Türkiye darbeyi konuşurken Kürtler ne durumda?

Kürtlerin Suriye ve Irak'taki siyasal statüleri birbirini bütünleyen gündem maddeleri değil. Barzani, Rojava'daki Esad harcını sürekli göz önüne çıkarırken, PKK'nin de Türkiye-ABD-Barzani üçgenine dönük sabotajları bitmiyor. ABD zaman zaman sıkıntıya düşse de bu gerilimden yararlanabiliyor.

Haber Merkezi

'Kürtlerin sorunu bağımsız bir Kürdistan kurmak değil, birden fazla Kürdistan kurmaktır' sözünü doğrularcasına, Suriye ve Irak'taki Kürt bölgeleri, daha resmileşmeden Kürt siyasi aktörleri arasında iktidar mücadelesi derinleşiyor. Ancak bölgeye yönelik müdahalesinde en önemli müttefiki Kürtler olan ABD için bu karmaşa büyük bir sorun değil, hatta bazı avantajlar sağlıyor.

Suriye ve Irak'taki Kürt bölgeleri bağımsızlıklarını henüz resmileştiremeden, PKK, Mesut Barzani ve Celal Talabani arasındaki mücadele hız kazandı. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) lideri Mesud Barzani, Rojava'nın Erbil'e tabi olmadan özerkliğine veya bağımsızlığına karşı çıkıyor. Barzani'nin bu pozisyonunun İsrail ve Türkiye ile de uyumlu olduğunu belirtmek gerek. Irak eski Cumhurbaşkanı Celal Talabani ise Rojava ve Irak Kürdistanı arasındaki ilişkiye dair somut bir model önerebilmiş değil. Talabani, Barzani ailesinin siyasi istikbaliyle yakından ilişkili olduğu, İran ve Bağdat'ı daha fazla gözettiği için Irak Kürdistanı'nın bağımsızlık ilan etmesi konusunda mesafeli. PKK ise pozisyonu en muallak örgüt. Bu durum, Rojava'da hem Rusya hem de ABD'yi gözeten, yeri geldiğinde Türkiye'ye uzlaşı mesajları veren siyasi pozisyondan kaynaklanıyor.

IRAK'TA BAĞIMSIZLIK SURİYE'DE FEDERASYON

Kürt grupları arasındaki itilafın temelinde, Barzani'nin Rojava'yı bir çeşit rakip olarak görmesi yatıyor. PKK'nin IKBY içindeki varlığı, Barzani'nin Rojava'dan duyduğu çekinceyi pekiştiriyor. Barzani ve Suriye'deki Barzani yanlısı Kürt partileri, ısrarla Rojava'da aslında bir devrim olmadığını, PKK'nin Esad ile anlaşarak, bazı bölgeleri kontrol altına aldığını hatırlatıyor. Ancak bu hatırlatmanın tek amacı Rojava'yı 'küçümsemek' değil. Bilakis Barzani, bölgedeki müttefiklerinin Esad karşıtı konumlarını hesaba katarak, Rojava'yı bir çeşit "Esad'ın uydusu" olarak nitelendirmeye çabalıyor. Bu öznelerden biri İsrail. Irak Kürdistan'ından üretilen petrolün müşterisi olarak, Barzani yönetimine gelir sağlayan İsrail, Rojava konusunda temkinli. Bu temkinliliğin nedeni ise Rojava'nın kendisi değil, genel olarak parçası olduğu plan. ABD'nin Suriye'de bir Kürt bölgesi oluşturması planıyla birlikte Esad'ın istifa etmesi konusundaki ısrarı sürüyor. Ancak İsrail yönetimi Esad'ın akıbetiyle ilgili ısrarın, Rusya'nın direnci ve sahada Suriye ordusunun edindiği kazanımlarla zayıfladığını hissediyor. İsrail için bu plan sakıncalı. Çünkü Esad iktidarda kaldığı müddetçe, Lübnan'da Hizbullahın bozguna uğratılması mümkün değil. Ayrıca İsrail, Golan Tepeleri'nin hala Esad kontrolündeki kısmında özerk bir Dürzi oluşumunda ısrar ederek, Golan Tepeleri'ndeki işgalinin kesinleşmesine çabalıyor.

Bu çizginin en somut göstergesi ise ABD Kongresi içindeki İsrail'in sözcüleri olan Lindsay Graham ve John McCain gibi senatörlerin, Esad'ın istifasında ısrar ederken, ABD'nin YPG ile IŞİD karşıtı mücadeleye odaklanmasına da karşı çıkmaları. Her iki senatör, tam da bu yüzden Obama'nın IŞİD'le mücadele stratejisinin, Türkiye'yi zor durumda bıraktığını dile getirmiş, PKK bağlantılı YPG'yle birlikte operasyon düzenlenmesine karşı çıkmıştı.

FEDERASYON GÖRÜNÜMLÜ KONFEDERASYON

Barzani'nin bugüne kadar Suriye'de kendisine bağlı Kürt siyasi partileriyle giriştiği PYD'yi ekarte etme çabaları boşa düştüğü gibi, Afrin'e kadar olan Kürt koridorunun Erbil'e bağımlı olamayacağı da gün yüzüne çıktı. Barzani yanlısı Kürt partileri Türkiye'de "Suriye'deki Kürtler PYD'ye isyan ediyor" temalı haberlere konu olmak dışında varlık göstermekten çok uzak.

