Demokrasinin gücü

Ülkemizde mevcut iktidar partisi, demokrasi kavramını hep sadece sandığa indirgiyor. “Sandık varsa ve sandıktan çıkılmışsa, bu demokrasinin varlığı için yeterlidir” diyor. Sandıktan güçlü çıkılmasını da demokrasinin gücü olarak ifade ediyor. Keşke her şey bu kadar basite indirgenebilse...

* * *

Demokrasinin gücü sadece sandıktan ibaret olsaydı, 1982 Anayasası utanç değil, övünç kaynağı, bir hukuk abidesi olurdu. Olmadığına göre, demek ki demokrasinin gücü için, sandık tek başına yeterli değil. Demokratik koşullar ve ortamın da sağlanması ve de bunların yaşanması gerekiyor.

Demokrasi için elbette sandık gerekiyor. Sandığın ise hangi koşullarda konulduğu, seçimlerin hangi kurallarla yapıldığı ve kim tarafından nasıl yönetiliği de önem taşıyor. Demokrasi için örgütlü bir toplumun varlığı olmazsa olmaz olup, bu bağlamda da öncelikle siyasal partiler ve siyasi partilerin de güçlü yapılara sahip olması önem taşıyor.

Yine demokrasi için hukuk devletinin varlığı, hukuk devleti için de bağımsız bir yargı, özgür bir basın olmazsa olmazlardan... Ama demokratik ortam ve kurallar önemsenmeyip bunların hepsi her döndemde sandıktaki rüzgardan nasibini aldıkları için, her zaman güce göre yapılanıyorlar!
Dönüp şöyle bir baktığımızda seçim ve siyasal partiler yasaları, hâlâ 12 Eylül döneminden kalan ve gücü öne çıkaran, otorite yaratıp, onun etrafında bir yapılandırmaya giden yasalar. 12 Eylül yönetimi, ülkeyi 12 Eylül’e taşıyan koşullar arasında iktidarların güçlü olmaması, gücün paylaşılması, koalisyon yönetimleri gibi nedenleri saydığı için, gücü daha güçlü kılan, aşkın temsil yaratan, çok sesliliği dışlayan bir anayışla bu yasalar yürürlüğe konulmuş... Bu yasalardaki anlayış, parti yapılanmalarına da yansıtılmış ve partilerde de merkez yönetiminin veya başkanın etrafında bir yapılandırmaya gidilmiş...

Seçimlerin tarafsızlık içinde yapılması için yargı yönetimi ve denetimi altında gerçekleştirilmesi amaçlanmış. Ancak yargı hiç bir dönemde esen rüzgarlardan kendisini koruyamadığından, Yüksek Seçim Kurulu’ndan yerel seçim kurullarına kadar yargı organlarından her dönemde güce eğilimli kararlar ortaya çıkmış. Seçimlerdeki yargı yönetim ve denetimi sözde kalmış.

Yerel yönetimler, devlet tüzel kişiliği yapısının dışında ayrı tüzel kişilikler halinde düzenlenmekle, kuşkusuz merkezi vesayet ve kuşatmanın sınırlandırılması amaçlanmış. 1982 Anayasası, yukarıda belirtilen nedenlerle aşırı güçlü bir yürütme anlayışını öne çıkardığı için, yürütme gücünü elinde bulunduranların, dönüp yerel yönetim seçimlerine adaylık olasılığını kağıda aktarma gereği bile duymamış. Bu nedenle örneğin bakanlar aday olurlarsa görevden çekilmeleri gerektiği yolunda yazılı herhangi bir kural bile koymamış. Bugüne kadar da bakanların yerel yönetim seçimlerine adaylıkları ellerinde bulundurdukları güç nedeniyle gündeme bile gelmemiştir.

YSK, bakanların yerel yönetim seçimlerine ilk kez adaylıklarının gündeme oturduğu bu seçimlerde, görevlerinden çekilmeden aday olabileceklerini söyleyebiliyor! Tam bir akıl tutulması. Bu tabloda YSK, eşit koşullarda bir seçimi düşünebiliyor. Bu koşullarda merkezi vesayet ve yönetimin, yerel seçim ortamını etkilememesi söz konusu olabilir mi? YSK, varlık nedenini unutup seçimleri iktidarın istediği gibi yönetiyor.

* * *

Ülkemizde yasamaya, yargıya, basına, demokratik kitle örgütlerine, nereye bakarsanız bakın tablo böyle. Demokrasinin gücü, güçten yana olmak şeklinde ortaya çıkmış ve kanıksanmış. Herkes kendi beklentileri için bunu böyle kabul etmiş. Demokrasi de gücü elde etmenin aracı olarak görülür olmuş.