Ey Heval Robson !!! (Özkan Öztaş)

Kar yağıyordu rüzgârın savurduğu saçlara… Karda yürürken ayak izlerini seyrediyordu, ardı sıra dönen çocuksu bakışlar. Yürünmemiş bir patikayı adımlıyordu yürekler.

Demir dövüyordu işçi bilekleri. Eritiyordu demiri kışın soğuğunda. 1902 yılının Ocak ayıydı. Ve işçilerin o güne kadar hiç söylemedikleri bir türküyü kundaklıyordu anneler. Alın teriydi çeliğe düşen. Çelik suyuna, umut adına kavuşuyordu. Patronların tiz kahkahaları yankılanıyordu terazilerin kefelerinden.

Şairler, halkların söylenmemiş türkülerini haykırırlar. 1902 yılında selam eyledi insanlığın aynası Nazım Hikmet. Acıya, umuda, tutkuya ve proletaryanın söylenmemiş türküsüne.

Harman yeriydi. Buğday başakları dağılıyordu gökyüzüne bakınca. Alın teriydi toprağa düşen. Ağaların kahkahaları geliyordu tarla başındaki gölgelikten. Açlıktan toprağa boylu boyunca uzanan hayvanlardan ümidi kesmişti yoksullar. Umut artık bir türküydü söylenmemiş. Elbette söyleyecekti sözünü insanlığın şairler. 1903 yılında selam eyledi insanlığın aynasındaki sır, Cigerxwin. Yoksulluğa, açlığa, ağanın tırnaklarındaki umutsuzluğa…

Dünyaca ünlü iki şair. Aynı toprakların türküsünü bir ağızdan söyleyen iki farklı yürek iki farklı dil. Aynı ağaya, aynı patrona söven, aynı işçiyi, aynı çiftçiyi öven iki yürek, bükülmez bilek.

Türk şair Nazım Hikmet
Kürt şair Cigerxwin

Nazım 1902’de, Cigerxwin ise 1903 yılında dünyaya gelir. Farklı memleketlerin çocukluk arkadaşlarıdır yani bu usta iki şair. Her ikisi de Marksist pencereden bakarlar dünyaya. İkisi de Komünist bir partinin neferidir aynı zamanda. Nazım Türkiye Komünist Partisi ile Cigerxwin ise ailesinin Suriye’ye göç etmesinden dolayı Suriye Komünist Partisi ile yoğurur yüreğini.

Aynı türküyü Türkçe ve Kürtçe söylediler yüz yüze gelmeden, buna ihtiyaç dahi duyamadan. Bu yüzdendir ki Kürtlerin Nazım’ıdır Cigerxwin. Türklerin “Ciger”idir Nazım usta.

İki şairin de dillerinde yasaktır şiirleri. Cigerxwin’in talihsizliği sadece yazdıklarının değil, dilinin kendisin de (Kürtçenin de) zincirlere vurulmak istenmesidir. İki şair de başka ülkelerde yazar şiirlerini ve el altından yollarlar Anadolu’ya

İkisi de proletaryayı, işçilerin, emekçilerin ellerinden şekillenecek bir dünyayı, işçi sınıfı partisini, ustası Lenin’i över ve bu yüzden yasaklanır kalemleri.

İki şairin de bugün söylediğimiz şarkılarda hissedilir yürekleri. Bağıra bağıra söyleriz Türkiye İşçi Sınıfına Selam diye marşları. Haykırırız Kine em? Cotkar û karker gundî û rêncber hemû proleter. (Kimiz? Çiftçi ve işçi, köylü ve rençber, tümden proleter.)

Barışı, savaşın karşısındaki o dimdik duruşu, tarihi hep savaşlara tanık olmuş bu toprakların şairler kadar kim iyi anlatabilirdi? Yokluğu yoksulluğu, çaresini, mücadelesini söyleyebilir mi diller böyle güçlü? Hapishanelerin duvarları gülerdi, yüzlerindeki umudu görünce bu iki şairin.

Yazdıkları yazılar farklı mahlaslarla farklı dergilerde yayınlanmış bu iki şair, Anadolu halklarına en güzel şeyi, burjuvaziye, sömürenlere karşı mücadeleyi ve halkların kardeşliğini anlatmışlardır bir türkü bir kılam havasında.

Aynı yolun iki farklı yolcusu. Aynı mücadelenin kavga yoldaşı… Nazım, Cigerxwin.

İki şair de memleket hasreti ile yaşama veda etti. İki şair de doğdukları yere dönmediler bir daha. Sınırlar onlar için haritalardaki kalın çizgilerden ötede bir anlam taşıdı daima. Nazım Usta kapadı gözlerini 1963 yılında Moskova’da, başında göremeden Anadolu’daki bir çınar ağacının gölgesini. Cigerxwin gözlerini kapadığında takvimler 22 Ekim 1984’ü gösteriyordu. Ve doğduğu topraklardan çok uzakta Stockholm’de yaşama veda etti şair. Toplayamadan asmalardan üzüm tanelerini akşam serinliğinde doğduğu yer Mardin’de, göçüp gitti aramızdan.

