Suriyeli Mülteciler tartışmasında ıskalananlar: Patronlara ucuz işgücü, AKP’ye manivela

Mülteci sorununun çözümü için ABD ve AB ambargosunun kaldırılması, savaşın sona erdirilmesi ve mültecilere ev sahipliği yapan ülkelerin Şam yönetimiyle doğrudan temasa geçmesi gerekiyor.

Ali Örnek

Suriyeli mültecilerle ilgili devam eden tartışma, Türkiye sermaye sınıfının içindeki kliklerin, sorunu algılayışlarındaki farklılık ve hatta çatışmaları da su üstüne çıkardı. Halihazırda kliklerin siyasi temsilcileri arasında devam eden tartışmanın pas geçilen uluslararası boyutu da mevcut. İktidar tarafından Suriye müdahalesinin meşrulaştırılmasında kullanılan mülteciler aynı zamanda ABD ve AB’nin de Şam yönetimine karşı pazarlık kozuna dönüşmüş durumda.

Taliban’ın Afganistan’da kontrolü artırmasıyla gelenler, Türkiye’de devam eden mülteciler tartışmasını yeniden hararetlendirdi. Tartışmanın odak noktası elbette ki, sayıları 3.6 milyonu bulan Türkiye’deki Suriyeli mülteciler. Esasında Türkiye’deki egemen sınıfın farklı klikleri arasında, sorunun ele alınışı ve çözümüne dair yaşanan farklılaşmayı ortaya çıkarsa da tartışma henüz bu kliklerin siyasi arenada temsilciliğini üstlenen partiler arasında devam ediyor. Sağ-muhafazakar tabana ulaşmanın kilidi olan küçük ölçekli sermayedarlar için Suriyelilerin “Allah’ın lütfu” olduğu çok açık. Zira, kriz ortamında Suriyeliler ucuz iş gücü deposu olarak özellikle Kayseri ve Gaziantep gibi kentlerde yoğunlaşan küçük ölçekli imalat sanayisinin can simidine dönüşmüş durumda. Bu nedenle AKP cenahı “Suriyeliler olmasa ekonomi çöker” derken TÜSİAD açısından mülteci sorunu emek fiyatını aşağı çekmek gibi “getirilerine” rağmen, uzun vadede ülkeyi ucuz ara mal üretimine mahkum ettiği gibi, tüketim toplumunu daraltarak Türkiye kapitalizmine sınıf düşürtebilecek sakıncalara sahip. Bu da CHP ve İYİ Parti’yi “İktidarımızda mültecileri geri göndereceğiz” çıkışlarını yapmakta cesaretlendiriyor. Ancak tartışılma biçimiyle Türkiye’deki Suriyeli mülteci sorunu, hem Suriyelilerin emek piyasasına düşük ücretle katılımını meşrulaştırırken, derinleşen ekonomik krizin günah keçileri ilan edilmelerini de sağlıyor. Hem emek fiyatlarını aşağı çekmeleri hem de krizin müsebbibi ilan edilmeleri, Türkiyeli sermayedarların farklı kliklerinin ortak faydaları.

Stratejik nüfussuzlaştırma

Ancak sorunun bir de uluslararası boyutu var. Avrupa Birliği ve özellikle Almanya “mülteci yüküne yardım” adı altında Türkiye’ye rüşvet vererek, mültecileri burada tutmaya gayret ediyor. Böylelikle mültecileri kontrolsüz bir biçimde almak yerine “seçerek almak” imkanına kavuşan AB ülkeleri, bir yandan da “Suriye’nin stratejik nüfussuzlaştırılması” planına çentik atmış oluyor. “Suriye’nin stratejik nüfussuzlaştırılması” kavramını ortaya atan ilk kişi, aslında şu anda İngiltere’de haksız bir biçimde tutulan Julian Assange...

