Kemal Okuyan'dan 'solda birlik' tartışmalarına ilişkin değerlendirme

TKP Genel Sekreteri Okuyan, Maçoğlu’nun Kadıköy’den aday olmasıyla alevlenen “solda birlik” tartışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Haber Merkezi

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, TKP’nin Youtube kanalında gazeteci/yazar Volkan Algan’ın gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. Okuyan, Fatih Mehmet Maçoğlu’nun Kadıköy’den aday olmasıyla alevlenen “solda birlik” tartışmalarına dair önemli değerlendirmelerde bulundu. 

Solda birlik tartışmalarının iyi niyetli olduğunu ancak sol partilerin yan yana geldiğinde otomatikman güçleneceği yaklaşımının problemli olduğunu belirten Okuyan, tarihte de bu tür başarıların pek örneğine rastlanmadığına dikkat çekti. 

Solun, kendisi olamadığı durumda düzen siyasetinde farklı düşünce ve hareketlerin parçası haline geldiğini belirten Okuyan, sağlıklı bir tartışma ortamının düzen siyasetinden kopuşla birlikte mümkün olacağını söyledi. 

Solun kendi programından ve ilkelerinden uzaklaştığını; üstelik bunu “gerçekçi siyaset” bahanesiyle yaptığını hatırlatan Okuyan, durum böyle olduğunda birlik tartışmalarının da anlamsızlaştığını; solun kendine güvendiği, iddialı olduğu ve ilkelerini hatırladığı bir siyaset ortamında ise güç birliğinin zemininin doğalında oluşacağını vurguladı.

Türkiye’de aydınların birlik tartışmasının neresinde olduğu, örgütlü mücadeleye nasıl yaklaştıklarının da konuşulduğu programda Okuyan şunları kaydetti: “Kuşkusuz bazen bir aydın için kısıtlayıcı gelebilir devrimci mücadele ya da örgütlü mücadele… Öte yandan hem tarihte hem güncel örneklerde aydınların da gıdasıdır aslında siyasi mücadele, devrimci mücadele. Bundan uzak kalındığında hata yapma olasılığı daha da artıyor ya da yalnızlaşma, tembelleşme… Bütün bunları bilmek gerek.”

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bireyin ve bireyciliğin arttığını, örgütsüzlüğün bir konfor alanı yarattığı ve sorumluluk taşımadan herkesin her şeyi söylemesine neden olduğuna işaret eden Okuyan, “Her siyasi yapı kendi aydınına ya da üreten dışardaki aydınlara saygı göstermeli, dinlemeli, bir etkileşim içerisine girmeli ama bir aydın despotizmine asla ama asla izin verilmemesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.

TİP’in Kadıköy’de aday çıkarma açıklamasına TKP’nin nasıl yaklaştığını da anlatan Okuyan, Türkiye İşçi Partisi’ni Kadıköy’de Maçoğlu’na destek vermeye çağırdıklarını söyledi. 

Röportajın tamamı şöyle:

Volkan Algan: Bugüne kadar çok tartıştığımız ama tartışmaktan da kaçamayacağımız bir konuyu konuşacağız bugün; solda birlik meselesi. Seçim tarihi yaklaştıkça bu tartışma daha da alevleniyor. Şuradan başlayalım, kimse sağcılara niye birleşmiyorsunuz diye sormuyor, neden solculara soruluyor bu soru?

'Solda sürekli birleşme denenmiştir'

Kemal Okuyan: Sevdikleri içindir belki, yani şöyle söyleyeyim, birlik baskısı ya da niye birleşmiyorsunuz baskısı bazen gerçekten de zarar verecek noktaya geliyor ama öte yandan da birlik istemek eninde sonunda iyi niyetli bir yaklaşım, bu yaklaşımı sergileyenler solun daha etkili olmasını, toplumdaki karşılığının daha fazla olmasını elbette istedikleri için bunu söylüyorlardır. Burada çok rahatsız edici bir şey yok, demek ki sağ birlik olsa ne olur ki türünden bir değerlendirmeleri var. Bir de Türkiye'de kim sağcıdır kim solcudur tartışmasından bağımsız olarak söylüyorum, herkes biliyor ki, Türkiye’yi yıllardır sağ yönetiyor, o yüzden de solda birliğin istenmesi ya da bu kadar tartışılması çok da anormal değil. Ama anormal olan şu birlik meselesinin ya da solda değişik parti ya da örgütlerin yan yana gelip birleşmeleri durumunda solun otomatikman güçleneceğine dair varsayımın kendisi problemli.