Nazım gibidir Cigerxwin, Cigerxwin gibidir Nazım. Hep aynıdır dünyanın neresinde olursa olsun, proletaryanın türküsünü söyleyen şairler. Mayakovski’si de öyle Neruda’sı da.

Ancak Nazım ile Cigerxwin’i ortaklaştıran bir şey daha vardır ki o da bize düşmanın ortak ise mücadelenin de ortak olduğunu hatırlatır. Amerika’da bir dönem, zencilere karşı yapılan ayrımcılığın, ırkçılığın, şovenizmin mağduru ancak bir yanıyla da tüm bu baskılara karşı aynı zamanda zencilerin ellerinde bir bayrak gibi taşıdığı değerlerden birine, sanatçı Paul Robeson’a yazdıkları şiirlerdir.

Nazım şiirinde:

Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robson
İnci dişli, zenci kardeşim,
Kartal kanatlı kanaryam.
Türkülerimizi söyletmiyorlar bize,
Korkuyorlar Robson
Şafaktan korkuyorlar,
Görmekten,
Duymaktan,
Dokunmaktan korkuyorlar
Yağmurda çırılçıplak yıkanır gibi ağlamaktan
Sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar
Sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhat gibi sevmekten
Sizin de bir Ferhat’ınız vardır elbet
Robson, adı ne
Tohumdan ve topraktan korkuyorlar
Akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar
Ne ıskonto, ne komisyon, ne veda isteyen bir dost eli
Sıcak bir kuş gibi, gelip konmamış ki avuçlarının içine
Ümitten korkuyorlar Robson, ümitten korkuyorlar ümitten
Korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam
Türkülerimizden korkuyorlar.

Diye anlatırken. Cigerxwin’de yine Robson’a şöyle seslenir

Pol Robson yoldaş

Ey Robson yoldaş, büyük ozan,
Barışın koruyucusu, bilge insan!
Bilinçli, yol bilen, Dallas düşmanı
Suların üstünden, dağların üzerinden,
Senin siyah rengin gözlerimizin önünde,
Güzel sesinin ahengi hâlâ kulaklarımızda.
Bize heyecan verir haksızlığa karşı mücadelen,
İnsanlık içindir haklı kavgan!
Korkuttun ağa ve derebeyleri,
Para babalarının yüreğini hoplatan,
Nasıl da uyandı kara derili insan!
El ele tutuşarak başkaldırdılar...
Makarti gibi Dallas'ı da korkuttular.
Birçok taçla taht sürüklendi ayaklar altında,
Kıstırıp kuyruklarını sermaye sahipleri
Koşuyorlar, titriyorlar, toplanıp kaçıyorlar
Meydanlardan!...

Ey Robson yoldaş!
Yalnız kara derili insanlar değil boyundurukta olan,
Beyaz deriliyiz ne fark eder, kalmışız biz de perişan:
Mazlum, biçare, bilgisiz, kara bahtlı çilekeşiz,
Aç ve çıplak, hasta ve açlıktan çöpe dönmüşüz
Nedir günahımız, suçumuz, sebepsiz birer mahkûmuz.
Düşte boyunduruğa Kürtler Araplar,
Zenciler, Hintliler ve tüm perişan insanlar.
Düzen, düzen!...
Vahşilerin düzeni eğri düzen,
Faşist düzendir bizleri hep ezen!
Sermayedarla biz köle yaptılar!
Çaresiz koyarak aldılar yük altına.
İnsanlık adına perişan olduk.

Ey Robson yoldaş!
Benimle senin derdin dertlerin en ağırı,
Egemenlik başlayalı dünyada
Kimi insanlar derebeyi, hanedan oldular,
Kimisi de yoksul, perişan, boyundurukta.
Marks ile Engels dertlerimize derman oldu,
İki bilge insan işçi sınıfına önder oldu.
Onlar ki ölümsüzdürler, biz yol gösterdiler,
Onların yolunda kavga verilince uyandı işçiler.
Gün doğdu... Gün doğdu,
Doğu boyunduruktan kurtuldu,
Kızıl güneş, sarı güneş
Çıktı yola Moskova'dan,
Serpti ışığını balkanlara,
Almanya'dan uzandı ta Çin'e,
Büyük Çin, güzel güçlü Çin
Şavkını vurdu doğunun hindine
Dağıldı, yayıldı dünyanın tümüne.

