O baharda anneme babama neden sarılamadığımı anlayamamıştım ama yasaktı işte. Ayıma sarılmam serbestti. Sarıldıktan sonra ayımın ellerini yıkıyordum hemen, o pis mikrop lavaboyu boylasın diye. Adı Korona'ydı. Taç demekmiş. Taçları severim, prensler ve prensesler takar, bazen ben de takarım doğum günlerimde ve bayramlarda. O 23 Nisan'da takmadım ama, balkonu süsledik, çıkıp şarkı söyledim ama taçsız. Taçlara gıcık kapmıştım bir kere. Bir tacın niye bizi evde tuttuğunu anlayamadım. Önce okullar kapandı. Annem babam anlattı bir şeyler, gülümsemeye çalışarak ve birbirlerine bakıp durarak. Sürekli sayılardan bahsettiklerini duyuyordum fısıltıyla. En populer kişi Fahrettin diye biriydi. Hoparlörlerden ve televizyondan “evde kalın da evde kalın” deyip duruyorlardı. Büyüklerin de kafası karışıktı. Önce dediler ki çocuklara bulaşmazmış, bulaşsa da grip gibi geçer gidermiş. Sonra sürekli elini yıka, kolonyala, üstünü değiştir, amman yaklaşma. Arkadaşınla oyna ama uzaktan. Sonra hiç oynama, balkondan el salla. Hem kork hem korkma. Korktum tabii! En çok da bu büyüklerin bir öyle bir böyle söylemelerinden… Ne yapacaklarını bilemez hallerinden… Onlar bilemiyorlarsa ben nasıl bileyim?
Ama sadece ben ve kardeşim değildik evde kalan. Alt komşumuzun oğlu, karşı dairedeki havalı kız ve karşı apartmandaki sarı saçlı kız da evde kaldı. Annem hastaneden gelip hemen banyo yapıyor, babam bizimle evde kalıyordu. Sonra O da gitmeye başladı, servisleri panbişey servisi olmuş. Biz kardeşimle evde kaldık. Acil bir şey olursa arayabileceğim telefon numaralarını buzdolabına astı babam. Akşamdan kalan yemekleri ısıtıp yemekte birşey yoktu, hem bolca çizgi film izliyorduk öğle arasında ve her tenefüste. Annemin yasakladığı herşey serbestti. Ohhhh!
Artık okul forması da yoktu, saç taramak da. Seni sevesim de geliyordu Korona ama herşeyi o kadar çok değiştirdin ki sihirli misin, kötü müsün, yoksa geçen ay çaldığım çikolatanın yüzünden bana ceza mı veriyorsun emin olamıyordum. İçimde bir sıkıntı, keşke çalmasaydım o çikolatayı! Bak, işte bakkallara, marketlere gitmemizi yasakladılar! Yaa!
Ellerimi yıka yıka bitiremiyordum. Tam, bitti diyordum, babamın bakkaldan aldığı şişeye dokunmamla birlikte, haydaa "yine git ellerini yıka" diyorlardı. Ama gündüz rahat. Öğlen babam, öğleden sonra da annem arayıp herşey yolunda mı diye sorardı. "Evet, ödevlerimi yaptım, yok Zoom koptu, öğretmenin sesi bi gitti sonra ayağa kalktı, pijaması göründü, çiçekliydi, phhhıhıh. Ama dersin videosunu seyrettim sonra. Kardeşim de iyi, boyna çerez yedi, 3. çizgi filmi izledi, hamurlardan korona yaptık birlikte sonra. Öğlen de korona korona saatin kaç oynadık, çok büyük sayılar çıktı. Sen naapıyorsun? Kaç kişi öldü? Gelirken ne getireceksiniz bize? "
Anneannemi, babaannemi, dedelerimi de göremedik aylarca. Onlar da evlerindeydi bizim gibi. Kardeşim balkona çıkıp anneanne, dede diye seslenip ağlayınca anladık da özlediğini, videolu aramaya başladık. Beraber olsak ne olurdu ki, hasta değildik biz, arada hapşuruyordum ama burnuma kaçan polenden diyordum anlamıyorlardı. Olsun.
Aaaa, ama break dans yapmayı o zaman öğrendim, videolara baka baka. Kardeşim de tam bir brawl stars oyuncusu oldu, belki ilerde bir youtube kanalı açacak. Çok kavga ettik önceleri evde. Aslında fena biri değilmiş, yüklediğimiz oyunları da yediğimiz cipsleri de söylemedi annemlere, sır dedik, sır. Yalnız nedense geceleri altına kaçırmaya başlamıştı. Ders çalışıyorum diye gizlice izlediğim videoları gördüğü için değildi, eminim. Ben de uyuyamıyordum, hep annemi çağırıyordum beni uyutsun diye. "Hadi kızım, uyu da azıcık dinleneyim ben de!" deyip duruyordu. Otururken dinlenmez mi insan? Çocuklarına masal anlatırken dinlenmez mi? Ya da yatsaydı ya yanıma. Niye zamana ihtiyacı vardı ki?
