Küçük Kara Robot: 'Bir roman kurgulamak alternatif dünya arayışıdır'

“Küçük Kara Robot”un yazarı Miyase Sertbarut: "İlk olarak internette okuduğum bir haberle zihnimde bir kurgu belirmeye başladı. Haberde İngiltere’de bir otelden kaçan robot süpürgeden bahsediliyordu."

Musost Canbek

Ülkemizde eleştirel gerçekçilikten taviz vermeden birçok önemli çocuk ve gençlik edebiyatı klasiğine imza atan Miyase Sertbarut ile Tudem Yayınları tarafından yayımlanan son kitabı “Küçük Kara Robot” hakkında bir söyleşi gerçekleştirdik.

Romanınızın yazım süreci hakkında bilgi verebilir misiniz? Ana fikrin ortaya çıkış süreci nasıl oldu?

Robotlar ve yapay zekâ 2017’de ilgimi çekmeye başlamıştı. Bu konuya “Kapiland’ın Kıyameti” ve “Kapiland’ın Külleri” kitaplarımda da büyük ölçüde yer vermiştim. Yine “Fabrika Hatası İki Robot”ta adından da anlaşıldığı gibi iki önemli karakter robottu. “Yapay Zekânın İsyanı” da aynı yoldan giden bir eser. Yani kurgu dünyasında onlarla epeyce zaman geçirdim. Ben onlardan çok şey öğrendim, onlara da bir şeyler öğretebildiysem ne mutlu. Bunu anlamak için robotların kendi kitaplarını yazmalarını bekleyeceğiz. Aslında çok da beklemeyeceğiz, yazmaya başladılar bile, sadece ustalaşmalarını bekleyeceğiz.
Bilim ve teknoloji dünyasıyla ilgili hayaller kurmak hoşuma gidiyor. Doğal olarak bu durum yazdıklarıma yansıyor. Fakat ister makineleri ister hayvanları, ister bitkileri anlatın, insan bu dünyadan, bu insanlardan, bu ilişkilerden hoşnut olmadığı için yazar. Bir roman kurgulamak alternatif dünya arayışıdır. Ben de dünyadaki bozuk işleyişten fazlasıyla rahatsızım, daha iyi bir dünya arayışındayım ve bu yüzden yazıyorum. 

“Küçük Kara Robot” da aynı sebeple yazıldı. İlk olarak internette okuduğum bir haberle zihnimde bir kurgu belirmeye başladı. Haberde İngiltere’de bir otelden kaçan robot süpürgeden bahsediliyordu. Belki de otelin reklamını yapmak için bu haberi uydurmuşlardı ama haberin o kısmıyla ilgilenmedim, daha sonra robot süpürgenin bahçedeki çitlerin altında bulunmasına ise üzüldüm. Çünkü ben bulunmasın ve kaçmayı başarsın isterdim. İşte hikâye bu haliyle zihnimde biçimlenmeye başladı. Sonra nasıl olduysa Küçük Kara Robot, Küçük Kara Balık’tan ilham alabilir, aynı yolda yürüyebilir diye düşünmeye başladım. Aynı merak duygusuyla, aynı isyankâr tavırla, aynı mücadele ruhuyla… Behrengi’nin kitabını bir daha okuduktan sonra kendi hikâyemi yazmak çok kolaylaştı.

Samed Behrengi’ye kitabınızı ithaf ettiniz. Behrengi’nin sizin için önemi nedir?

Samed Behrengi “Küçük Kara Balık”ta kendi hayatını anlatmış gibi geliyor bana. Aynı merak duygusu, aynı gezip görme arzusu, aynı mücadeleci ruh ikisinde de var. Onun daha 29 yaşındayken ölmesi/öldürülmesi herkes gibi bana da acı ve hüzün veriyor. Hani Yunus Emre “Yiğit iken ölenler, gök ekinin biçilmesine benzer” diyor ya şiirinde, Behrengi de erken biçilen o buğday başaklarından işte. İdealist bir köy öğretmeniydi, halk kültürü derleyicisiydi. Geriye pek çok kitap bıraktı, yaşasaydı daha fazlasını bırakacaktı, yaşasaydı pek çok köy çocuğunun ufkunu açacaktı. Kitaplarında özgürlüğü, barışı, eşitliği anlatmaya devam edecekti.

