Kitlesel sanrılar (Murat Demirkol)

Savaş naraları bir ülkenin işsizliğini, totaliterliğini, gelirde adaletsizliğini, iş güvenlikli güvensizliğini örtmekle kalmayıp, inadına meşru hale getirir…

Dünyanın hemen her bölgesinde savaşın koşullarını yaratıp, yeni savaşlar devşirmek koca bir politik aymazlığa dönüşmüş, yap-işlet-saldır modeli en çok tercih edileni olmuştur.

Sırf bu yüzden belki, kadim bir coğrafyanın kadim halkları enerji için, projeler için kıyımdan geçirilirken, yığınlar ekranların kustuğu yeni savaş naralarıyla pişirilip, önümüze konan tezkerelerle avunuyor.

Koca medyanın loblarımızda çarpma etkisi yapan ve istenilen gündeme kilitleyen haber başlıkları uzman ellerle işlenirken, savaşın o kıyıcı yönü magazinsel bir haber olmaktan öteye gidemiyor.

Aslında, bunca savaş makinesi tozu dumana katıp kazananı belli bir mücadeleye girişmişken, bakışları dumura uğramayanların bu tanıdık oyuna tepkisi hiç değişmedi. Dumura uğramayanlar bu savaşın kaybedeninin yoksul halk olduğunu biliyor. Kadınlar, çocuklar olduğunu biliyor. Bu yaşanan hengamenin ısıtıldığı gibi milli mesele olmadığını, doğayı tahrip ettiğini, kaynakları çar çur ettiğini… Afrika’dan Asya’ya, Avrupa’dan Amerika’ya yaşanan savaşların kaybedenler kulübüne yeni felaketler kattığını biliyor.

Lakin tüm farkındalığa rağmen, bu gelişmeler kulaklarımızı dünyaya sağır kılmışken, İş güvenliği yasası yasa olmaktan öteye gidememişken, işkur işçileri haykırmaya devam ederken, hem elektrik hem de doğalgaza 1 Ekim'den geçerli olmak üzere yüzde 9 zam yapılması kararlaştırılmışken, Memlekette “Zorunlu fizik, kimya dersleri tartışılmıyor”muş kime ne…

Gündem şiddet haberlerini o kadar kanıksattı ki, ölümün adileştiği, pembe dizi kadar bile ilgi çekmediği kılıflama dönemlerini yaşar olduk. Bu durum gündelik yaşama o kadar çok ilişti ki insanlığın her gün biraz daha öldüğünü göremez olduk.

Coğrafyamız kan kusan, şiddet saçan, ölümün pervasızca kol gezdiği ve hasadına hazırlandığı bir görünüm sergilemekten bıkmadı.

Üst iktidarların şartlar yaratıp, mevzilerini insanlığın evine kazıdığı daha kaç savaş dönemi yaşanacak?

“kimin eli kimin cebinde, kim kimin sırtını sıvazlıyor, kim demokrat, kim şahin” sorularının itinayla işlendiği ve yeniden sunulduğu bir ortam…
dezenformasyon bombaları ile beyinlerin sulandığı, rüyalar ülkesinde pembemsi gözlüklerle dolaşan yurttaşların yaratıldığı sanal bir dönem…
bu arada işinin etik kurallarına bağlı kameramanlar, muhabirler, sivil toplum örgütleri her gün sokaklardaki acının fotoğraflarını, her tarafa saçılıveren parçalanmış cesetleri, evlerimize vicdanımıza taşırken, dünyayı saran o güdümlü medya yaşananları bir o kadar sıradanlaştırmaya devam ediyor…

Dumura uğramayanlar bu savaşın kaybedeninin yoksul halk olduğunu bilir demiştik…

Çünkü dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de iktidarlara sırtını yaslayarak kendini ifade etmeye çalışan oyuncu şarkıcılar mevcut. Çatal fırlatanlar, koca koca puntolarla sanatçıyı hain ilan edenler… Savaşta şahin, barışta demokrat görünümlüler… İktidarların akışına yaranmak için saray oynaklığına sanat yapanlar gibi…

Bir sene önce yıldızlara uğurladığımız Tuncel Kurtiz gibi aydınlarda bunun farkındaydı… inadına barış diyen diğer aydınlar gibi…

Sonuçta kitlelere hitap edenlerin sözleri sadece kendi dünyalarını değil, görmek istedikleri kitlelerin dünyasını işaret eder.

Bugün canlılık ve doğa, “üst iktidarların” görmek istediği o kitlelerin sanrılarıyla eziliyor.