Senin diktatörlüğün bir melekti yavrum!

Bir bilmeceyle başlarsak:

Bir baba ve oğlu trafik kazası geçirirler. Baba olay yerinde hayatını kaybeder, oğlu yaralı olarak hastaneye kaldırılır, acilen ameliyata alınması gerekmektedir. Doktor odaya girip kendisini gördükten sonra meslektaşlarına dönerek "hayır" der, "ben bu ameliyatı yapamam. O benim oğlum". Bu nasıl mümkün olmuştur?

Bir anket çalışması kapsamında yöneltilen bu soruya, katılımcıların büyük bölümü Emrah filmlerini aratmayacak türden yanıtlar vermişlerdir: adam aslında ölmemiştir, çocuğun gerçek babası değildir, karısı adamı aldatmıştır, vb. Hâlbuki sorunun cevabı çok daha basittir: doktor kadındır.

Peki, şu apaçık yanıt neden bir anda aklımıza gelmez de onun yerine "işte şimdi gerçek baban oldum Emrah!" türünden bir karmaşık ilişkiler yumağı kurgulamak bize daha yakın düşer? Kadının eşitsiz toplumsal konumu ve beynimize yıllar yılı işlenmiş ayrımcı kodlar yüzünden, doktorluk mesleği ile erkek imgesini birbirinden ayırmak kolay kolay mümkün olmamıştır.

***

Benzer bir kalıplaşmış ilişkiyi bugünlerde 'otoriter rejim' ve 'askeri yönetim' kavramları arasında görmez miyiz? Otoriter rejim ya da diktatörlük denilince aklımıza mutlaka darbe ile başa gelen bir askeri yönetim imgesinin gelmesi tesadüf müdür? Erkek egemen bakış açısı yüzünden kadın doktoru hayal edemediğimiz gibi, liberal el çabukluğu yüzünden askeri olmayan, sivil bir otoriter rejimi tahayyül edemez olmuşuzdur işte! Sahi, AKP iktidarının bugün izlediği yol tüm gerçekliğiyle gözlerimizin önündeyken, sivil bir otoriter rejimi tahayyül etmemize gerek kalmış mıdır ki artık?

Ergenekon davası ile temizlenmezse asker eliyle bir otoriter rejim kurulabileceği düşüncesine bugünkü liberallerimiz sayesinde o kadar çok maruz kalmışızdır ki askeri alanın dışında kalan sivil siyasetin tanım gereği demokratik olacağını sanmaktayızdır! Zaten tam da böyle bir göz boyama sayesinde burnumuzun dibinde diktatörlüğe dönüşen rejimi hala demokratikleşiyor sanmıyor mudur bazıları?

Başbakan Erdoğan'ın 22 Temmuz 2007 seçim zaferinin ardından yaptığı konuşmanın demokrasi dersi olarak nitelenmesinin üzerinden bir buçuk seneden fazla geçti. Ne demişti Erdoğan, tüm köşe yazarlarının hoşgörü, itidal ve toplumsal uzlaşmaya davet olarak nitelediği bu meşhur konuşmada?

"Şu bayraklarınızı göreyim. Bayrakları bayrak yapan üzerindeki kandır. Şimdi buradan tüm Türkiye'ye seslenelim: Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet!" Ece Temelkuran seçimden üç gün sonraki "Sen bu ülkenin garnitürüsün!" başlıklı akıllarda yer eden yazısında, Erdoğan'ın yaptığı tehlikeli olduğunu bilmediği için tehlikeli konuşmanın geri kalanını şöyle özetlemişti:

"Konuşmasında AKP'den başka partilere oy verenleri "Onlar da bizim zenginliğimiz" diye tarif edip halkın AKP'li olmayan yarısını "memleketin garnitürü" ilan eden Tayyip Bey devam ediyor: "AKP artık toplumsal merkezin adresidir!" (...) Yani artık "merkez" olan bu. Yani artık "normal" olan bu. Yani artık onlar gibi görünmüyorsanız marjinalsiniz. Yani... Yani... Bu devlet de, bu millet de, bu halk da sizin değil, siz "ötekisiniz". En iyi ihtimalle "garnitürsünüz"!

(...)

Merhamet lütfeyle! Ve herkes aslında artık bunun farkında. Seçim gecesinden bu yana televizyonlara çıkanların ağzında aynı laf: Uzlaşma! Bu (adını koyalım) bir merhamet çağrısıdır aslında. Muktedirden merhamet istenmektedir. Çünkü böyle bir çoğunlukla, böyle bir toplumsal kudretle iktidara gelen bir lidere baskı yapamazsınız, ancak merhamete çağırırsınız".

***

Aradan geçen bir buçuk seneden sonra: AKP'nin başını ağrıtması muhtemel olan herkesin konuşmalarının dinlenmesinin, özel hayatlarının tehdit unsuru olarak karşılarına çıkarılmasının, devletin tüm hukuk aygıtıyla üzerlerine gidilmesinin normalleştiği bir yerde hala "demokrasi kazandı" türünden başlık atmak mümkün müdür?

Hükümetiyle zıtlaşan yerel yönetimleri tehdit eden bir adalet bakanına, anayasayı değiştirmek için artık muhalefete ihtiyacımız yok diyen bir başbakana, yeni Ergenekon iddianamesi ile hükümete karşı miting düzenlemeyi yasadışı hale getiren bir yönetime bakıp "işte halkın muhtırası" diye zafer çığlıkları atmak mümkün müdür?

Polis ve yargının tamamı AKP'nin özel güvenliği, medya basın sözcüsü gibi çalışırken, ordunun içindeki tüm AKP karşıtı öğeler ordunun işbirliği ile bertaraf edilmişken, ülkeyi sınırsızca piyasalaştırmanın ve bölgesinde maşalaştırmanın ABD tescilli tek oyuncusu AKP iken AKP'den başka otoriter rejim kuracak herhangi bir siyasi erkin kaldığına inanmak mümkün müdür?

Bir bilmeceyle bitirirsek:

Bir sivil iktidar bütün darbecileri temizler. Darbeciler tüm siyasi etkinliğini kaybeder. Aynı anda ülkede zaten teknik anlamda var olan liberal demokrasinin son nüveleri de bir anda ortadan kalkar, otoriter bir rejim sarsılması güç biçimde yerini sağlamlaştırır. Bu nasıl mümkün olmuştur?

Sorunun cevabı için yine Emrah filmlerine dönüp entrika aramaya gerek yoktur: çünkü varsaydığımızın aksine sivil rejim demokratik, otoriter rejim askeri olacak diye bir kural da yoktur.

Emre Zeybek