Çünkü böyle bir hayat yok, zaten bu defalarca denendi. Unutulan bir şey var solun tarihi aynı zamanda birleşmelerin tarihidir, herkes öbür kısmına bakar 'niye bu kadar ayrılıyorsunuz' falan diye. Solda sürekli birleşme denenmiştir, o birleşmelerden olumlu sonuç çıktığı pek görülmemiştir, bunu unutmayalım.

'Çok uzun bir süredir solun yükselişi gecikti'

Şöyle devam edelim… Sağ partiler kâr için, rant için siyaset yaparlar ve bu yüzden birbirleriyle sıkça çıkar çatışması da yaşarlar. Onların birleşmesinin, ayrılmasının ayrı dinamikleri vardır. Ama sol öyle değil; bugün herhalde kendine sağcı diyenler bile solun para için siyaset yapmadığını, rant için siyaset yapmadığını kabul eder. Hatta çoğu zaman da özveriyle, kendinden vererek siyaset yapar solcular. Şimdi herkes de iyi bir ülke, eşit bir ülke istiyorsa anlaşmazlık nerede çıkıyor, ya da neden birlik meselesi zor bir konu oluyor?

Solun ayrı kulvarlardan devam etmesini tek bir nedene bağlama şansımız yok. Senin işaret ettiğin konudan başlayayım, evet solda bazı ayrılıkların Dünya’da ve Türkiye'de herhangi bir siyasal neden olmaksızın kişisel hesaplardan kaynaklandığını bilmek gerekiyor. Bu yok dersek yalan söylemiş oluruz. Bu para pul değil ama belki işte bir şey olmak, bir makam koltuk sahibi olmak, kariyer hesabı diyelim. Şimdi bu her örnek için geçerli değil ama illaki bu da işin içerisine giriyordur bazı örneklerde. Ama burada asıl şunun üzerinde durmak gerekiyor. Şimdi sol belli dönemlerde dünyada hep yükselmiş belli dönemlerde geriye çekilmiş ama çok uzun bir süredir solun yükselişi gecikti. Sol çok etkili… Siyasal üretim, kuramsal alanda, bilim, kültür-sanat alanında çok iddialı olmaya devam etse de, dünyanın birçok noktasında sağ artık domine ediyor. Böyle olduğunda sol dediğimiz olgu, oyun kurma zorluğu çektiği sürece düzenin ya da genel olarak sağın oyununun parçası haline geliyor.

Şimdi ben buna Türkiye'den çok güncel bir örnek vermek istiyorum, Türkiye'de toplumun ve ülkenin hiçbir şekilde yararına olmayan bir kutuplaşmanın gündeme geldiğini söylüyoruz değil mi; mesela hilafetçiler, islamcı çizgi, milliyetçilik, Türkçülük buna ek olarak işte Kürtçülükten de söz ettik. Şimdi baktığımız zaman bunlar aslında Türkiye'nin önümüzdeki dönemini bu düzen adına tasarlamaya dönük düşünce ve pratik hareketler yani siyasal ve ideolojik hareketler. Sol kendisi olamadığında ya da olamadığı için bu hareketlerin yörüngesine giriyor. Dolayısıyla aslında dikkatle bakıldığındaki Türkiye solundaki parçalanmanın dünyada da benzer örnekler var. Bir nedeni de düzen siyasetine değişik noktalardan bağlanmayla ilgili, bunun altını çizmek gerekiyor.

Solun bölünmüşlüğünün nedenlerinden bir tanesi bu düzenle kurduğu ilişki diyorsunuz.