Apartman görevlimizin oğlu Necmi abi de bütün gün evdeydi. Ortaokuldan sonra devam etmedi O. 14 yaşındaydı o baharda. Sanayiye gitmeyi sevmediğini sanardım ama yüzü nedense hiç gülmüyordu. Sırtında borç varmış, ben görmedim. Hem benden duymuş olmayın ama evde gizli gizli sigara da içemiyordu besbelli. 23 Nisan'da bahçeye bile çıkmadı.
Karşı komşumuzun kızının durumu daha fenaydı. Geçen sene Dubai'den taşınmışlardı. Annesi çalışmıyordu, bütün gün başında. Gün yogayla başlıyor, sonra yarım saatte bir etkinlik. Kağıttan tırtıl bile yapmış, yumurtadan yılan. Zevkli aslında da ne televizyon, ne telefon yüzü göremiyordu, yazık. Biz de değişik oyunlar oynadık tabii, körebe mesela. En sevdiğim sandalye kapmacaydı, bir de her yemekte ben kimim oynuyorduk. Akşam yatınca birer tekerleme yazıyordu annem duvarlarımıza sabah o mahmurlukla oku okuyabilirsen. Öylesi daha gülünçlü oluyordu.
Annem babam daha sinirliydi sanki, ama alt komşumuzun anne babası da daha sinirliydi. Kavgalarını duyar olduk, hatta Ender’in de çok ağladığını, bağırdığını duydum bir akşam. Herkes bi gergin dedi annem, başımı okşadı. Babam bir gün ağlayarak geldi eve. Bir hocası yoğunbakımdaymış, doktorların öğretmeni yani. Sonra her sabah derin nefes alıp 10 saniye içimizde tutma oyunu oynamaya başladık. En çok ben tuttum. “Yazın denizde de oynarız, hem antreman olur” dedim. “Bütün arkadaşlarımı geçicem, hehehe..” diye güldüm, benden başka kimse gülmedi.
Parklar boş kaldı. Karşıdaki erik ağacının kırmızı erikleri yerlere döküldü. Dallarına daha çok kuş kondu, hiç görmediğim değişik ötücü kuşlar…
Karşı apatmandaki sarı saçlı kızın babası madende çalışıyordu, annesi fabrikada. Abisiyle kaldılar o bahar boyunca. Annesinin fabrikası kapandı da azıcık dinlenebildi. Annemler çok kızdılar o fabrikanın sahibine, ücretsiz izin mi ne vermiş. Ücretsiz olunca izin vermiş oluyor mu yani? Maden de kapanmasa bari abla dedi birgün anneme. O akşam ağladı annem, üstelik hastaymış eşi. İnsanlar dipdibe iniyorlarmış o cehenneme. Yine de çalışmak zorundaymış, bu düzen nasıl düzenmiş… Ne olabilirdi ki? Nasıl olabilirdi sahi?
Önceki baharları hatırlamıştım, kısa kollulara geçtiğimiz, şortları çektiğimiz, ağaçlardan inmediğimiz önceki baharlar…Sonra geçen yılki 23 Nisan. Gösterimiz, şarkılar, bayraklar, şiirler, balonlar, bolca dondurma… O 23 Nisan’da mahallenin bütün çocukları daha çabuk büyümüştük sanki… Balkonlardan el salladık, şarkılar söyledik , güzelce giyindik. İçimiz biraz buruk, biraz coşkulu, biraz özlem dolu… Hepsi aynı anda nasıl oluyordu bu duygular? Hem tuzlu hem tatlı kurabiye gibiydi…
Şimdi bakıyorum da gerçekten erken büyümüşüz sanki biz o salgında; kardeşimle daha bi kardeş olmuşuz. Annem babam sık sık kavga edip barışsalar da gemiyi yürütmüşler; biz de üzerinde kalmış, arada mide bulantısı ve sıkıntı duysak da, keyfini de sürmüşüz. Sonra birlikte bir felaket atlatmak bizi yakınlaştırmış. Hatta düşündüm de belki de o zaman başladım ben yazmaya. Kardeşim de resim yeteneğini o zaman keşfetti. Babamın en çok güldüğü ve tek ağladığı zamandı. Annemin en kızgın ve en yorgun ama bir o kadar da esprili ve şefkatli olduğu bir dönemdi.
Geldi geçti… “İyi ki” ler ve “keşke” lerle birlikte…