Mesleki eğitim nasıl olmalı: SSCB’den politeknik eğitim örneği

Bugün Türkiye’de bir çocuk işçi öğütme merkezine dönüşen MESEM’in ve onu “iş öğrenmekle” savunan yüzsüz patronların, bürokratların karşısına sosyalizmin yaratıcılığıyla çıkmak gerek.

YEKTA ARMANC HATİPOĞLU

Millî Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) ucuz iş gücü yaratmak için kullandığı Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) geçtiğimiz dönemde en az altı çocuğu yaşamdan kopardı. MESEM’de eğitim gören öğrenciler dört gün işe giderken, bir gün okula gidiyor dolayısıyla örgün eğitimden uzak kalıyor. Öğrenciler atölye, şantiye ve sanayilerde “stajyer” ve “çırak” adı altında çalıştırılıyor. 

Öğrencilerin herhangi bir denetim mekanizması olmadan çalıştırılmasına aracı olan MESEM, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “müjde” olarak duyurulmuştu.

MEB, son açıkladığı 4 yıllık strateji planında öğrencilerin emeğini sermayeye pazarlamak konusunda elini daha da açtı. Son açıklanan planda MEB “Mesleki ve teknik eğitim programlarının iş piyasasının ihtiyaçlarıyla uyumlu olmasını ve memnuniyetini sağlamak ve öğrencilere pratik deneyim kazandırmak için işverenler ve endüstri kuruluşlarıyla iş birliği yapılacak OSB’ler ve teknoparklar içinde meslekî ve teknik Anadolu liseleri ile meslekî eğitim merkezleri açılacak; ne eğitimde ne istihdamda olan gençler meslekî eğitim merkezi programlarına yönlendirilecek ve barınma ihtiyacı olan örgün eğitim çağındaki çıraklar için çırak pansiyonları oluşturulacaktır” açıklamasıyla sömürünün 7/24 olacağının sinyalini verdi.

Öte yandan MEB, 4 yıllık planda MESEM’lerin yaygınlaşacağını da belirtti.

Türkiye’de yüzbinlerce öğrenci, MESEM kapsamında, devlet eliyle sermaye için ucuz iş gücü olarak kullanılırken öğrencileri bu amaçla kullanan işyeri sahiplerinin ve devletin bahanesi yıllardır aynı: “Onlar iş öğreniyor.”

Peki, gerçekten iş öğrenmek için bir öğrencinin suntalar altında kalarak can vermesi ya da örgün eğitimden uzak kalması mı gerekiyor? Bu soruların cevabı net bir şekilde hayır. “Hayır”ın nedeni ise bundan yaklaşık 70 yıl önce Sovyetler Birliği’nde verildi.

Marks ve Engels tarafından temellendirilen ve ilk olarak 1950’li yılların başında Sovyetler Birliği’nde uygulanan politeknik eğitim; öğrencilerin “çırak” vb. kavramlardan uzak şekilde mesleki eğitimini bilinçli şekilde almasını ve mesleki eğitimi pekiştirmesini sağlayan bir uygulama.1

Devrimden sonra hızlı şekilde okuma yazma kampanyasının başlatıldığı Sovyetler Birliği’nde, kelimenin tam anlamıyla yıllara yayılan, disiplinli bir eğitim seferberliği vardı. Eğitim herkes için ücretsiz ve zorunlu olmuş, öğrencilerin okulda kullanacağı araç gereçler dahi devlet tarafından ücretsiz temin edilmişti. 

Politeknik eğitim ise ilköğrenimde kısmen, lise öğreniminde tamamen yer almıştı. Politeknik eğitim, bugün Türkiye’de verilen meslek eğitimi gibi olmamış, öğrenciler haftanın çoğu gününü fabrikalarda geçirmemiş ve örgün eğitimden uzak kalmamıştı. Sovyetler Birliği’nde kurulan büyük fabrikaların neredeyse tamamının yakınlarına politeknik eğitim veren okullar kurulmuştu. Bu okullarda eğitim gören öğrenciler haftanın belirli saatlerinde fabrikada çalışarak doğrudan üretime katkı sağlamıştı. 

Öğrencilerin SSCB’nin sanayi hamlelerini pratik olarak öğrenmesi, politeknik eğitimin amaçlarının başında geliyordu. 

Bunun yanı sıra okullarda kurulan türlü atölyelerde öğrenciler bir yandan becerilerini geliştirirken, bir yandan da topluma yararlı ürünler ortaya çıkarıyordu.

İşçi-öğretmenlerin denetiminde kurulan ekiplerde öğrenciler kolektif çalışma, birbirleri ve üretim süreci üzerinde denetim kurma yeteneği kazanmış; bunun sonucu olarak her yıl milyonlarca öğrenci orman kasabalarında, fabrikalarda görev almıştı. Bu süreçlere dahil olan öğrenciler aynı zamanda emeklerine yabancılaşmamanın yanı sıra onu tanımışlardı çünkü öğrencilere üretim süreçlerinin tamamı öğretiliyordu.

SSCB’de alınan politeknik eğitimin asıl faydası ilerleyen yıllarda görülmüş, işçilerin yaratıcı gücü bu eğitim modeli sayesinde açığa çıkartılmıştı.

Politeknik eğitim Sovyetler Birliği’yle sınırlı kalmadı. Sosyalist ülkelerin neredeyse tamamında bu eğitim verildi. 

Eğitim sürecinin içine piyasa çıkarlarının dahil edilmediği bir senaryoda mesleki eğitimin sonucu çok daha yararlı olmuş, öğrenciler hem mesleklerini yaratıcı şekilde öğrenmiş hem de eğitim haklarından uzak kalmamışlardı.

Bugün Türkiye’de bir çocuk işçi öğütme merkezine dönüşen MESEM’in ve onu “iş öğrenmekle” savunan yüzsüz patronların, bürokratların karşısına sosyalizmin yaratıcılığıyla çıkmak gerek.