Meral Akşener'in 'saygıyla' andığı Nihal Atsız kimdir?

İYİP Genel Başkanı Meral Akşener'in bugün 'saygıyla anıyorum' diyerek paylaşımda bulunduğu Hüseyin Nihal Atsız, Hitler'den devşirdiği tezlerle bilinen 'meşhur' bir ırkçı.

Haber Merkezi

İYİP Genel Başkanı Meral Akşener, bugün sosyal medya hesabından "Hayatının bütün cephelerinde inandıklarını savunmaktan vazgeçmeyen,   Mücadelesini Türk milletine adayan, fikir dünyamızın ve edebiyatımızın büyük temsilcilerinden #HüseyinNihalAtsız'ı saygı ve rahmetle anıyorum..." paylaşımında bulundu.

Peki, Akşener'in saygıyla andığı Atsız kimdir?

Yazarımız Fatih Yaşlı, geçtiğimiz yıl CHP'li Maltepe Belediyesi'nin bir parka Atsız'ın adını vermesi sonrası yazdığı yazıda, Atsız'ın Nazizm hayranlığına işaret etmiş, Hitler’in Kavgam’ından devşirdiği tezlere işaret etmişti.  

O yazıdan bir bölümü bir kez daha soL okurlarının ilgisine sunuyoruz:

Peki “Irkçı-Turancı akım”ın baş ideoloğu payesini vermemiz gereken Atsız’ın fikirleri nelerdir, ırkçılık ve Turancılık Türkiye siyaseti açısından ne anlama gelmektedir? 

Bu soruları yanıtlayabilmemiz için öncelikle “ırkçı-Turancı” tabirinin “yetersizliği” üzerinde durmamız gerekiyor. Evet, bu davada yargılananlar kendilerinin ırkçı ve Turancı olduğunu kabul etmektedirler, ancak bu tabir olan biteni anlamak için yeterli değildir. Sonradan kitaplaştırılan doktora tezimde de ileri sürdüğüm üzere, bu akım ırkçı ve Turancıdır evet ama aynı zamanda faşizmin ve Nazizm’in birçok argümanını devşirip Türk milliyetçiliği ile sentezlemeye çalışmakta, Türk milliyetçiliğini faşist ideolojinin evrensel şeması içerisine yerleştirmek istemektedir. Dolayısıyla “Türkçü faşizm” adlandırması çok daha yerinde görünmektedir. 

Atsız’ın milliyetçiliği, “kafatasçı” olmaktan ziyade, Nazi ideolojisine uygun bir şekilde, kan ve soy esası üzerine kurulu bir milliyetçiliktir. Elindeki pergel benzeri bir araçla eve gelen misafirlerin kafataslarını ölçüp onlara Türk olup olmadıklarını söylemesi işin “mizah” kısmıdır, çünkü esas mesele kan ve soydur.  Atsız’a göre “millet”, dil, kültür, hukuk, vatandaşlık bağına değil, kan ve soya dayanır; sadece aynı kandan ve soydan gelenler aynı milletin, aynı ulusun üyesi olabilirler. Örneğin, Sibirya’da yaşayan bir Saka ya da Litvanya’da yaşayan bir Kıpçak hiç Türkçe bilmese dahi soy itibariyle Türk’tür, Türkiye’de yaşayan bir “zenci”nin ise Türkçeyi ne kadar iyi konuşursa konuşsun Türk sayılması mümkün değildir.

Atsız Türk olabilmenin hiyerarşisini, “kanı Türk olmak”, “dili Türk olmak”, “dileği Türk olmak” şeklinde sıralar ve kanı saf Türklerden oluşan bir milletin, melezleşmiş bir millete kıyasla çok daha kuvvetli olacağını, bir ülkenin güçlü olmasının yolunun kan ve soy itibariyle homojen bir nüfus yapısından geçtiğini söyler. Bu zırvaların hepsi ise Hitler’in Kavgam’ından devşirilmiştir.  