Düzenin kriziyle ilgili. Şimdi bundan bağımsız hareket etme yeteneği kazandığınız zaman solu birleştirmek için bir iddia sahibi de oluyorsunuz. Yani dar anlamıyla bir örgütten, partiden söz etmiyorum ama öte yandan da düzenin dağınıklığı sol kendisi birşey olmadığında, kendisi oyun kurmadığında, bağımsız bir çizgi geliştirmediğinde, düzenin farklı kulvarlarına farklı noktalardan bağlanmaya başlıyorsunuz.

'TKP'yi ayıran nokta, düzen içi salınımlardan uzak durması'

TKP'nin bu denklemin dışında durma ve başka bir yol önerme nedeni temelde bu mu?

Kesinlikle, çünkü dikkatli bir biçimde baktığımız zaman bugün Türkiye Komünist Partisi’ni ayıran nokta, temeldeki ayıran nokta, düzen içi salınımlardan uzak durması ya da bu son örnekte verdiğimiz işte islamcı, Osmanlıcı, hilafetçi kulvar bir tarafta; Türkçü, milliyetçi bir kulvar bir tarafta; Kürt siyaseti ve bir Kürtçü damar bir tarafta. Bütün bunlara baktığımız zaman solun aslında soldaki çeşitlilik bölünmüşlüğün önemli bir parçasının buralara yakınlık-uzaklık ya da buralardan etkilenme, buralar tarafından yönlendirilme olduğunu görüyoruz.

Şimdi bunun dışına çıkabildiğimiz zaman, o zaman işte oturup  tartışmaya başlayabiliriz, sol işte o bağımsız kimlikle birleşebilir mi diye. O yüzden de TKP açısından bir kere bu birlik tartışmalarında en önemli kriter solun kendi bağımsız, yani bağımsızlık dediğim tamamen bu düzen içindeki farklı kulvarlardan bağımsızlık. 

Yoksa herkes der ki 'ben zaten bu düzene karşıyım', mesele bu değil. Güncel siyasette de, tarihsel bir yaklaşımda da, çok kısa bir zaman dilimini de alsak, daha uzun bir zaman dilimini de alsak düzen siyasetinden bağımsız oyun kurma iddiası başka bir şeydir. Şimdi bunu kazandığınız takdirde solda yeni bir birlik, güç birliği, ittifak gündemi yaratmak mümkün. Ben bunu son derece önemsiyorum ve aslında Türkiye Komünist Partisi’nin bu anlamda denediği, -nihayete erdiremedik ama- yakın geçmişte genel seçimler öncesinde Sosyalist Güç Birliği ortaya çıktı. Seçimle aslında alakası yoktu. 

Oradaki proje neydi, düzenin salınımlarından ve düzenin iç dengelerinden bağımsız bir solun yaratılmasıydı. Haziran Hareketi neydi ilk ortaya çıktığında? Haziran Hareketi de buydu.

'İlk önce solun kendi bağımsız çizgisiyle hareket etmesi gerekiyor'

Daha önce belki bir ad etrafında toplanılmadı falan ama solda bu bağımsız hareket etme yeteneğini arttırmaya dönük girişimlerimiz oldu, ki o girişimler de öyle çok boş geçmedi, son derece anlamlıydı. Bir yere bağlanamadı ama tekrar ediyorum birlik meselesinde özellikle üzerinde durulması gereken şey; ilk önce sol kendi bağımsız karakterini güçlendirici bir platform yaratacak. Bu olmadığı takdirde eninde sonunda Türkiye solunu kendi şeyine bıraktığın zaman ya CHP ya HDP'ye gidiyor, kaçıyor ya da düzenin başka dengelerinde kendinize beslenebilecek bir damar arıyorsunuz. Mesela işte bu demin saydığım Osmanlıcılık, hilafet… Tamam, Türkiye solunda hiç kimse hilafetçi değil, hiç kimse açıktan Osmanlıcı değil. Ama yakın geçmişe bir bakalım geride bıraktığımız 10-15 yıla. Türkiye solunun Türkiye'deki Osmanlıcı eğilimlerle flört ettiği anlar var, flört eden özneler var. Bu ya aydınlar üzerinden oluyor ya başka örgütlenmeler üzerinden oluyor. Dolayısıyla şunu iyi bilmek gerekiyor, ilk önce solun kendisi olması gerekiyor kendi bağımsız çizgisiyle hareket etmesi gerekiyor. Öbür türlü her birlik projesi solu bu düzene bağlama projesine dönüşür.

