Almanya’da iki ülkenin ortak ürünü: 'DAVA'

Her iki tarafın el birliğiyle besleyip, semirttiği gericilik yuvaları, Türkiye’deki tarikatların neredeyse tümünün uzantıları Almanya’da öylesine geniş ve derin örgütlendiler ki...

Cemil Fuat Hendek

Medyadaki bir haberle birden sarsıldı ortalık: Ülkedeki Müslüman ve Türkiye kökenli bir takım çevreler DAVA adında bir parti kurmaya girişmişlerdi. Arka arkaya yayınlanan bir dizi haber ve yorum başladığı gibi birden kesildi. Bir sessizlik kapladı ortalığı. Anlaşılan güdümlü Alman medyasına bir ihtar gitmişti: “Kötü haber ve yorumlar da bir çeşit reklamdır. Susun artık!” 

İkinci Almanya Televizyonu (ZDF) kanalında söz konusu oluşumun sözcüsüyle bir söyleşi izledim. Tam bir takıyye.

Önce söyleşiyi yapan Teyfik Özcan isimli şahıs düşündürüyor beni: DAVA’nın sözcüsü 30 yıl boyunca Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD)‘nin üyesiymiş. “Orada kendimi hiç iyi hissetmedim“ diyor. Takıyye demek ki, çok daha eskilerden başlıyor. Kendisini iyi hissetmediği bir partide 30 yıl! Dile kolay. Bir an için “Kim bilir ne işkenceler çekmiş zavallı?” diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Fakat sonra bir şüphe doluyor içime. Nedenine gelince, o parti de günümüzdeki CHP gibi her türden eğilime “sıcak bir yuva“ sunan bir siyasi yığıntıdan ibaret. Bir ara ırkçı ve faşist iddialar öne süren kitabıyla sansasyon yaratan Sarrazin de yıllar boyu SPD üyesi değil miydi? Biliyoruz, onun benzeri, ne sosyallikle, ne de halkın yönetime katılımı anlamında demokratlıkla uzak-yakın alakası olmayan, sağcı liberallerden faşistlere uzanan sayısı belirsiz üyenin çok çeşitli nedenlerle toplaştığı bir eriyik bu SPD. Böylesi bir eriyikte, herhangi bir kimyasal reaksiyona girmeksizin varlığını sürdüren ve o sayede kendine göre çıkar elde edenlerin rahatsızlığından bahsedilebilir mi?

Yok, eğer rahatsızlığı gerçekten doğruysa, o zaman başka bir hakikat ortaya çıkıyor: Siyasi ahlakı eğri!

Çelişkilerle dolu

Bahsini ettiğim söyleşide Özcan’ın verdiği yanıtların eksiksiz tümü çelişki dolu. Her yanıtta burnuma siyasal dincilerin takıyye alışkanlığının yanık kokusu doluyor. “Yabancıların partisi değiliz,” diyor, ama “siyasal bir yurttan yoksun” milyonlarca insana işaret ediyor. Bunların düzen partileri tarafından temsil edilmediklerini söylüyor. Kimmiş bunlar? “Etnik ve dinsel kökleri olan insanlar”mış. Hemen ardından ekliyor: “Dinci değiliz,” diyor, ama “müslümanların uğradığı haksızlıklar“dan bahsediyor. Etnikçi, milliyetçi filan değiliz diyor, ama “yabancılara yönelik davranışları” öne sürüyor. Yani partinin kapsamayı hedeflediği kitle, yabancılar ve müslümanlar. “Bunlara umut verelim ki, kendilerini Almanya ile özdeşleştirsinler,” diyor. Özdeşlik için akılları sıra önce etnik ve dinsel olarak ayıracaklar. Kim inanacaksa…

Aslına bakılırsa, Tabii İslam dininin parti için önemi büyükmüş. Ama “Savunduğumuz değerler Hrisliyanlığın da değerleridir,” diyor Özcan. Almanya’da bu değerlerin kaybolmasından büyük endişe duyuyorlarmış. Ve tabii Hristiyanlığın değerleri için de çalışacaklarmış. Takiyyenin bu kadarına da pes doğrusu. 

