Bir devrim lobisi (Deniz Özceylan)

Bir zamanlar resmi hayalimiz vardı: "Küçük Amerika" olmak. "Muasır medeniyetler" düşüncesinin bizi taşımamış olması gereken bir noktaydı bu. Ve cumhuriyetin genç yaşına rağmen içerisinde çürümeye yüz tutmuş bir şeyler olduğunu gösteriyordu bize. Bir eksik...

Dünya, 68 kuşağının direnişlerine sahne oluyordu ve elbette "Almanlar yenildi diye yenik sayılmış bir halk" olarak biz de Rusya'nın hala neden sıcak denizlere inmek istediğini anlayamıyorduk. Sevr'i kabul etmediğimiz için yalnızdık. Herkes bize düşman olmuş ve kin güdüyordu. Ve bazı beynelmilelci kimseler de buna alet oluyordu... Bütün bunlara son verecek, ülkeyi "bir türlü çıkarılmasına izin verilmeyen bor madeni" ile zengin edecek, "Allahsızlardan" hesap soracak, "bunca yıldır dini bilmeyen topluma dini öğretecek" yahut öğretmek cüretini gösterecek bir "lider" lazımdı... Aranan kan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde 27 Mart 1994'te bulundu.

Öyle zamanlar geçirdik ki Türkiye'de komplo teorileriyle işleyen içe dönük ve bir nevi halkın gözüne sinema perdesi misali çekilen medya ile sadece gösterilmek istenenlerin gösterilip, manipülasyonlarla 783.562 km²'lik bir "Truman Show" yaratılıyordu. Halkın paranoyaya sürüklendiği, her olayın bir de derin devlet boyutu olduğu düşüncesi bir takım televizyon dizileriyle de iyice yaygınlaştırıldı. İhbar hatları kuruldu, adliye çıkışı yapılan basın açıklamalarında sivil polislerce eyleme katılan örgütlü/örgütsüz kişilerin isimleri not edildi, kişiler düzen karşıtı eylemlerde ve hatta katıldıkları bahar şenliklerinde dahi GBT kayıtlarıyla fişlendiler.

Peki bütün bunların temelinde ne yatıyordu? İnsanları ilköğrenimlerinden, hayatlarının son bulmalarından önce beş yıldızlı, Kâbe manzaralı otellerde kalıp işledikleri günahlardan son dakika tavafıyla arındırmaya, kolay yoldan parayı bulup, vatanı yel değirmenlerinden korumaya iten neydi? Mısır'da Esma için ağlayanların yüreğinin bir köşesinde neden 13 yaşındaki çocuk "işçi" Orhan Sürer yer etmedi? Yıllarca kerameti CIA, Mossad, KGB'de arayanlar Gezi direnişiyle listeye Otpor'u eklerken finansörü olarak faiz lobisini eklediler, piyanoyu silah, piyanisti suçlu ilan ettiler.

Kişileri korkuyla kontrol etmeye çalışanlar, vaktiyle aba altından gösterdikleri sopanın polis copuyla vücut bulmasını takma bıyık ve peruk ile gizlemeye çalışıyorlar. Öyleyse sadece RedHack'in açıkladığı ihbar dosyalarında bile gözlemlenen paranoyanın, toplanmış olan duble yollar kişileri yalnızlaştıranın, toplumdan soyutlayıp menfi çıkar gütmeye sürükleyenin, halka karşı örgütlenenin başlı başına devlet olduğunu da paralellik ile mi gizleyecekler yoksa bunu da 2020 olimpiyatlarına ev sahipliği yapacak Tokyo'nun yakuzalarına mı havale edecekler?

Toplanan deprem vergileriyle yol yapan, çift şeritli yollarda giden tırlarla Suriye'deki "Türkmenlere" parça tesirli patates ve yarı otomatik insani yardım yollayan iktidar, bu gücü ve aymazlığı nereden buluyor?

Ülkenin en kanlı saldırısı olan Reyhanlı'daki patlamayı, "Küçük Amerika" hayalinin nasıl gerçekleştiğini ispat eden Roboski'yi, Ethem'in katili Ahmet Şahbaz'ı aklamaya çalışan iktidar, gücünü komplo teorilerinden, gündem değişikliklerinden, %50'sinden, Yeni Şafak'ından, Akit'inden, Rasim Ozan'ından, Nagehan Alçı'sından yahut bir kutu jöleden değil bizlerden almaktadır. Bu ülkenin kendini ilerici, yurtsever, devrimci, sosyalist olarak adlandıran kimselerinin örgütsüzlüğünden, ortak hareket edememesinden almaktadır.

Bunu biraz irdeleyelim. 12 Eylül öncesi yüzlerce fraksiyonun olduğu ülkemizde muasırlık anlayışının Filistin'de İsrail, Ebu Garip'te ABD ile çağdaş olmasının şaşılacak hiçbir yanı yok. Zira gizli güçlere ve bir takım "büyük oyunlara" inanan sadece sağcı kimseler değil bizzat solun içerisindeki öznelerdir aynı zamanda. Kendi görüşünden olmayanı "sahte sol", kendisiyle aynı zamanda eylem yapmayanı "birleşerek bölen", sırf birşeyleri değiştirmeye çalıştığı için -sol jargonda bir hakaret olarak- "revizyonist", yurtseveri "milliyetçi" diye adlandırıp kendini yalnızlaştıran Türkiye solu, çareyi genel olarak iktidar eleştirisi ile beraber diğer sol geleneklerin reddinde aramış ancak kendisindeki noksanlıkları görmemiştir. Bu vesileyle sekterlik, sol içinde dogmatizm türemiş, Marksizm ile dalga geçercesine tüm siyasal yapı homojen halde düşünülmüş, devrimciliğe ait hemen her şey belirli bir kaba sığdırılmaya çalışılmıştır ve bunun sonucunda da kaçınılmaz olarak şekilcilik türemiş ve de devrimcilik "babadan oğula geçen" bir sıfat halini almıştır. Sol içinde ayrılıklar yaşanmış, zaten darbeler ve sindirme politikalarıyla apolitikleşen kişiler bilahare tembihledikleri çocukları, siyasetten soyutlanmış, düşünmeyen, üretmeyen, güdülerle hareket eden yeni bir nesil modeli ortaya çıkarmıştır.

Günümüz iktidarının "dindar nesil" söylemi ile yaratılmak istenen dinbaz, bireyci nesil ancak bu örgütsüz ve siyasallıktan uzak kimseler olacaktır. Kaldı ki Gezi direnişinde dahi örgütsüzlüğe methiyeler düzüldü. "Bakın gördünüz mü örgütsüzüz ama hepimiz sisteme karşı mücadele ediyoruz" diyen kimseler tam da bu sebepten başarıya ulaşamadılar. Yanlışlara karşı mücadele edenler, sorunları kendilerince düzeltmek isteyenler fikir birliğini henüz sağlayamamıştı.

Devrimcilerin örgütsüzlüğü ile beslenen ve halka karşı bundan aldığı güçle komplolara girişen iktidar bu kez "Sol Cephe" ile yüzleşmek zorunda... Ülkenin aydın yüzlerinin, gençlerinin, emekçilerinin, sosyalist bir ülke isteyenlerin, yıllardır süregelen sömürü düzenine karşı halkın örgütleyici gücü, solcuların cephesi olma iddiasıyla il il örgütlenmekte...

Buna karşın AKP, saldırganlığını gün geçtikçe arttırmakta. Çünkü unutmayalım bir zamanlar resmi hayalimiz vardı: "Küçük Amerika" olmak.