Yani aslında şunu anladım ben söylediklerinden; solun birbiriyle iletişiminde partilerin ya da örgütlerin program ya da stratejilerindeki farklar değil de, daha çok bu düzen aktörleriyle kurulan güncel ilişkilerdeki tercihler sorun oluyor. Sosyalist Güç Birliği, Haziran Hareketi gibi aslında toplumda çok heyecan yaratan yakın tarihteki girişimler biraz da bu nedenle herhalde sessizce sönümlendi. Doğru mu?

Evet yapılamadı. Yani bakın bunlar önemli meydan okumalardır. Türkiye'de düzenin, Türkiye toplumuna dayattığı ve aynı zamanda Türkiye soluna dayattığı kimi kanallar var. “O kanallara ben girmeyeceğim” büyük bir meydan okumadır, büyük bir iddiadır. Bu yapılamıyor bir türlü. O yüzden dönüyoruz dolaşıyoruz, CHP tartışılıyor, HDP tartışılıyor. Ben 'tartışan herkes yanlış yapıyor' falan demiyorum. Ama öte yandan da Türkiye solunda gerçekten de kendisine ait bir iddia, kendisine ait bir program olmaksızın bu birlik meselelerin bir karşılığı yok.

'Sol da giderek kendi anayasasından uzaklaşıyor'

Hiçbir sol, devrimci partinin programında ana muhalefet partisiyle, sosyal demokrasiyle ya da bir ulusal hareketle stratejik olarak işbirliğine gidilebilir gibi bir ifadeye ben denk gelmedim. En azından ana akım solda… Bu tercihler siyasetin güncel sıkışmalarında alınan kararlar oluyor. O zaman aslında sol kendi programına, ilkelerine uygun hareket etse, bu birlik meselesi ya da beraber çalışma olanakları o kadar da imkansız değil.

Türkiye'de artık programı kim tartışıyor? Türkiye solu eskiden strateji tartışırdı, program tartışırdı. Bugün kendi programını okumayan hatırlamayan, yani kendi bağlı bulunduğu hareketin programını ilkelerini önemsemeyen bir sürü insan var.

Şimdi dolayısıyla biz hani AKP'ye kızıyoruz ya 'kendi yamalı bohçaya çevirdikleri anayasayı bile takmıyorlar, kendi kurallarına uymuyorlar' diye ama aslında sol da giderek kendi anayasasından uzaklaşıyor, bu güncel pratik içerisinde. Kırmızı çizgiler falan ortadan kalkmış durumda. Bir de bu gerçekçi siyaset, reel siyaset adı altında yapılmaya başlandı. Bunlar kötü şeyler, dolayısıyla solun tabii ki önce kendi programatik zeminini temizlemesi lazım.

Ben aydınların pozisyonuna biraz gelmek istiyorum. Çünkü bu tartışmalarda onların da ne söyledikleri, en azından kamuoyunda solcu olarak bilinen isimlerin nasıl bir tavır sergilediği belirleyici oluyor. Şöyle sorayım; çoğu aydın parti üyesi olmayı özgürlüklerini kısıtlayıcı bir sözleşme gibi anlıyor. Önce size sorayım: TKP kendi üye aydınlarının özgürlüklerini kısıtlıyor mu? Parti üyeliği bir aydının gerçekten de kamusal etkisini azaltır mı, özgürlüklerini kısıtlar mı?