Bazı değerler varmış. Örneğin “geleneksel aile”. Onun ifadesiyle, hani şu “tanrının baba, anne, çocuk olarak yarattığı aile...” İşte bunu öne çıkarmak istiyorlarmış. O öyle deyince benim zihnimde  bambaşka bir  resim canlanıyor: Harem ve selamlıktan oluşan bir “aile yuvası”. Eve kapatılmış üç, dört, belki daha fazla kadın. Bu arada çağdışı ucube beyinlilerin çocuk yaşta kızların evlendirilmesi üzerine ürettiği fetvalar aklıma takılıyor ve işin o tarafını düşünmek bile istemiyorum. İşte o haremde kocalarını rahat ettirmek için el pençe divan duran kadınlar ve sıra sıra doğurdukları “cıvıl cıvıl” çocuklar... Tabii aralarında bir dizi okula gönderilmeyecek kız çocukları… Bunların hayalindeki “aile değerleri”nin başka bir şey olmadığı biliniyor. Öte yandan, imam nikâhı denen bir “müessese” olduğu sürece, bu manzaranın Almanya’daki yasalar nedeniyle olanaksız olduğu da düşünülmesin.

'Daha tutucu' parti

Bayımız PISA sonuçlarına atıfla eğitimin kalitesizliğinden de şikâyet ediyor. Çocuk yuvasında ve okul öncesi sınıfta Almanca ve Almanya’daki toplumsal değerlerin öğretildiğinden şikâyet ediyor. Bu olmayınca Almanya için büyük çapta insani değer yitiriliyormuş. Fakat ardından ekliyor: Örneğin, Offenbach kentinde 22 öğrencili bir sınıfta 21 tane yabancı kökenli varmış. Yani? Daha iyi Almanca öğrenmelerini mi talep ediyor, belli değil. Biz ama biliyoruz bunların Müslüman ve Türk okulları açmak istediklerini. Yıllar öncesinden bu amaçla girişimler yaptıklarını...

Her neyse, sonuçta bir itiraf duyuyoruz: “Programımızı okursanız, Almanya’daki diğer partilere göre daha tutucu olduğunu tesbit edersiniz,” diyor. Tutuculuk derken hangi çağların değerlerine tutunduklarının yanıtı açık değil.

Bu yanıta yaklaşmak için bence oluşumun adına bakmak yeterli: DAVA, “Çeşitlilik ve Hareket için Demokratik İttifak“ anlamındaki Almanca dekor sözcüklerin baş harflerinden oluşuyor. Gazeteci üsteliyor, “Almanca isim tamam, ama Türkçe bakılırsa bu isim bir misyona işaret ediyor,” diyor. Yanıt oldukça kaçamak: “Bu adı seçmeselermiş, partinin tepesindeki üç adayı kazanamazlarmış.” Evet, bir dava söz konusu. Ve biz “dava”nın siyasal islamcılar arasında bir üst kavram olduğunu bilmiyor muyuz? Altında “cihat” da var, “şeriat” da. Ve bunların öngördüğü bir sürü kötülük!
Almanya’daki en tutucu parti olmalarına gelince… Şu anda Almanya’da en tutucu partinin faşist AfD olduğu düşünülürse, bu DAVA’yı siyasal yelpazenin neresine yerleştireceğinizi siz düşünün.

İki devletin ortak ürünü

Söyleşide gazetecinin “Erdoğan taraftarlığı” üzerine sorusunu da atlamayalım. “Kurucuların tabii ki önceledikleri bir eğilimleri var,” diyor. Başa yazdıkları adayların yakın geçmişte seçimlerde AKP için nice yol teptiğini inkâr edecek hali yok ya. Ama doğal olarak bunun tepkiyle karşılanmasından korkuyor. “Biz bir Almanya partisiyiz, başka ülkelerle ilişkimiz yok,” diyor. Buna inanan şimdi bir adım öne çıksın.

Almanya’da siyasal dincilerin desteklenmesi AKP ile başlamadı. Bir yanda T. C. devleti ve siyasal partiler, öte yanda Federal Devlet, Türkiyelilerin “ümüğünden” ellerini hiçbir zaman çekmediler. Kimi zaman anlaşarak birlikte, kimi zaman kendi çıkarlarına göre birbirleriyle çekişerek milyonlarca göçmen üstünde tepindiler. Ve en başta islami akımları desteklediler.

