Süleymancıların yurdunda kalan öğrenci anlatıyor: Zorla namaz, şiddet, Atatürk portresine tükürük

Bir dönem Süleymancılar adlı cemaatin yurdunda kalan bir öğrenci, Enes Kara'nın ölümü sonrası kendi yaşadıklarını anlatan bir yazı kaleme aldı.

Haber Merkezi

2014 Eylül ayından 2015 Haziran ayına kadar liseyi şehir dışında, İzmir'in Bornova ilçesinde bir anadolu lisesinde okudum. Okulun kendi yurdu bulunmuyordu. Kalacak yer temin etmek için pansiyonu bulunan diğer liselere başvuruda bulundum ancak talebim her okulda reddedildi. Özel yurt fiyatları ailemin bütçesini zorladığı için mecburen Süleymancılar olarak bilinen cemaate ait Bornova Ahmediye Ortaöğretim Erkek Öğrenci Yurdu'na kayıt yaptırdım. Bu yurdun tabelasında Millî Eğitim Bakanlığı'nın amblemi bulunuyordu. Ve yurt bakanlık denetimindeydi, sözde...

Yurda kaydımı ailemle birlikte yaptırdım. Normal şartlarda "dini vecibelerimi yerine getirmediğimi" hem ben hem de ailem yurt yönetimine belirtti. Yurt yönetimi de bunun bir sorun olmayacağını söyleyerek yurda kaydımı aldılar.

Yurt kaydımı yaptırdıktan yaklaşık 1 hafta sonra yurda yerleşim sağladım.

İlk gün yurtta bulunan mescitte beni namazlara davet ettiler ancak ben "namaz kılmadığımı, yurtta öğrencilerden sorumlu Yusuf 'hoca'nın bilgisi olduğunu" söyledim. Ancak beni aşağılayıcı laflarla zorla namaza gönderdiler.

Yurtta kalan çocukların yaş aralığı 14 ve 17 arasıydı. Lise 1, lise 2 ve lise 3. sınıfa giden yaklaşık 90 öğrenci ile beraber yurtta kaldık.

Yatakhaneler akşam saat 22.00 gibi, yatsı namazı kılındıktan sonra açılır, sabah namazı saati yaklaşınca herkes uyandırılır ve yatakhaneler kilitlenirdi.

Sabahları her gün 05.00-05.30 gibi bağırarak, demir sopalarla ranzalara vurularak uyandırılırdık. 

Toplam 4 adet yatakhane mevcuttu. Her yatakhanede ortalama 23-24 kişi kalıyordu.

Eğitim öğretim yılı başlamadan birkaç gün önce her öğrenciye sabah namazından sonra yapılmak üzere "mıntıka temizliği" görevi verildi. Kimi öğrenci tuvaletleri temizler, kimisi etüd salonlarını, kimisi mescidi, kimisi koridorları, kimisi merdivenleri temizlerdi. Ve bu temizlik bitmeden kesinlikle ama kesinlikle okula gitmeye izin vermezlerdi. Temizliğini yapmayan, yapmamakta direnen öğrenciye fiziksel ve psikolojik şiddet uygulayarak temizliği yaptırırlardı.

Okul dönüşünden sonra yemek yenir, kıyafet değiştirilir, abdest alınıp namaz kılmak için mescide çıkılırdı. Namazlara katılmak zorunluydu.

Namazlardan sonra Arapça ve Kur'an'ı Kerim dersleri verilirdi. Bu derslere katılmak zorunluydu.

Okul dönüşü yeterince dinlenemeyen bizler genellikle derslerde uyuklardık ve terlikle vurulmak ve bağırılmak suretiyle şiddet görürdük. Tekrar belirtmem gerekir mi bilmiyorum ama yaşlarımız 14, 15, 16 ve 17.

Dini derslerden sonra akşam namazı kılınır, akşam yemeği yenir ve okul dersleri için etüd salonlarında serbest çalışma zamanı verilirdi.

Yatsı namazına kadar ders çalışılır, namazdan sonra cemaatin "rabıta" diye tabir ettiği, cemaatin kurucusu Süleyman Hilmi Tunahan'ı anma, zikretme "ibadeti" yapılırdı.

Rabıta işlemini herkes yapamıyordu. Sadece cemaatin üst düzey "hocaları" tarafından, yurtta ve cemaatte kendilerine yakın gördükleri kişilere verilen eğitim ve "yetki" ile yapılıyordu. Yetki diyorum çünkü onların tabiriyle rabıta işlemi dini açıdan herkesin yapamayacağı, sadece Süleymancı cemaatine mensup "gerçek" müslümanların yapabileceği, yapanın günahlarından arınacağı fikri vardı. Rabıta esnasında hangi kelimelerin telaffuz edildiğini sadece rabıta yetkisini almış olanlar bilirdi. Bana rabıta verilmesini teklif dahi etmediler, teklif etseler zaten reddecektim. Çünkü ben yurt içinde onların tabiriyle yanlış yolda olan biriydim.