Şimdi aydın tanımını böyle geniş bir spektrumda yaparsak, düşünce üreten yaratıcı düşünceyle hareket eden, ki sanatçıları, bilim insanlarını topyekün kattığımız zaman biz aydını bol bir partiyiz. Aslında Türkiye Komünist Partisi her üyesini olduğu gibi onları da özgürleştiriyor. Dolayısıyla onları kısıtlayan bir yanı var mı? Bir disiplin anlayışımız var tabii.

Bir de bir programa bağlıyız. Partinin bir çalışma kültürü var, iç işleyişi var. Partinin kararları, bir tartışma süreci geride bırakıldıktan sonra, herkesi bağlıyor. Dolayısı orada işçiyi bağlayacak, aydını bağlamayacak diye bir şey söz konusu değil. Ama tabii ki düşünce üreten insanların belli açılardan kendi özgünlükleri ve bir hareket alanların olması gerekiyor. Çünkü demin de söyledim, yaratıcı düşünce, sorgulayıcı eleştirellik ama bütün bunlar zaten devrimci mücadelenin parçası. Ben öyle bir kısıtlama içerisinde olduğumuzu düşünmüyorum ama öte yandan da evet doğrudur, siyasetle sanatsal yaratım bilimsel çalışma bütün bunlar arasında her zaman birebir uyum yoktur. Bunlar sürtünürler, belli gerilimler yaşanır yani bunu bilmemiz gerekiyor. Dolayısıyla böyle baktığımız zaman böyle değerlendirdiğimiz zaman kuşkusuz bazen bir aydın için kısıtlayıcı gelebilir, devrimci mücadele ya da örgütlü mücadele, öyle söyleyeyim. Öte yandan şuna baktığımız zaman, hem tarihte hem güncel örneklerde aydınların da gıdasıdır aslında siyasi mücadele, devrimci mücadele. Bundan uzak kalındığında hata yapma olasılığı daha da artıyor ya da yalnızlaşma, tembelleşme… Bütün bunları bilmek gerek.

Umutsuzlaşma belki…

Tabii ki, şimdi ama galiba soruya döndüğümüz zaman, yani işte aydınlarda genel olarak bir birlik özlemi olmasına... Şimdi bunun bir tarafında doğal olarak bir yere angaje olma var. Yani şöyle söyleyelim, işte solda bu kadar örgüt var, parti var, değişik örgütler. Bir tanesini seçmenin getireceği yalnızlık duygusunu tercih etmeyebiliyorlar. Yani herkesin benimsediği sevdiği izlediği saygı duyduğu bir aydın olmaktan, bir siyasi harekete angaje olan bir aydın olmanın bazı riskleri var. Yani yazarsanız okurunuz düşebilir, oyuncuysanız izleyiciniz düşebilir.

'Aydınlara özel bir konum atfetmek yapılabilecek en büyük hata'

Artabilir de?

Artabilir tabii ki ama herkesin benimsediği birisi olmanın yarattığı bir konfor var. Şimdi bu tercih meselesi ama bir yanlışa götürüyor. Neden yanlışa götürüyor? Şimdi şöyle bir şey var; yani aydın tanımında tabii ki bir toplumsallığı var, tabii ki kolektif bir şeyden yaratım sürecinden falan söz ediyoruz. Ama eninde sonunda bireysel bir konumlanış. Böyle baktığımız zaman şuna yol açıyor; örgütlü mücadelenin dışında bir aydın kendisini eş değer bir pozisyona koyma eğilimi içerisine giriyor. Bizim TKP olarak yapmadığımız bir şey var, aydınlara bu anlamda bir özel yer açmıyoruz. Aydın önemlidir, aydın düşmanlığı bir devrimci hareketin yapabileceği en büyük hatadır. Dünyada bunun örnekleri var, biz öyle yapmayız. Sonuçta üreten ve yaratan herkese saygı duyarız. Ama öte yandan da aydınlara özel bir konum atfetmek yapılabilecek en büyük hatadır.

“Özel konum” derken kastın tam olarak nedir; bu konuda yapılan yanlış ne?

