demek, pek mümkün değildir. Lenin’in “halklar hapishanesi” olarak ün salmış Çarlık Rusyası’ndaki ulusal politikaya yaklaşımının nedenleri, tarihçiler tarafından en çok açıklanmış ve tartışılmış konulardan biri olabilir.

Kime ne? Sonuçta Putin’in işine gelmemektedir.

* * *

Yalnız, tüm dünyaya, bir halkın aslında olmadığını, devletlerinin de gayrımeşru olduğunu defalarca ilan ettikten sonra, dilerseniz mülakatın geri kalanında uzun uzun Ukrayna’yla olan savaşın diğer gerekçelerini, sizin aslında çözümden yana olduğunuzu anlatın… Kendi kendinizi boşa düşürmüş olursunuz.

Madem Ukrayna’nın varlığı zaten gayrımeşru, hatta “Ukrayna topraklarının bir kısmında Macarların da hakkı var” diyeceğiniz kadar sorunlu, 2014 Maydan olaylarının ne önemi var ki?

Yok, eğer mesele “Nazilerden arındırma” gerekçesiyse, Putin’in mülakatta dile getirdiği ve niyeyse pek kimsenin üzerinde durmadığı şu skandal ifadelere dikkat çekmemiz lazım:

“Polonya İkinci Dünya Savaşı öncesinde Hitler ile işbirliği yaptı, ama sonrasında Hitler’in taleplerine uymadı. Danzig koridorunu Hitler’e bırakmayarak Polonyalılar kozlarını fazla zorladılar ve Hitler’i Polonya’ya saldırarak İkinci Dünya Savaşı’nı başlatmaya ittirdiler.”

“İttirdiler”, evet, Putin’e göre İkinci Dünya Savaşı, Polonyalılar birazcık toprağı Hitler’e bırakmadıkları için, Hitler’i zorladıkları için başlamış. Böyle düşünen Putin, Ukrayna ve dünyayı nazizmden arındıracakmış.

Ukrayna’da gerçek bir nazi hareketi yok mu? Var. Bunların temizlenmesi gerekiyor mu? Evet. Ama faşizm karşıtı mücadelenin kahramanlığını Putin’e bahşetmeye pek hevesli olanların, Putin’i anladıklarını söylemek zor.

Faşizm, sonuçta, bir ulusun egemen sınıflarının ihtiyaçlarının sonucudur. Kendi ulusunun patron sınıfının çıkarlarını savunan biri, elbette dönem dönem yarar sağlayacaksa antifaşist söylem tutturabilir, ama teorik olarak tutarlı bir faşizm karşıtlığına sahip olamaz. 

Başta dediğimiz gibi, her kapitalist ülke için geçerli olan temel kurallar nelerse, Rusya için de geçerli.

Bu kurallardan biri de, milliyetçilikle liberalizmin kardeşliği… Kardeşler, çünkü sonuçta, ikisi de bir ulusu oluşturan sınıfların, yani patronlar ve emekçilerin ortak çıkarları olduğunda hemfikir.

Neydi Putin’in diğer Ukrayna’yla savaş gerekçesi? NATO’nun genişlemesi.

NATO bir suç örgütü mü? Evet. Genişlemesinin durdurulması bir yana, ortadan kaldırılması gerekiyor mu? Evet.

Peki aynı Putin, mülakat boyunca, Yeltsin’le birlikte Sovyetler’i yıktıktan sonra defalarca NATO’ya kendilerinin de katılmak istediğini anlatırken nerede NATO karşıtlığı? Batı izin vermedi, Rusya’yı baskı altına aldı. Batılı emperyalist kutbun parçası olmaya teşneydiler. Kulübe girişlerine izin verilmedi, üstlerine gidildi, mecburen karşıtlık geliştirdiler.

* * *

Emperyalizme karşı mücadele, olmazsa olmaz. Ama sınıf mücadelesini gözden kaçırınca, emperyalizm karşıtlığı da içeriksiz bir şeye dönüşüyor.

Unutmamalı: Pek “gizemli”, “kapalı kutu”, “emperyalizme kafa tutan”, “köklü bir ulus bilinci olan” Rusya’da 1917’de devrim, halk Rus ordusuna karşı bozgunculuğa başlayınca, cephedeki askerler silah bırakınca, barış isteği kitlesel isyana varınca yaşandı.

Evet, Sovyet liderliğinin bir kısmı “Ukraynalı’ydı”. Bir kısmı Polonyalı, Gürcü, Azeri, Ermeni, Tatar ve daha başka uluslardandı. Milliyetçi değillerdi.

Ama “maalesef savaşa ittirilen” Hitler’in karşısında verdikleri otuz milyon canla kanıtladıkları üzere, insanlık tarihinin gördüğü en büyük yurtseverlerdi.

Bir ulusa baktıklarında çoğunluğu oluşturan emekçileri görüyor, gönül bağı kuruyorlardı. Bir de onların sırtından zenginleşen, gerektiğinde onların hayatlarını da harcamaktan imtina etmeyen patronları görüyor, nasıl tepelerine bineceklerini hesaplıyorlardı. 

Dünyayı değiştirmek istiyorlardı. Ama bunun yolunun, kendi ülkelerini değiştirmekten geçtiğini iyi biliyorlardı.