Behrengi’nin ilk okuduğum kitabı “Küçük Kara Balık”tı. Ortaokul dönemim, 70’li yıllar. O yaşlarda belki de üstünkörü okuduğum için bende pek iz bıraktığını söyleyemem. Fakat yıllar sonra ben de öğretmen olduğumda kitap yine karşıma çıktı. Bu seferki okumamda daha derin, daha anlamlı motifler olduğunu görebildim. Sanki çocuklar için değil de öğretmenler için yazılmış gibiydi. Çünkü bize “Bu ırmak nereye dökülür?” diye soran bir balığı/öğrenciyi susturmamak gerektiğini anlatıyordu.

Kendi kitabımı yazmak için ise motivasyonum onun kitabındaki şu cümleydi. “Ben bilmek istiyorum; gerçekten de yaşamak dediğimiz şey şu bir avuç yerde yaşlanıncaya kadar dolaşıp durmaktan mı ibaret; yoksa dünyada başka şekilde yaşamak da mümkün mü?” 

Bu durumda “Küçük Kara Robot”u elbette Samed Behrengi’ye ithaf edecektim.

Romanınız aynı zamanda merak etme duygusuna görkemli bir methiye. Karamsarlığın ve umutsuzluğun yakamıza yapıştığı dehşet verici bir dezenformasyon çağında da yaşıyoruz o nedenle bu vurgunuz ayrıca kıymetli ve her daim güncel. Yıllarca öğretmenlik de yaptınız. Var olan eğitim sistemimizin öğrencilerimizin bu en temel merak duygusunu bile baltalayıverdiği ortada. Bu husustaki gözlemleriniz neler?

Elbette benim öğretmen olduğum dönemle şimdi arasında bazı farklar olsa da işlerin daha iyiye gittiğini söyleyemem. Çocuklar değişse de sistem değişmedi. Bunu okullardaki yazar buluşmalarında görüyorum. Örneğin okul müdürü ya da öğretmen diyor ki “Çocuklara kitap okumanın faydalarından bahsedin, belki sizi dinlerler.” Yani benim çocuklara öğüt vermemi bekliyorlar. Kendileri de yıllardır öğüt vermişler. Evde anne-babalar da durmadan öğüt veriyor. Ve hâlâ öğüt vermenin hiçbir işe yaramadığını göremiyoruz. Sanırım Montaigne’in bir denemesindeydi “Öğüt verenler, örnek olamayanlardır.” diyordu yazısında. Montaigne bunu 16. yüzyılda söylemiş, biz 21. yüzyılda uygulayamıyoruz. Müdürün veya öğretmenin öğle arasında kitap okuduğunu hiç görmemiş bir çocuk için öğüt, işe yaramayan boş bir gevezeliktir. Sistemin en büyük açmazı dediğiniz gibi merak duygusunun köreltilmesidir. Çocuk soru sorarak öğrenir. Biz ise onların sormadığı soruların cevabını ezberletmeye çalışıyoruz. Çocukların zamanını heba ediyoruz. Sokakta aylaklık yapacağına okulda olması iyidir, diyoruz ve daha öteye gidemiyoruz.

Jeneratör Jena, romanınızda kilit bir öneme sahip. Jena’nın bu belirleyici rolü hakkında neler söylemek istersiniz?