Ancak Barzani'nin Rojava emellerinin altının boşalması, Rojava'nın bağımsız bir aktör olmasının önünün açıldığı anlamına gelmiyor. Çünkü Rojava için adeta çıkışsızlığa dönüşen bir siyasi, askeri ve uluslararası konjonktür bulunuyor. PKK ve PYD bu çıkışsızlığı adı federasyon olan gerçekte fiili bir bağımsızlık modeliyle aşmaya çalışıyor.

Son olarak PKK'nin Dış İlişkiler Sorumlusu Rıza Altun'dan, "Bağımsız bir devletten ayrılmak ve bölünmek yerine bölgenin bileşenleri için toplumsal özgürlüğe odaklanıyoruz" sözleri geldi. Altun'un bu açıklamasını Suriye yönetimine yakınlığıyla bilinen Lübnan merkezli Es-Sefir gazetesine yapmış olduğunu not edersek mesajın daha çok Şam yönetimine verildiği ortaya çıkıyor. Altun aynı açıklamasında şunları söylüyor: “Rojova'da devlet terimini kullanmıyoruz. Çünkü devlet teriminin kullanılması onu bir ulusla tanımlamak anlamına gelir. Biz alternatif olarak 'kanton' terimini önerdik. Nitekim bütün milliyetlerin kendini temsil etme ve yönetme hakkı oldu.” 

Ancak sahadaki adımlar farklı yönde seyrediyor. PKK ve PYD yetkilileri, Rojava'nın bir federasyon modeli olduğunda ısrar etse de, aslında mevcut Rojava'nın en azından konfederatif bir model olarak oluşturulduğu göze çarpıyor. Nitekim, Rojava'nın kendisine ait bir ordusu, hiçbir şekilde Şam'la bağlantısı olmayan kendi yönetimi ve dış politikası olacağı gerçeği 'federasyon' iddiasıyla taban tabana zıt. PKK ve PYD'nin bağımsızlık adını zikretmekten kaçınmasının birden fazla nedeni bulunuyor.

Birincisi, Rojava ABD-Türkiye ilişkilerinde bir sorun. Türkiye, ABD'nin Suriye'nin kuzeyinde PKK bağlantılı bir grupla Kürt koridoru kurmasına şiddetle karşı çıkarken, PYD 'Biz bağımsız olmayacağız' diyerek Türkiye'nin pozisyonunu yumuşatmaya çabalıyor.

İkincisi, Rojava'da yaşayan Ermeni, Süryani ve Arapların Esad yanlısı olması nedeniyle PYD Şam ile köprüleri atacağını açıkça dile getirmekten kaçınıyor. Geçtiğimiz Mart ayında Rojava'nın federatif yapısını ilan ettiği Kamışlı toplantısında da PYD yönetimi bu hassasiyetle hareket etti. Nitekim, Arap ve Süryanileri temsil eden bazı gruplar kendilerine "Bağımsız olmayacağız" garantisi verildikten sonra toplantıya katıldı. Bu noktada özellikle silahlı gücü olan Süryanilerin Kamışlı'da Esad müttefiki olduğunu hatırlatmak gerekiyor.

Üçüncüsü ve en önemlisi Rojava hala ayakta kalabilmek için ekonomik anlamda Şam'a bağımlı. Sadece Rimelan gibi YPG kontrolündeki sahalardan elde edilen petrolün alıcısı Esad olduğundan değil. Afrin, Kobani ve Haseke'deki memurların maaşları hala Şam yönetimince ödeniyor. Şam'ın, ekonomik olarak Rojava'yı kontrolü, PYD'nin Esad yönetimine meydan okumasının önündeki en büyük engeli teşkil ediyor.

GÜVENCE ABD ÜSLERİ

Ekonomik olarak Şam'a bağımlı, iç dengelerini korumak için Şam'a ters gitmekten çekinen Rojava'nın tek güvencesi ise ABD. ABD yönetimi hem geçtiğimiz Mart ayında başlatılan 'Rakka operasyonu' olarak duyurulan ancak daha sonra Afrin ve Kobani kantonlarının birleşmesine bir adım daha yakınlaşması anlamına gelen Menbic operasyonu ile hem de PYD'nin Washington'da elçilik açmasına olur vererek PYD'ye bir kez daha güvence vermiş oldu.

Lübnan'da yayınlanan El Hayat gazetesinde 3 Temmuz'da yayınlanan röportajında PYD lideri Salih Müslim, Türkiye ve Rusya'nın ikili ilişkileri onarma yönünde adım atmasının Rojava'yı etki edip etmeyeceğiyle ilgili  şunları söylüyordu: "Batı Kürdistan'da (Rojava) 3 ABD üssü var. ABD öncülüğündeki Uluslararası koalisyon ve Washington'un desteğine güveniyoruz. Dış dünya ile diplomatik ilişkilerin geliştirilmesinin önünü açan ve Kürtler'e ait ayrı bir bayrak kabulü de dahil olmak üzere 85 maddeden oluşan bir federal anayasa taslağı hazırlıyoruz."

Yakın gelecekte ABD'nin bu güvencesinin ortadan kalkacağına dair bir işaret de bulunmuyor. Bilakis, Rojava'yı kırmızı çizgi ilan eden Türkiye'nin Menbic operasyonuna onay vererek, Rojava'yı 'kırmızı çizgi' olmaktan çıkaracağının da sinyalleri görülüyor. Üstelik şimdi darmadağın bir devlet mekanizması ve kaosa sürüklenmiş ordusuyla Türkiye'nin "Rojava kırmızı çizgidir, izin vermeyiz" siyasetinde ısrarının, PKK ve PYD için ne kadar caydırıcı olduğu da tartışılır.