Etüd salonlarında bulunan Atatürk portrelerine hocaların talimatıyla çocuklara tükürttürüyorlardı. Onlara göre Atatürk dinsiz, ayyaş, kâfir, vatan hainiydi. Atatürk resmine tüküren çocuklara karşı gülümseyip, yaptıklarının aslında iyi bir şey olduğunu empoze ediyorlardı.

Yurtta kalan öğrencilerin çok büyük kısmı 6-7 yaşlarından itibaren cemaate aileleri tarafından “vatana millete hayırlı evlat” olsun diye teslim edilmiş. Ben yurtta kaldığımda 14 yaşındaydım ama benimle yaşıt çocuklara baktığımda bazılarının akıl sağlığının yerinde olmadığını görebiliyordum.

Benim kaldığım şehirde liselilerin yurtları haricinde cemaate ait ilkokul ve ortaokul yurtları da bulunuyordu. Ancak bu yurtlar millî eğitim denetiminde değil, ilçe müftülük denetimindeydi. Yani aslında yurt olarak değil Kur’an kursu olarak görünüyordu.

Lise 3’ü bitirip lise 4’e geçen öğrenciler cemaat talimatıyla açık liseye yazdırılıp sadece lise 4’lülerin kaldığı ayrı bir yurda yerleştiriliyordu. Bu yurtlarda öğrenciler üniversite sınavlarına hazırlanıyordu.

Yurtta biz liseli öğrencilerden başka cemaate hoca yetiştirilen ve "ders grubu" olarak adlandırılan bir grup daha vardı.

Bunlar da 5-6 yaşlarından itibaren cemaate aileleri tarafından teslim edilmiş ve terk edilmişlerdi.

Biz liselilerin mümkün olduğunca ders grubuyla iletişimi ve teması yasaktı. Çünkü onlar yurttaki eğitimlerinin ardından sadece İstanbul'da bulunan cemaate ait başka bir merkeze gidip orada da eğitim alıp yurtlarda görevlendirilmek üzere hoca olacaklardı.

Cemaat içindeki hocalık vasfı onlara göre "peygamber makamı"ydı.

Yurttaki hocaların evlenmesi, üst düzey hocaların izniyle mümkündü ve cemaate mensup kadınlarla evlenmeleri zorunluydu. Evlenen hocalar sadece cemaatin göstereceği yerlerde ikamet ediyorlardı.

Yurt yönetiminin üst kadrolarının isimlerine kod adı veriyorlardı.

Biz lise öğrencilerinden sorumlu kişiyi “Yusuf” ismiyle biliyorduk ancak sonradan öğrendiğim üzere gerçek ismi farklıymış, şu an hatırlayamıyorum.

Hocaların içinde inşaat mühendisi, doktor, eczacı, fizik, kimya, matematik ve ingilizce öğretmenleri bulunuyordu.

Öğretmen olan hocalar cumartesi günleri yurtlara gelip biz öğrencilere okul derslerinde kurs veriyorlardı. Bu öğretmenlerin büyük kısmı MEB kadrosunda, küçük kısmı ise cemaate ait İsabet Okulları ve İsabet Yayınları’nda çalışıyordu. Bu firmalar cemaate ait firmalar. Aynı zamanda cemaate ait  Akdeniz Toros isimli et ve şarküteri firması da bulunuyor.

Yurtlarda kurban bayramına yakın kurbanlık hayvan ve deri ticareti yapılarak cemaate para aktarımı yapılıyordu.

Şehrin zengin patronları da cemaate bağış adı altında destek oluyordu.

Her gece seçili birkaç öğrenci sabaha kadar yurt binasının etrafında turlayarak dini ayetler, sözler vs okuyarak yurdun etrafına “sur” çekiyorlardı. Sur, yurt binasını ve içindekileri “cin”lerden ve kötülerden  koruduğuna inanılan soyut bir varlıktı.

Cemaate ait yurt binalarının kaçak ve ruhsatsız olduğu bizzat hocalar tarafından söyleniyordu.

“Devlet herhangi bir yaptırım uygulamıyor mu?” sorusuna ise “Allah bizimle beraber, devlet kim ki?” deniliyordu.

Türkiye genelinde cemaate ait yurtların inşaatında, cemaatin mühendisleri çalışıyordu.

Kaçak ve ruhsatsız yurt binasına  ilçe kaymakamının, ilçe AKP ve Saadet Partisi yöneticilerinin, MÜSİAD üyesi patronların, ilçe millî eğitim müdürünün defalarca ziyarete geldiğine şahit oldum.

Bu anlattıklarım yaklaşık 8 yıl önce olanlar. Yurttan ve cemaatten hiçbir kişiyle iletişimim yok ancak eminim ki bu uygulamalardan daha fazlası şu an da sürüyordur.