Ey Robson yoldaş!
Uyandı köylüler, işçiler, emekçiler,
El ele tutuşup kalktılar tüm ezilenler.
Tanklarıyla, toplarıyla gidiyorlar savaşa,
Yükseldi sesleri, her yerden haykırıyorlar,
Onlar eşitlik, barış, özgürlük istiyorlar.
Onlar artık kaçmıyor, kaçmayacaklar!...
Şimdi artık düşman kaçıyor, korkudan ölecekler!
Zenciler, beyazlar ve dünyada ezilenler
Oldular arkadaş, oldular candan yoldaş.
Egemenlerin zulmü kalkıyor yavaş yavaş.
Kaçıyor her yerden soylu hanedanlar,
Onların malları kendi başlarına bela!
Tarih zulümleriyle birlikte saplandı göğüslerine,
Gözlerine vurdu ve de acımasız yüreklerine
Çalı ve dikenler doldu, taş yüreklerine.
Yeniliyorlar, kaçışıyorlar savaş alanlarında.
Durmayın, kovalayın, bırakmayın onların peşini.

Ey Robson yoldaş!
Herkesin insanca yaşadığı bir dünya,
Cennet gibi köy ve şehirler, tüm olanaklar
Açılsın herkese eşitlik kapıları,
Okuyan bilimci, söyleyen ozanla dolsun dünya.
Yüce köşklerle güzel bahçeli evlerde
Yaşasınlar, dolaşsınlar gönüllerince
Akan suların, cıvıldayan kuşların arasında.
Göğe uzanan yüce zirvelerden süzülen
Güneş ışınları altında mutlu, umutlu
Yaşasın herkes özgürce...

Ey Robson yoldaş!
Buyurun gidelim, serbestçe dolaşalım,
Birlikte okuyup, birlikte görelim, soralım,
Zorbaların olmadığı bir dünyada kimden korkulsun?
Sınırlar kalkınca ne edelim pasaportu!
Kız, kızan, gönülleri hoş birer ozan!
Buradan kahvaltı edelim bal ile,
Moskova'da öğle, Çin'de ikindi yemeğiyle
New York'ta akşam, Londra'da geceyle.
Siyah derililer ile beyaz derililer kirve olalım,
Beraber kanatlanalım uçalım Merih gezegenine
Şirin ve Zeliha ile el ele tutuşalım.
Yanağında bir öpücükle seni emzirsin,
Bağrındaki susuzluğu senden gidersin!...
Söyle aziz dost söyle, şarkı söyle,
Herkes güzel sesini dinlesin,
Dinlesin de kendinden geçsin...
Ey arkadaş söyle, aziz dost,
Sazlı sözlü coşkuyla söyle.
Kahrolsun kölecilik,
Yıkılsın zorbalık!
Yaşasın özgürlük!
Yaşasın bağımsızlık!...

Ey Robson yoldaş!
Bu güzel dünya yeter hepimize,
Siyah ve beyaz deri neyimize!
Karnı tok, alnı açık, güler yüz
Yaşayalım insanca tümümüz.
Ne aç kalsın, ne çıplak,
Ve ne de öksüz
Ne ölen, ne öldüren, ne bağıran, ne çağıran
Bitsin artık insanlığı yok eden savaşlar!...
Çalışalım birlikte, işe gidelim yoldaşça,
Sekiz saat, dört saat, ya da iki...
Çalışmak çok güzeldir, birbirini ezmeden,
Halk için, yurt için, gece gündüz demeden!
Her şeyin sahibi olalım,
Donatalım kafamızı bilgiyle.
Tüm kıskançlıklar yok olur,
Herkes eşit Kardeşçesine yaşar,
Vahşilik tamamen ortadan kalkar.
Birlikte bilgili hep beraber bilinçli,
Uçuralım barış güvercinini, yücelsin,
Yelpaze gibi kanatlarıyla bizi serinletsin.
Birlikte paylaştıralım sevgiyi, yaşamı,
Ah Cigerxwîn,
Bahsettiğin dünya
Çok güzel bir dünya!...

Aynı yaşamları paylaşan bu iki şairin bir araya gelmemiş olmasının bir önemi olmadığını düşünüyorum. Nitekim yüzlerini görmedikleri insanlar için yazabildikleri şiirler, onlar için verdikleri mücadele bunu doğrular nitelikte. Bu usta iki şaire dair yazıyı yine onların dilinden bitirmek uygun olur diye düşünüyorum. Hem hatıraları hem de emanetleri olduğu için…

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür,
Ve bir orman gibi kardeşçesine,
Bu davet bizim… (Nazım Hikmet)

Özkan Öztaş

*( Cigerxwin’in şiirini ahengini kaybetmesini de göze alarak Kürtçeden Türkçeye çevirisinden, sadece Türkçesiyle ele aldım Ö.Ö)