Selçuk'un çelişkili yürüyüşü

Aydınlanmacılık, laiklik, cumhuriyetçilik gibi değerlerin savunucusu olan İlhan Selçuk, Yön dergisi yıllarında savunduğu devrim hedefinden uzaklaştıkça, okurlarına çözüm yolu olarak düzen içi odakları ve ehven-i şer olarak gördüğü sağcı partileri gösterir oldu.

İlhan Selçuk, 1925 yılında Aydın’da doğdu. Bir subay olan babasının görevi nedeniyle Anadolu’nun çeşitli kentlerinde geçen çocukluk ve ilkgençlik yıllarının ardından İstanbul Hukuk Fakültesi'nde öğrenim gördü. Mezun olduktan sonra bir süre avukatlık yaptı.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında ağabeyi Turhan Selçuk'la birlikte 41.5 ve Dolmuş adlı dergileri çıkardı. Askerden döndüğünde gazeteci olmaya karar verdi ve 1961’de önce Akşam, daha sonra da Tanin, Vatan gibi gazetelerde çalıştı.

Bu yıllarda, sivil ve asker ilericilerin işbirliği ile yapılacak bir Kemalist devrimi savunan Yön hareketi saflarında yer aldı. 1962’de Doğan Avcıoğlu’nun kurduğu Yön dergisinde yazmaya başladı. Aynı yıl Nadir Nadi’nin çağrısı üzerine Cumhuriyet’te köşe yazarlığına başladı. Yön dergisi kapatıldıktan sonra Avcıoğlu’nun çıkardığı Devrim dergisinde de yazmayı sürdürdü.

12 Mart Muhtırası’ndan sonra, “Hoş Geldin Tanzimat Kafası” başlıklı yazısı nedeniyle Cumhuriyet kapatıldı. İlhan Selçuk tutuklandı. Açılan davada aklandı. Çok geçmeden, “9 Mart 1971 darbe teşebbüsüne katılan Milli Demokratik Devrimcilerden olduğu gerekçesiyle” sıkıyönetimce yeniden gözaltına alındı. Dönemin ünlü işkence karargahı Ziverbey Köşkü'ne götürüldü ve burada işkence gördü. İşkence altında olduğunu, akrostiş yöntemiyle ifadesinin içine gizlice yerleştirdi. Mahkemedeki savunması sırasında akrostiş yöntemini açıklayarak ifadesinin işkence altında alındığını kanıtladı ve beraat etti.

12 Eylül 1980 darbesinin ardından Cumhuriyet gazetesinde genel yayın yönetmenliği görevine gelen ve 1992’ye kadar bu görevi yürüten Hasan Cemal ile sürtüşmeli bir ilişkisi oldu. 1991’de Nadir Nadi'nin ölümünden sonra, Uğur Mumcu ve Ali Sirmen'in de aralarında bulunduğu çok sayıda arkadaşıyla ayrıldığı Cumhuriyet'e 4 ay sonra geri döndü. Uzun süre gazetenin imtiyaz sahibi ve başyazarı olarak görevini sürdürdü.

Selçuk, aydınlanmacılık, laiklik, cumhuriyetçilik gibi ilkeleri savunurken kimi zaman çelişkilere düşmekle eleştirildi. Özellikle şeriat tehlikesine karşı milliyetçiliği çıkar yol olarak göstermesi, yeşil sermayeye karşı savunduğu Koç gibi yerli sermayedarların emperyalist tekellerle ilişkilerini görmezden gelmesi tepkilere sebep oldu. Yön ve Devrim yıllarında savunduğu devrim hedefinden uzaklaştıkça, okurlarına çözüm yolu olarak düzen içi odakları ve ehven-i şer olarak gördüğü sağcı partileri gösterir oldu. İşte İlhan Selçuk'un son beş yılda yaptığı bazı tartışmalı çıkışlar:

26 Mart 2005’deki yazısında TÜPRAŞ’ın satılmasına karşı mücadele verenlere, "Petrol-İş davayı kazansa bile işin sonu nereye varacak? Diyelim davayı sendikacılar kazandı ulusal sermaye Koç devreden çıktı. Bizim solda bu akıl oldukça TÜPRAŞ ya Arab'ın, ya çorabın, ya Hariri gibi bir şaibelinin eline geçecek...” diye seslendi.