Yapılan yanlış şu, siz eğer aydınlarla ilişkinizde oraya dokunulmayan farklı bir alan olarak görürseniz aydın da siyasi mücadeleyi öyle görür ve benmerkezci, bireysel, kendi konumlanışının üzerinden siyasi mücadeleyi değerlendirmeye başlar. Şimdi bu oluyor mu, oluyor. Yani şöyle bir tuhaflık oluyor, aslında bir etkileşim yerine bir kolektif üretim yerine iki parça; bir örgütlü mücadele var, bir de aydınlar var. Örgütlü mücadele aydınları kullanmaya çalışıyor, aydınlar ise örgütlü mücadeleyi yönetmeye çalışıyor ya da yönlendirmeye çalışıyor. Şimdi bu tamamen yanlış bir şey yani böyle bir ilişki kurulamaz. Dolayısıyla Türkiye'de zaten sosyal medya falan yani zaten bireyin, bireyciliğin çok fazla ön plana çıktığı bir dönemde şu tehlikeyle karşı karşıya kalıyoruz; herkes her şeyi söyleyebiliyor. Örgütsüz olmanın getirdiği bir rahatlıkla… Türkiye'de birçok aydının çok fazla kendi konumları üzerinden siyasi mücadeleyi değerlendirme riski var. Şimdi bu birlik meselesinde de böyle bir olguyla karşılaşıyoruz. Yani bir tür dışardan örgütlü yapılara akıl öğretme.

Bunlar iyi şeyler değil. Gerçekten de yani dediğim gibi her siyasi yapı kendi aydınına ya da üreten dışardaki aydınlara saygı göstermeli, dinlemeli bir etkileşim içerisine girmeli ama bir aydın despotizmine asla ama asla izin verilmemesi gerekiyor.  

'Türkiye solunun şu anda meselesi birlik değil'

Yani böyle bir ilişkinin sağlıksız olduğu çok açık ortada. Birliğin genellikle bu şekilde gündeme getirilmesi: 'ya birleşsenize'. Bu bir yandan da Türkiye'de aydınların ya da tek tek bireylerin yani örgütlü mücadelenin dışında durmuş kesimlerin biraz da kendilerine durup dururken bir misyon yüklemesi anlamına geliyor. Buradan sağlıklı sonuçlar çıkmaz. Dolayısıyla bu birlik baskısı biraz püskürtülmesi gereken bir baskı. Çünkü açıkçası Türkiye solunun sorunlarına ilişkin yanlış bir teşhisten hareket ediliyor. Türkiye solunun şu anda meselesi birlik değil, birliğin gerçekleşmemesi değil. Birliğin gerçekleşmesi için bir zemin gerekir. Bugün Türkiye solunu topla, herkesi birleştir oradan hiçbir şey çıkmaz.

Türkiye solunun yeterince güçlü olamamasının parçalanmışlıktan kaynaklandığına dair bir fikirle hareket ediliyor herhalde… 

Bir kere şunu söyleyeyim ben, dünyada başarılı olmuş devrimlerde, o devrimin yükselişe geçtiği dönemlerde Türkiye'den daha fazla siyasi örgüt var, bir kere palavra o, tarihe geçmiyorlar. Yani Rusya örneğine bakalım, Küba örneğine bakalım, sayısız örgüt var.

Ben hatta geçenlerde merak ettim, çıkardım bir sürü dergi çevresi, örgüt yani ve kendi içerisinde sürekli bölünmeye devam ediyorlar ama bir akım ana akım haline geliyor, diğerlerini kendisine çekiyor ya da ittiriyor. Bir bölümü ise tarihin çöplüğüne karışıyor bir bölümünü ise çekiyorsunuz. şimdi dolayısıyla bu Türkiye özgü bir şey değil. Mesela hep şuna bakılır, Yunanistan'da işte ne, bir tane Komünist Partisi var, bir tane de Syriza var falan. Öyle değil, bir sürü parti var orda da ama büyük olanı biliniyor. Benim bildiğim bu konuda örgüt enflasyonu olan kıta Latin Amerika. Yani Meksika'da 30- 40 tane sol örgüt var artık. Yeni kurulanlar da isim bulamıyorlar artık, harflerin arasına tire koyuyorlar. O yüzden de bu kadar abartmamız gereken bir şey yok ortada.

