Koç ailesinin futbol merakı nerden çıktı?

Koç’lar için futbol, Türkiye sermayesi adına giriştikleri teskin edici ve uyuşturucu rolün yanı sıra, kısa vadeli büyük kârlar için de kıymetli bir araç...

Erdi Aydoğdu

2022 tarihli Spor Kulüpleri ve Spor Federasyonları Kanunu, spor kulüplerinin anonim şirket olarak kurulmasının önünü açtı. O döneme dek yalnızca dernek statüsünde kurulabilen spor kulüpleri, alınıp satılamıyordu. Yerli ve yabancı sermayenin spor sektörüne girmesini kolaylaştıracak olan bu yasa iki yıldır yürürlükte olsa da futbol kulüplerinin pek çoğu (ve en önemlileri) dernek statüsünü koruduğu için büyük bir değişim yaşanmadı. AKP ile göbek bağı herkesin malumu olan Başakşehir FK ile ilgili Katar iddiaları hariç bir kenara yazabiliriz.

Futbol kulüplerinin alınıp satıldığı ülkelerde bile kârlılık bir tartışma konusu. Kimi “başarılı” örnekler gelirlerini arttırıp kâr elde etmeyi başarırken kimileri uzun vadede sürekli zarar ediyor. Üstelik kârlı gözükenler dahi sportif başarılar yoluyla kulübün değerini muhafaza etmeyi başarırken, gelirleri arttırma ve taraftar kitlesini arkasında tutmaya çalışıyor. Bu bakımdan hassas bir terazide bulunan değişkenleri kontrol etmek, üstelik herhangi bir sermayedarın aksine bunu gözlerden ırak değil, büyük taraftar kitlelerinin gözü önünde yapmak gerekiyor. Dolayısıyla riskli ve zor bir yatırım olarak görülen futbol, her ne kadar artmakta olsa da dünya sermayesinin görece az bir bölümünün ilgisini çekiyor. 

Türkiye’de ise sahiplik mefhumu zaten neredeyse hiç bulunmamakla birlikte Türkiye sermayesinin uzun bir döneme yayılan ilgisi mevcut. Zaman zaman “büyük sermayenin işe yaramaz aile üyelerine verdiği bir oyuncak” olarak tanımlanan Türk futbolu, gerek kulüpler gerekse TFF bazında sermayenin temsilcileri ve bizzat sahipleri ile çevrelenmiş durumda. Örneğin, Demirören ailesinin, Beşiktaş başkanı olan ve orada artık barınamayınca TFF başkanlığı kendisine armağan edilen meşhur ferdi Yıldırım Demirören gibi…

Koç ailesinin yaptıkları

Neticede kârlılığı son derece şüpheli olan bu sektöre en çok ilgi gösteren sermaye grubu tartışmasız şekilde Koçlar. 

Yaklaşık 6 yıldır Fenerbahçe’nin başkanlığını yürüten Ali Koç, bu süreçte kendi serveti ve sponsorluklar aracılığıyla kulübe büyük bir mali aktarımda bulundu. Henüz başkanlığının ilk haftalarında kulübe 50 milyon dolar hibe eden, sermaye artışı ve banka kredileri yoluyla Fenerbahçe’ye 1 milyar TL’nin üzerinde kaynak aktarımı gerçekleştiren Koç, neredeyse tüm branşlarda sponsor firmaların sahibi konumunda. Basketbolda Beko, voleybolda Opet; futbolda Otokoç, Aygaz, Avis, Tüpraş… Sözü geçen rakamlar her yıl artıyor, yeni ve daha büyük anlaşmalarla Ali Koç, Fenerbahçe’ye çok büyük kaynak ayırmaya devam ediyor.

Geçtiğimiz yıl çıkan haberlere göre Fenerbahçe, stadyumunun adını Atatürk Stadyumu olarak değiştirmek istemiş ve Ali Koç’un yıllık 15 milyon dolar bedelinde 5 yıllık sözleşme imzalayıp cebinden ödeyeceği basına yansımıştı. Bu plan henüz gerçekleşmese de Şükrü Saraçoğlu ve Ülker adını kaldırıp başkanın finanse edeceği yeni bir modelin peşinde olduğu biliniyor. 