Bu makalenin ardından Cumhuriyet gazetesinde Erinç Yeldan'ın TÜPRAŞ’ın özelleştirilmesi ile ulusal çıkarların bağdaşamayacağı yönündeki yazısına cevaben Selçuk, "Özelleştirme sürecinde OYAK devreye girdi diye sevindik ulusal bir kurum olan OYAK, ERDEMİR'e sahip çıktı. TÜPRAŞ ihalesini Koç kazanınca bu ülkenin aklı başında insanları bir soluk almışlardı. Neden? Ülkede sermaye yeşilleniyor, ılımlı İslam modeli gerçekleşiyor, kamu kurumları Arabın çorabın eline geçiyor. Koç bu ülkenin güvenilir kurumu değil mi?" dedi ve satışa karşı mücadelenin anlamsız olacağını, çünkü yüksek mahkeme satışı iptal etse bile yeniden satışın kaçınılmaz olduğunu ve “bugünleri aratacak bir yeşil belanın” tıpkı Telekom gibi TüPRAŞ’a da el koyacağını yazdı. Selçuk, bunu izleyen günlerde İzzettin Önder'in TÜPRAŞ'ın özelleştirmesine karşı kaleme aldığı yazısının gazeteye konmasını “yargı süreci devam ettiği” gerekçesiyle engelledi.

Bütün bu gelişmeler sol kamuoyunda büyük yankı uyandırırken, Cumhuriyet gazetesinin Koç Holding ile kirli ilişkileri bilinen Türk-Metal Sendikası’na yakınlaşması ve reklam gelirleri gibi başlıklar nedeniyle Koç ile arayı bozmamak istemesi nedeniyle bu tür yayınlar yaptığı kanısı ağırlık kazandı.

16 Eylül 2005’deki yazısında ise Selçuk, TÜPRAŞ’ın satışını “Ne yalan söyleyeyim, ben de çoğu kişi gibi sevindim, bu milletin malını kökü dışarıda şeriatçılara ucuza pazarlamak isteyen bu iktidardan korkuyorum… Koç, yüreğimize su serpti, TÜPRAŞ’ı kurtardı” diye olumladı.

3 Mayıs 2006’da, “Dindar: Süleyman Demirel, Dinci: RTE” başlıklı yazısında AKP muhaliflerini Demirel etrafında birleştirmeye çağırdı: "Demirel Müslüman, Erdoğan İslamcıdır. Demirel dincilerin karşısında sağduyulu ortak mantığı temsil ediyor, kucaklayıcı bir söylemi var. (...) Yapılacak ilk iş, halkı 'din istismarcıları'nın iktidarından kurtarmak, laik cumhuriyeti güvence altına almaktır... Bunun için de iki elli, iki ayaklı, canlı, ağırlıklı, somut bir tanığa gerek var..'Dinci' nin karşısına bir 'dindar' ın dikilmesi gerek... İkinci iş, her biri bağımsız olan partilerin, bağımsızlıklarını koruyarak ortak bir hedefte iktidara karşı birleşmelerini sağlamaktır... Süleyman Bey hiçbir partiye girmeden, hiçbir talepte bulunmadan bu toparlanma işlevini yerine getiremez mi?..Sanırım hiçbir parti, partisiz Demirel'in bu yoldaki işlevine karşı çıkmaz...

16 Haziran 2006’da, “Dinci sağda iki lider var… Biri Erbakan.. Öteki Tayyip.. Hangisini yeğlersiniz?.. Erbakan hoca açık seçik. Takiyyeci değil. Söyleyeceğini mertçe söylüyor. Kimliğini ortaya koyuyor. Kişiliğini gizlemiyor. RTE (Recep Tayyip Erdoğan) ise takiyyeci... Hangisini yeğlersiniz? Erbakan’ı mı? RTE’yi mi?” diye sorarak Erbakan’ı Erdoğan’a yeğlediğini ima etti.

25 Ocak 2007 tarihli yazısında, Hrant Dink suikastından sonra “Hepimiz Ermeniyiz” sloganı atanlara yönelik kullandiği “Hepimiz Ermeni, Yahudi, Çerkes, Kürt, Rum, Laz, Abaza vb. olabiliriz bu yolda hiçbir sakınca yok... Ancak hep birlikte mutlu olmak istiyorsak, gelin şu Türk yurttaşlığında birleşelim... Birleşelim de şu 'Çılgın Türkler'i yeniden çılgınlaştırmayalım..." ifadeleri, kimi yazarlar tarafından Türk kimliği altında asimile olmayanlara yönelik bir tehdit olarak yorumlandı.