Wikileaks’in kurucusu Assange’a göre “Suriye’nin stratejik nüfussuzlaştırılması” başından beri Devlet Başkanı Beşar Esad’ın devrilmesini isteyen ülkelerin planıydı ve bu ülkeyi nitelikli emek gücünden mahrum bırakmayı ve askeri kapasitesini düşürmeyi hedefliyordu. Assange, Suriyelilerin ülkeden kaçmasının AB ve ABD’nin ortak planı olduğunu iddia ederek, Wikileaks’te yayınladıkları ABD diplomatik yazışmalarından birini örnek vermişti. Aslında örneği Irak ile ilgiliydi. Yazışmada, ABD’li yetkililer Irak’ın işgaline askeri destek vermesi için baskı yaptıkları İsveç’ten “Biz zaten mülteci çekerek size destek veriyoruz” yanıtını aldıklarını aktarıyordu. Tabii ki, ABD ve AB’nin stratejik nüfussuzlaştırma planı yürüttüğü iddiasının yegane dayanağı 2000’li yılların başından kalan ve başka bir ülkeyle alakalı olan bir yazışma değil. 

Suriye 10 yıllık savaşta dünyanın en ağır mülteci krizlerinden birine sahip oldu. Toplamda 6.6 milyonu Suriye içinde ve 6.5 milyonu da yurtdışına kaçan 13.1 milyon mülteciden bahsediyoruz. Suriye’nin savaş öncesi nüfusunun 22.5 milyon olduğu göz önünde bulundurulduğunda sorunun boyutu daha iyi anlaşılmış olur. Ancak Suriye eksenli mülteci krizinin en ilginç noktası yurt dışına kaçan mültecilerin özellikle Türkiye’de yoğunlaşması. Öyle ki, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin rakamlarına göre, 24 ülkede Suriyeli mülteci bulunuyor. Ve tek başına Türkiye’deki mülteci sayısı kalan 23 ülkedeki mülteci sayısından 500 bin kadar daha fazla. Üstelik bu tabloda, Lübnan, Ürdün ve Irak gibi Suriye’nin diğer komşuları da var. Türkiye’yi 900 bin mülteciye ev sahipliği yapan Lübnan ve 650 bin mülteciye ev sahipliği yapan Ürdün izliyor.

Müdahale varsa mülteci de var

Türkiye’nin bu denli yüksek mülteci sayısına ulaşmasındaki en önemli etken, AKP iktidarının söylemleri ve yöntemleri değişse de bu ülkeye yönelik müdahaleden vazgeçmemesinde saklı. Örneğin savaşın ilk yıllarında Türkiye ile mülteci sayısı yakın seyreden Lübnan Hizbullahının müdahalesiyle, savaşın Lübnan’a sınır cephesi 2014 yılında kapandı. Ürdün ise 2016 yılında, Esad’ın devrilmeyeceğine emin olduktan sonra Rusya ile anlaşarak, Suriye’nin güney kentindeki Dera’daki silahlı cihatçı gruplara yönelik desteğini kesti ve böylece Suriye ordusu yeniden Ürdün sınırını kontrol altına almayı başardı. Yıllara göre mülteci sayısındaki değişikliğe bakıldığında da, Türkiye’nin “Mülteci sorunu daha da katmerlenmesin diye Suriye’deyiz” çıkışlarının altının boş olduğu görülüyor. Nitekim bir amacının da “Suriye’ye girerek mülteci akışına karşı bir tampon yaratmak ve Türkiye’de bulunan mültecileri alınan bölgelere yerleştirmek” olduğu söylenen müdahalenin başladığı 2016 yılında 2.5 milyon olan Türkiye’deki Suriyeli mülteci sayısı, bu süre zarfında yüzde 40 artış gerçekleştirdi. Tersinden Lübnan’daki mülteci sayısı aynı dönemde 1.2 milyondan 900 bine geriledi.

Elbette ki Lübnan’daki sayının aynı dönemde 300 bin gerilemesinde Lübnan hükümetinin Şam ile masaya oturmasının payı var. ABD ve AB’den gelen baskılara boyun eğmeyerek Şam ile masaya oturan Lübnan yönetimi, mültecilere “Suriye turları” düzenliyor. Bu turların ardından Suriye’de kalmak isteyenlere yardım yapılırken, Şam’ın Lübnan’daki müttefiki Hizbullah da irtibat ofisleri aracılığıyla Suriyeli mültecileri geri dönüşe cesaretlendiriyor. Cepheyi kapattığı halde Ürdün’deki mülteci sayısının değişikliğe uğramamasında ise Amman yönetiminin ABD ve AB’den gelen baskıya boyun eğerek Şam ile mülteciler konusunda masaya oturmaktan kaçınması var.