Geçtiğimiz haftalarda Koç Holding iştiraki olan çeşitli şirketler Beşiktaş JK ile sponsorluk anlaşmaları imzaladı. 2023-24 Türkiye Futbol Ligi başında stadyum sponsorluğuna geçen Tüpraş’a ek olarak Beko ve Arçelik de yüzlerce milyon TL değerinde sözleşmelerin tarafı oldu.  

2022 Haziran ayında Arçelik ile 3 yıllık sponsorluk anlaşması akdedilmişti. O sözleşmenin henüz yarısı tamamlanmış iken gelecek sezondan itibaren geçerli olacak yeni bir anlaşmaya varılması dikkat çekti. Kamuoyunda sıkça sözü geçtiği üzere Rahmi Koç’un Beşiktaş taraftarı olmasıyla açıklanamayacak kadar sistematik ve geniş çaplı bir faaliyete girişildiği açık.

Bunun yanı sıra, Koç’ların Galatasaray ile sponsorluk ilişkileri diğer iki büyük kulüp kadar geniş çaplı değil. Yine de Suna Kıraç’ın eşi olan İnan Kıraç eliyle Galatasaray yönetimine çeşitli müdahalelerde bulunulduğu söylentileri uzun yıllardır mevcut. 

Neden futbol?

Örneğin Tüpraş anlaşmasında, Aliağa’da rafinerisi bulunan ve Tüpraş’ın rakip olarak gördüğü Socar’ın Galatasaray’a sponsor olmasının etkisi olduğu iddia edilmişti. Doğru olabilir ama tüm kaynaklarıyla bu alanı böyle önemsemelerinin ve büyük ihtimalle verdiklerinin çok azını doğrudan geri alacakları sponsorluk anlaşmalarını yapmaktan hiç çekinmemelerinin başka sebepleri olmalı. 

Türkiye’de örgütlü hareket etme refleksinin en gelişkin olduğu toplumsal alanlardan biri futbol. Trajikomik belki ama birçok konuda tribün grupları veya çeşitli taraftar toplulukları, çok daha temel ve hayati meseleler için olanlara nazaran hızlı, dinamik tepki vermeyi başarıyor. Bunun bir örneği, geçen yıl depremi takip eden haftalarda tribünlerden yükselen “Hükümet istifa!” tezahüratları oldu. Dalga dalga yayılan tepkiler iktidarın tepkisini çekmiş ve aşağı yukarı tüm kulüpler bu hususta bir şeyler söyleme ihtiyacı hissetmişti. MHP’li Bahçeli, “tepki göstererek” Beşiktaş üyeliğinden istifa ettiğini duyurmuştu. Tezahüratlara katılan yüzlerce vatandaşa hiçbir hukuki dayanağı olmaksızın Cumhurbaşkanına hakaret suçundan soruşturma başlatılmıştı.

Milyonlarca taraftarı olan, bu denli dinamik bir hareket kabiliyetine sahip ve yeri geldiğinde siyasetin gündemini belirleyen spor kulüpleri elbette ki sermaye için önemsiz görülemez. Çok büyük bir taraftar kitlesince ağzının içine bakılan, tanınan, saygı duyulan biri haline gelmek muhakkak ki sermayedarlar için değerlidir. Fakat daha ziyade toplumsal nedenlerini anlamaya çalışalım.