27 Şubat 2007’deki yazısında faşizmi 20. Yüzyıl ve sanayileşme sonrasının tehlikesi, dinciliği ise ortaçağın tehlikesi olarak tanımlayan Selçuk, Türkiye ve Ortadoğu için halen geçerli olan asıl tehlikenin dinci gericilik olduğunu, dincilik tehlikesinden korkmayanların faşizm tehlikesinden söz etmesini anlayamadığını yazdı.

Komünizme karşı oluşturulan Türk - İslam Sentezinin sona erdiğini, iktidardaki AKP ile muhalefetteki MHP arasındaki çatışmanın bu işbirliğinin sona erdiğini vurguladığını anlatan Selçuk, ABD'nin Türkiye’ye biçtiği "Ilımlı İslam Devleti Modeli"nin milli (ulusal) devleti reddettiğini belirterek, “AKP bu modelin partisidir MHP değildir” dedi.

Milliyetçilik (ulusçuluk, ulusalcılık, millilik, vb..) duygu ve siyasetinin toplumda yükselmesi dinciliğe karşıt bir siyaseti içeriyorsa gericiliğe karşı ilericilik içeriği taşır” diyen Selçuk, mevcut konjonktürde MHP’nin ilerici olduğunu ima etmiş oldu.

26 Haziran 2007'deki “22 Temmuz'da MHP'nin Durumu...” başlıklı yazısında da, AKP iktidarına en sert muhalefeti MHP'nin yaptığını belirterek, “Peki, vaktiyle İslamcılarla al takke ver külah olan MHP şimdi nasıl oldu da dinci iktidara veryansın ediyor?.. Türk-İslam Sentezi'ne ne oldu?.. İslamcılar Amerikancılaşıp Türkiye Cumhuriyeti'ni yutmak üzerine seferber olunca sentez mentez kalmadı...” dedi. Türk-İslam sentezinden vazgeçen MHP’nin “aslına rücu ettiğini, milliyetçilik şiarını benimsediğini, bu seçim kampanyasında dincilere karşı çıktığını”, bu nedenle de MHP’nin "İslamcıların peşine takılan entel - liboş takımının uykularını kaçırdığını" savundu.

8 Temmuz 2007’deki tartışma yaratan yazısında işkencecilerini şu sözlerle affetti: "Kan davası aydınlık ve çağdaş bir insana yakışmaz. Ben laik Atatürk cumhuriyeti'nin varoluşu ve bütünlüğü için, dün bana işkence etmiş olanlarla bugün el ele vermeyi yurtseverliğin doğal ve sade gereği sayıyorum."

Seçimlerden sonra, 3 Şubat 2008’deki köşesinde ise, “Sözüm ona milliyetçiliği kimseye bırakmayan MHP, eski usul, Amerikancılığa postu sererek AKP'nin yanında yerini aldı türbancılığa soyundu... MHP milliyetçi falan değilmiş... MHP mandacılığa teşne... AKP kuyrukçuluğu yapıyor...” diyerek MHP'den yana hayalkırıklığını ifade etti.

21 Mart 2009'da Ergenekon soruşturması kapsamında sabaha karşı evinden alınıp yaklaşık 40 saat sorgulanan Selçuk, daha sonra yurtdışına çıkışına yasak konarak serbest bırakıldı. Bu gözaltı günlerinde Selçuk'un özel telefon görüşmeleri yandaş basına servis edilerek, Selçuk küçük düşürülmeye çalışıldı. Selçuk bunu izleyen süreçte dinci ve liberal basının en önemli hedeflerinden biri haline geldi. Yakınları bu süreçte Selçuk'un sağlığının da hızla bozulduğunu söylediler.

2010 başında, kendisi ile düzenli görüşen Hikmet Çetinkaya’nın aktardığına göre, “Türkiye’ye şeriat meriat gelmez. Yılbaşında televizyonları izleyince gördüm. Şeriatçılar artık sermaye ve medya sahibi oldu” diyen Selçuk, bundan birkaç hafta sonra 11 Ocak 2010’da Cumhuriyet’te çıkan söyleşisinde de “Artık Türkiye'de askeri darbeler dönemi kapanmıştır. Ben Türkiye'nin zaman yitirmeden demokratikleşmesini istiyorum. Demokrasi ve özgürlükleri kim genişletirse ona gönülden destek veririm. Faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmasından, ülkemize barış ve huzur gelmesinden, akan kanın durmasından yanayım. Türkiye kendisiyle yüzleşmeli. Başta söylediğim gibi, askerin de sivil rejimin de vesayetine giremem, giremeyiz Cumhuriyet olarak” dedi.