Jena dayanışmanın güçlü bir sembolü. Başlangıçta herkes “Küçük Kara Robot”a sırt çevirmişken bir tek o anlıyor bizim Robi’yi ve hayalini gerçekleştirmesi için ona yardım ediyor. Jena’nın bu tutumu Robi gibi düşünen okurlara şunu söylüyor: Hayal etmeye devam et. Yalnız değilsin, senin gibi olanlar var. Onlar da bodrum katta olup görünmüyor olabilirler. Bazıları Marki gibi işlerini otomatik pilotta yapmaya devam ediyor olabilir. Ama sen hayallerinle ve içindeki enerjiyle ve iyiliğin yaratacağı güçle onların da içinde bir kıpırtı uyandırabilirsin. Bir araya geldiğinizde ise olağanüstü işler yapmayı başarabilirsiniz.

Özelde robotlar ve genel olarak da yapay zekâ konusunda son tahlilde iyimser olduğunuzu söyleyebilir miyiz? Bu konuda ben de aynı izlenimi paylaşıyorum. Robotlar erozyona uğrayan insani değerlerin taşıyıcısı olarak da işlev görüyor romanınızda. Bu konudaki düşüncelerinizi paylaşabilir misiniz?

Evet, robotlar ve yapay zekâ konusunda iyimserim. Benim iyimserliğim sanırım Isaac Asimov’un 1950’lerde yazdığı “Ben Robot” kitabını okumamla başladı. Bu kitaptaki öykülerde robotlarla insanlar arasındaki ilişkiler anlatılırken yazarın robotların tarafını tuttuğu açıkça fark ediliyordu. 

Sanırım insan bu dünyada tutunacak bir dal arıyor. Geleceğe yönelik iyi şeyler hayal etmek istiyor. Çağın var ettiği gerçeklikte, dediğiniz gibi erozyona uğrayan insani değerler yine insana benzetilmiş bir bedende, bir zihinde, bir bilinçte somutlaşsın istiyorsun. Yani insandan umudunu kesiyorsun ama onun yerine koyduğun şey yine görünüm olarak insana benziyor. Belki de içimizdeki ilkel insanın yeni bir tanrı arayışıdır bu.

Romanınızın yayınlandığı dönemle aynı zaman diliminde robot ve insan kardeşliğine vurgu yapan Gareth Edwards’ın “The Creator” (Yaratıcı) isimli çok önemli bir bilimkurgu başyapıtı olan bir film de gösterime girdi. Bu müthiş filmi seyretme fırsatınız oldu mu?

Henüz seyretmedim ama madem ki robot ve insan kardeşliğine vurgu yapıyor ve siz de beğenmişsiniz, ilk fırsatta izlerim. Belki yeni bir kitap için bana ilham da verebilir.

Romanınızın son bölümünün başlığı olan “Hurdalık” aslında manidar bir mutlu sonu muştuluyor. Robi’nin hikâyesi tıpkı büyük insanlığın hikâyesi gibi devam edecek görünüyor. Robi’nin yolculuğu devam edecek mi?

Satın al, kullan ve at, yine satın al, kullan ve yine at döngüsünün dünyayı büyük bir hurdalığa dönüştürmesi bir gerçeklik, edebiyat bu enkazdan bile yeni bir gücün doğacağı umudunu verebilir, vermelidir. Bazen iyileşmenin nerden başladığı çok şaşırtıcı olabilir. Kitabın sonunda Akrepçip’in dönüşümü, iyiye dönüşümü, bizi bir yandan şaşırtırken bir yandan da dünyadan umudumuzu kesmememiz gerektiğini fısıldıyor. 

Robi’nin yolculuğu elbette devam edecek, çünkü o, yıllar önce “Küçük Kara Balık” olarak yazıldı. Şimdi 2024’te “Küçük Kara Robot” olarak yola devam ediyor. 2080 yılında bir başka yazar bu yolculuğu neden devam ettirmesin? Küçük Kara Balıklar bazen robot, bazen insan, bazen ağaç, bazen de ejderha formunda yaşamaya devam edecek.