Taraftarları yalnızca sporla ilgilenir vaziyette tutmak bir amaç. Yani her şeyden önce bu örgütlü hareket refleksinin toplumun diğer alanlarına yayılmasını önleme çabası, sermaye için kritik. Bilhassa Gezi Direnişi’nde taraftar gruplarının kolektif şekilde oynadığı önemli rol ve nasıl politize olabildikleri görülmüştü. Akabinde, taraftar gruplarının yönetim mekanizmalarına dair girişilen operasyonlar biliniyor. Bu süreçte çok daha yandaş, AKP’nin ve kendi yönetimlerinin sözünden çıkmaya çok daha az teşne tribünler yaratıldı. Nitekim, yukarıda örnek verilen “Hükümet istifa!” tezahüratları bile esas olarak bu gruplarca başlatılmamıştı. Ayrıca e-bilet gibi mekanizmalarla Gezi Direnişi sonrası tribünler adeta cezalandırılmış ve sermaye için daha az zararlı bir hale getirilmişti. 

Örneğin son aylarda Türk futbolunun büyük camiaları arasında süregiden “Fethullahçılık” tartışması esasen bu amaca hizmet ediyor. Türkiye sermayesi Fethullahçılarla her zaman içli dışlıydı. Yalnızca yeşil değil, seküler sermaye için de geçerliydi bu. Sermaye grupları tarafından yönetilen kulüpler doğal olarak bu ilişkilerden münezzeh kalamazdı ve kalmadı. Başı, sonu, suçlusu, masumu belli olmayan ve ilkokul müsamerelerini andıran tartışmalar ise kulüp yöneticilerinin başarısızlıklarını örtmeye yaradığı gibi, taraftarların eline bir oyuncak verip oyalanmasını sağlıyor.  

Yukarıda bahsedilen neden, Koç’lar başta olmak üzere Türkiye sermayesinin kimi üyelerinin mensup oldukları sınıf adına futbolda üstlendiği rolü tarif ediyor. Dolayısıyla da amacı herhangi bir sermaye grubuyla sınırlı değil. Ancak tüm bu cömertçe harcamaların bazı özel sebepleri de var

Milyonlarca taraftarı olan ve bu kadar göz önünde bulunan spor kulüpleri, sermaye için birçok kapı açmaya da muktedir. Çarpıcı bir örneğe göz atalım. 2022 yazında Fenerbahçe, Ukrayna ekibi Dinamo Kiev ile eşleşmişti. Bu olaydan birkaç hafta önce de aynı Ukraynalı rakip, Fenerbahçe’nin yaz kampını Rusya’da yapmasına yönelik bir açıklama yapmıştı. İstanbul’daki karşılaşmada Fenerbahçe tribünleri Putin lehine tezahürat atmış ve hem Ukrayna’nın Ankara Büyükelçisi Vasil Bodnar, hem de UEFA ve Avrupa futbol kamuoyu tepki göstermişti. Anti-Rus histerinin zirve yaptığı o dönemde dahi Ali Koç herhangi bir şekilde geri adım atmamış, bilakis Büyükelçi’yi suçlamış ve Avrupa kamuoyunun ikiyüzlülüğünü vurgulamıştı. 

Olayın spor basınına pek yansımayan yönü, Fenerbahçe’nin yaz kampını Rusya’da yapma sebebiydi. Çok yakın bir tarihte ABD’li şirket Whirlpool’un Rusya’daki hisseleri olan Indesit, 220 milyon avro bedel ödenerek Koç grubunca satın alınmıştı. Ali Koç, Rusya pazarına giriş için ve nüfuzunu arttırmak amacıyla Fenerbahçe’yi kullanmış, takımı oraya götürmüştü. Ardından Putin’in ve Rus hükümetinin hoşuna gitmeyecek bir açıklama yapmaktan kaçınmış, kulübün yüksek cezalarla karşılaşmasını bile göze alarak geri adım atmamıştı. Gelinen noktada Arçelik’in sahibi olduğu Indesit, Rus beyaz eşya pazarında her geçen yıl daha büyük bir yer kaplıyor. Keza Beko da Rusya’daki satışlarını ve karını bu süreçte gitgide arttırıyor.  

Kısacası, futbol Koç’lar için bazı açılardan hiç de ölü yatırım olmayabilir. Türkiye sermayesi adına giriştikleri teskin edici ve uyuşturucu rolün yanı sıra kısa vadeli büyük kârlar için de kıymetli bir araç olduğunu söylemek mümkün.