Bu doğrultuda bir yandan federal ve eyalet kasalarından, belediye bütçelerinden milyonlarca Alman Markı (sonra da Avro) akıtıldı her türden mezheplere, dinsel örgütlenmelere, tarikatlere, bunların kurduğu derneklere, camilere... Alman devleti bu din çevrelerini resmen tanıdı. Türkiyelilerin sözcüsü olarak muhatap aldı. Göçmen sorunlarını bunlarla tartışır, konuşur oldu. Resmi makamlar bunlar arasında bazılarının ne denli yobaz, kendisi dışındaki her dinsel görüşe, her ulusa düşman karaktere sahip olduklarını bilmez değildir. Bu yaklaşımın altında yatan asıl neden, Alman emperyalizminin 19’uncu yüzyıldan bu yana vazgeçmediği hedeftir. İslam dünyasını etki ve kontrol altına alma emelleridir. Alman devleti işte tam da bu doğrultuda söz konusu çevrelerle bağları sıkılaştırmak için bunlara alan açmaktan vazgeçmedi.

Türkiye de geride kalmadı tabii. Buraya gönderilen özel seçilmiş imamlar bile başlı başına bir konu. Son yirmi yılda da çantalarla nakit paralar taşındığı yansımadı mı medyaya? Bir yanda faşistlere fakat başlıca dinci çevrelere... Bu çabalar Erdoğan’ın Almanya’da bir Türk ve Müslüman diyasporası kurma hayallerine uygundu. Pek başarısız olduğu iddia edilemez.

Gericilik tedirginlik nedeni değil

Alman devletini tedirgin eden, bu oluşumların gericiliği değil. Onu her an kontrol altına alabileceklerine güveniyorlar. Erdoğan’ın diyaspora hevesine gelince iş değişiyor. Şimdiki çekişmenin çekirdeğinde işte bu konu yatıyor. Konuşulan laflara asla aldanılmamalı. Alman emperyalistleri aslında başından itibaren Erdoğan’dan mutluydular. Halen de çok mutsuz oldukları iddia edilemez. Ancak bir koşulla: “Türkiye ve Ortadoğu’da kal, elini Almanya’ya uzatmaya kalkma,” diyorlardı. Ne var ki, boyundan büyük işlere meraklı olan Erdoğan onların çizdiği sınırlar içinde kalmadı. Aralarındaki tedirginlik böylece başladı. 2017‘de Türkiye’den gönderilen “casus imamlar” kovuşturmasını unuttuk mu? Durup dururken nerden çıkmıştı o iddia? Sözde bunlar Fethullahçıları izleyip, Türkiye’ye bildiriyorlarmış. Bak sen şu işe! “Fethullahçılar için tasalanmak ne zamandan beridir Anayasa’yı Koruma Örgütü ve Alman Haberalma Teşkilatı’nın misyonu oldu,” diye soran oldu mu bilmem. Bildiğim, Erdoğan’a tekrar köşesini göstermeye başlamış olduklarıdır. Nitekim bilindiği gibi, daha sonra mesele burada seçim propagandası yapmasını engellemeye gelip dayandı. Geçenlerde de ülkedeki camiler için din görevlilerinin Almanya’da yetiştirilmesi doğrultusunda bir karar alındı.

Ancak Erdoğan’ın eline geçirdiği her atla hemen bir başka tarafa geçtiği malum. Şimdi bahsettiğim dinci örgütlenmelerden sonra, demek ki, sıra siyasal bir parti kurmaya gelmiş. İlk hedefleri de önce Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılarak oraya birkaç parlamenter göndermek. Anlaşılan, diyasporanın lobi faaliyetini önce orada başlatmayı düşünüyorlar. 

Kısacası, her iki tarafın el birliğiyle besleyip, semirttiği gericilik yuvaları, Türkiye’deki tarikatların neredeyse tümünün uzantıları Almanya’da öylesine geniş ve derin örgütlendiler ki... Bunlar şimdi siyaset arenasında da at koşturmaya başlarsa, bu konu Alman makamlarını daha çok uzun zaman meşgul edecek.