Pandemi zırvaları

Üzerinden biraz zaman geçtiğinde ciddi bir mizah malzemesi kaynağı çıkacak, ama bir o kadar da ciddi pandemi döneminde yaşıyoruz.

Zafer Anayurt

Hayatın gerçeklerine müdahale için kaynaklarını kullanmakta o kadar cimri olan toplumumuz, pandemi edebiyatının ürünleri, sembollerini ve görsellerini yıldırım hızıyla üretip dağıttı. Girdiğiniz restoranda aynı masanın çevresindeki 4 sandalyeden birinin askeriyede ceza almış bank gibi hizmetten men edilmeye seçilmiş olmasına akıl sır erdiremiyorsunuz. Çünkü bilimsel olarak çaprazında sırıtan sandalyeden farkı yok.

“Önlem” olsun, torba dolsun.

Seyahate çıkarken aldığınız kodun adı HES (Hayat Eve Sığar!) kodu, akıllara ziyan. Parkta çayınızı içtiğiniz sürece maskeler fora, bitince çenenize takar gibi yapmanız için güvenlik personeli ricacı oluyor: “Biliyorsunuz bize de baskı var abi.”

Devletin pandeminin başında “ben vereceğim” diye satışını engellediği maskeler %80 değer kaybı ile 70 kuruşa düşüverdi, iyi yatırım değilmiş. Dağıtılan maskenin teli yokmuş, hava burnun yanından gani gani akıyormuş, ne gam! Zaten düşük kemer modasının ardından burun-altı maske modası yerini aldı. Konu otoriteye uymak, pandemi değil. Sık sık maske değiştirmek gerekiyormuş. Teri görünce, üç saat soluyunca işlevini yitirirmiş. Evine ekmek götürmekte güçlük çeken insanlara ne diyeceğiz peki?

Bar fedailerinin yerini kafe girişlerindeki ateş ölçücüler aldı. Bu ateşölçerlerin tipik olarak 34-35 derece ölçmesine gülüp geçmekten başka yapılacak bir şey yok. Dezenfektan masrafının tamamen boşa gitmemesi için mağazalar biz müşterilerini nasıl düşündüklerine ilişkin bir mesaj alanı üretmeyi hızla başardılar: “Sağlığınız bizim için önemli!” Keşke üretim yaptığınız yerlerdeki ortaçağ şartlarına bir el atıverseniz! Devlet hastanesinde tuvalete girmek cesaret ister. Anlı şanlı markaların işliklerinde tuvaletlere gizlice süzülüp bir bakmak lazım, ne durumdalar? Salgının en civcivli günlerinde devlet esnafa kredi dağıtmak için yola koyulunca bu işe memur edilen bankanın şubeleri doldu taştı. Daha sonra bazı şubelerin elemanlarında COVID-19 teşhis edilerek şubeler kapatıldı ya da yerine başka şubeden eleman taşındı.

* * *

Bu “yapar gibi görünme” kültürünü okumuşu, cahili hemen herkes içine bir güzel sindirdi ve sorgulamamayı öğrendi. Bu dönemin hikayecileri bol miktarda üretilerek kamu kullanımına sunuldu. Televizyon kanallarına lafebesi yetiştirmek son dönemde en verimli olduğumuz alan.

Şimdi sorulmayanlara gelelim:

- Neden mağazalara metrekare hesabı ile müşteri alıyoruz da havalandırma, filtreleme durumunu gündeme getirmiyoruz? Acaba artık mağaza büyüklüğünü pazar paylaştırmanın yolu haline mi getirdik pandemi bahanesiyle?

- Neden açık hava dahil oraya buraya “Sağlığınız için bu koltuğu boş bırakın” görsellerini yapıştırıyoruz da devlet dairelerinde, devlet hastanelerinde, toplu taşım araçlarında bu “yüksek standartların” bir kesirinin bile sağlanamıyor olması kimsenin gündeminde değil?

- Neden besin satın aldığımız marketteki, giysi ve eşyalarımızı aldığımız mağazadaki yüzeysel önlemleri görüyoruz da bunların üretildiği işliklerde ne olup bittiğini sormak kimsenin aklına gelmiyor? Salgının buralarda kendine yaşam alanı bulması durumunda sonuçlarından yine de etkilenmeyebileceğimiz gibi saçma bir varsayımın etkisi altında olabilir miyiz?

* * *

Üç kuruşluk ekonomik kaygılarla elbirliği ile rayından çıkarılan salgının verdiği zarar ileride tüm boyutlarıyla ölçülebilecek. Eğitimde ve sağlıkta açılan gedik, işsizlik nedeniyle geri dönülemez kayıplara uğrayan (hatta uğratılan) emekçilerin artan sefaletinin siyasi sonuçları zaman içinde kendini gösterecek. İsteyen hikaye dinlesin, isteyen perde arkasındaki gerçeğe gözünü diksin.

Devrim diyen her kimse, o uyumasın.

Zaman yine en iyi yargıç olacak.