2020’de Rusya’nın çağrısıyla düzenlenen mülteciler konferansına katılmaktan da imtina eden Ürdün, mülteci sorunun yarattığı ekonomik ve siyasi baskıya tek başına göğüs germeye çabalıyor, arada AB’den gelen ve Türkiye’ye verilen maddi desteğin küçük bir miktarına tekabül eden maddi yardımlar dışında. Lübnan, Türkiye ve Ürdün örneklerinden çıkan sonucu tekrar etmek gerekirse, müdahalenin biçimi ve saikleri değişse de bu, Suriye’nin daha fazla istikrarsızlaşmasına ve mülteci sorunun katmerlenmesine yol açıyor. Ancak Ürdün örneğinden de anlaşılacağı üzere sadece cepheyi kapatmak da yetmiyor. Şam ile müzakereler mülteci sorununun en azından kısa vadede hafiflemesi için elzem.

Ambargo en büyük sorun

2020 yılındaki mülteciler konferansını, AB ve ABD “Siyasi değişiklik olmadan mülteci sorunu tartışılmaz” diyerek boykot etmişlerdi. Ancak hem AB’nin hem de ABD’nin mülteci sorununun yakıcılaşmasındaki payı, silahlı gruplara yardım yaparak ülkenin yıkımına katkı sunmaları veya Esad ile masaya oturmaya niyetlenen komşu ülkeleri caydırmakla sınırlı değil. Her iki odak da Suriye’nin ekonomik krizi derinleştiren ambargolarıyla ülkeyi mülteciler için dönülmez kılmaya katkı sağlıyor.

Suriye ordusunun YPG bölgesi, Türkiye’nin kontrol alanı ve İdlib’teki El Kaide emirliği dışında kalan yüzde 70’lik bölgede güvenliği tesis etmesine müteakip, 1.3 milyon mülteci dönüş yaptı. Ancak mültecilerin geri dönüşünün önündeki en büyük engel savaşın yarattığı yıkım ve bunun ambargolar nedeniyle tamirinin kaplumbağa hızıyla ilerlemesi. ABD’nin Sezar Yaptırımları ile Suriye’nin yeniden inşa için malzeme veya makine alımının tümüyle önüne geçildiği gibi, ülkenin gerekli dış yatırımı çekme şansı da ortadan kalktı. Üstelik ABD destekli YPG bölgesinin, Şam’a petrol ve tahıl satışını engellemesi ile Suriyeliler kendilerini geceleri karanlıkta gündüzleri de ekmek kuyruklarında buldu. Bu da bir çok mülteci için Suriye’yi yeniden cazip olmaktan çıkarmış durumda.

Çözüm saldırıların durması

Tüm bu başlıklar göz önünde bulundurulduğunda, mülteci sorununun kalıcı çözümü için ABD ve AB ambargosunun kaldırılması, bu ülkeye karşı yürütülen savaşın sona erdirilmesi ve mültecilere ev sahipliği yapan ülkelerin Şam yönetimiyle doğrudan temasa geçmeleri gerektiği ortaya çıkıyor. Ancak Türkiye özelinde mülteciler yalnızca KOBİ’leri ayakta tutan ucuz emek gücü deposu değil. Aynı zamanda, AKP iktidarının Suriye’de daha fazla batağa iten politikalarının da önemli bir enstrümanı. Mülteciler aynı zamanda AKP’nin Suriye’de devam ettirdiği müdahalenin de meşrulaştırılmasını sağlıyor. 2020 yılında patlak veren İdlib savaşında, AKP’li üst düzey isimlerin “İdlib’teki mülteciler Türkiye’ye girmesin diye biz Suriye’ye girdik” sözlerine sürekli olarak “Yüzbinlerce Suriyeli sınıra yürüyor” haberlerinin eşlik etmesi, yeni bir mülteci dalgası kabusu gören insanların gözünden müdahaleyi en azından “ulusal çıkar” temelinde kabullenmelerine neden oldu. Ayrıca “Suriyeli mültecileri geri gönderelim” diyen muhalefet bloğu, Türkiye’nin doğrudan müdahil olmasının üzerinden geçen son 5 senede mülteci sayısının yüzde 40 arttığına dikkat çekemedi. Bu da aslında sorunun kendisine yönelik tartışmanın yerine Suriye’ye yönelik savaşın sonucu olan mültecilerin tartışılmasının AKP’ye sağladığı en önemli avantaj.