Atsız da Hitler’e ve bütün Nazi ideologlarına benzer bir şekilde, antisemitisttir. Yahudilerden “asırlardan beri sahtekârlık ve dolandırıcılıkla yaşayanlar” şeklinde bahseder ve aynı anda dünyaya gelen biri Türk diğeri Yahudi çocuğa aynı eğitim verilse, Yahudi dili öğretilse bile Türk çocuğunun yine doğru ve yiğit, Yahudi çocuğunun ise sahtekâr ve korkak olacağını iddia eder. 

Atsız’ın tarih okuması da Hitler gibi kan ve soy esası üzerine kuruludur. Milletler kanlarının saflığını korudukları sürece güçlü kalır, melezleştikçe zayıflarlar. Osmanlı İmparatorluğu da kanın saflığını koruyamadığı, melezleştiği, Arnavutlar ve Çerkezler gibi saf Türk olmayan yönetici ve komutanları yüksek makamlara getirdiği için yıkılmıştır.

Atsız, fikirlerinin Nazi Almanya’sından ithal olduğu fikrine şiddetle karşı çıkar ve her ne kadar bugünkü mahcup takipçileri inkâr etse de, gayet dürüst bir şekilde, sadece Yahudilere karşı olduğunu iddia ettiği Nazi ırkçılığından farklı olarak kendilerinin ırkçılığının “her millete karşı” olduğunu söyler. 

Atsız’a göre Türkçülerin “en kutlu hedefi Turan’dır” ve Turancı olmayan bir kimsenin Türkçü sayılması mümkün değildir. Turan ise sadece kültürel değil siyasi bir hedeftir, yani tüm Türklerin tek bir devlet çatısı altında birleşmesidir. 

Bunun olabilmesi için gençler ırkçı bir eğitim politikasıyla yetiştirilmeli, kız ve erkek çocukları ayrı okullarda okumalı, çocuklar ilkokuldan itibaren askeri bir eğitime tabi tutulmalıdır. Özellikle “küçük sınıflarda kız ekseriyeti arasında kalan bazı erkek çocukların erkeklik ruhlarını kaybettikleri ve kısmen avareleştikleri muhakkak”tır. Genç kızların görevi anneliğe, erkeklerin görevi ise savaşa hazırlanmaktır. Bu nedenle de “ilkokul talebesine verilen sınırsız hürriyet derhal kaldırılarak çocuk sıkı bir disiplin muhiti içine alınmalı”dır. İdealindeki toplumu ise şu cümlelerle ortaya koyar: 

“Acaba bilhassa gençlerimizin ve bilhassa kızlarımızın zehirlenmesine engel olmak için bütün memlekette sinemalar kapatılsa, erkek ve kadın plajları ayrılsa, roman ve hikâyeler sansürden geçse ne olur? Demokrasi, hürriyet suya düşüp medeniyet yok mu olur?” 

Atsız, 1944 sonrası siyasetin içerisinde doğrudan yer almaz ama teorik üretimine devam eder. Ayrıca 1950’lerde çeşitli milliyetçi dernekler kurar, 1960’larda ise manevi talebesi Türkeş’in siyasete girmesinde aktif rol oynar ve CKMP’nin MHP’ye dönüşüm sürecini destekler. Ancak 60’ların sonunda, Soğuk Savaş konseptine uygun bir şekilde ve ABD’nin yönlendirmesiyle rotayı Türk-İslam sentezine doğru kaydıran Türkeş’le saf bir Türkçülük anlayışını savunan Atsız’ın arası açılır. Öyle ki ülkücü gençlere Atsız’ın kitaplarının okunması yasaklanır, Atsızcılar şiddet aracılığıyla, hatta cinayetlere de başvurularak MHP’den tasfiye edilir. Öyle ki, Atsız 11 Aralık 1975’te öldüğünde, Türkeş milliyetçilik konusunda kendisine bildiği her şeyi öğreten ustasının cenazesine dahi gitmeyecektir.