'Bizim çağrımız Sayın Maçaoğlu’nu ve TKP'yi desteklemeleri'

Bu konuyu konuşmamız çok faydalı oldu bana kalırsa ama şunun da unutulmaması lazım; Türkiye solunda hem parti üyesi, hem çevresindeki aydın sayısı bakımından en kayda değer partilerden bir tanesi Türkiye Komünist Partisi’dir. Bu konuda bir literatürü de var TKP'nin. Bunu da not etmek lazım. Birlik konusuna devam edelim. Bu bahsettiğin “birleşin” baskısını son günlerde Kadıköy gündeminde görüyoruz. TKP, SMF ile birlikte Fatih Mehmet Maçoğlu’nu Kadıköy’den belediye başkan adayı olarak açıkladı. Hemen arkasından Türkiye İşçi Partisi’nden bir tepki geldi. “Yeterince iletişim kurulmadığına” dönük bir tepkiyle birlikte, “Biz de aday çıkaracağız” denildi. Bu kararın değiştiğine dönük bir açıklama da henüz gelmedi. Şimdi bu tablo karşısında tabii yine “O heyecan neden böyle tartışmalarla bölünüyor?”, “Neden bir türlü sol Maçoğlu’nda da birleşemedi?” gibi tepkiler geldi. Bu gündemi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Maçoğlu’nda 2019’da da birleşilmemişti. Bir ittifakla Maçoğlu seçildi ama aynı zamanda birçok sol örgüt açıktan başka bir adayı desteklediler. Bunlar oluyor. Şimdi şunu söylemek gerekiyor, bunu Kadıköy ve Maçoğlu'ndan bağımsız olarak söyleyeceğim; bir sol parti istediği yerde ya da karar verdiği her yerde kendi adayını çıkarabilir, buna hiç kimse hiçbir şey diyemez bir kere. Bizim sorgulayacağımız şey bir sol adayı karşısında bir düzen adayını desteklemektir. Onun dışında tamamen niyete, iyi niyete kalmış bir şeydir. Biz de genel seçimlerde kendi adaylarımızı çıkardık. Bu seçimde diyoruz ki kazanma olasılığı güçlü bir aday bir başka sol partiden çıkarsa orada aday çıkarmayacağız biz. Ama bu tamamen bizim öznel değerlendirmemiz. Çıkarıldığı takdirde de kimsenin kızmaya hakkı yok. Şu nedenle, yıllarca Türkiye solu üzerinde, bütün solun üzerinde 'oyları bölmeyin, CHP'ye verin' falan diye bir baskı olmuş. Şimdi bunu yeniden yeniden yeni şeyler için mi üreteceğiz, böyle saçmalık olur mu? Sadece şu söylenebilir, Türkiye'de artık herkesin oturup 'Benim partimin bir varlık nedeni var mı bu ülkede?' sorusunu sorması lazım. Ya da bir örgütün yani solda deminden beri konuştuğumuz şeylerin ötesinde 'Ben bir boşluğu dolduruyor muyum parti olarak, varlığımızın bir nedeni var mı?'. Buna gerçekçi yanıt verenlerin içinin rahat olması lazım ve siyaset yapmaları gerekiyor. Varlığının bir nedeni olan ya da bir doğrultusu olan partilerden birisi Türkiye İşçi Partisi. TKP de böyle bir parti, yani TKP'nin varlık nedeni sorgulanamaz. TİP daha yeni bir parti, belki bir arayış içerisinde falan ama bir çizgi itibariyle, bunu söylediğimiz zaman bir eleştirellik taşıyor tabii ki ama farklı bir yer ama o yer var, yani o yerin bir karşılığı var. Şimdi dolayısıyla Türkiye İşçi Partisi 'ben de Kadıköy'de aday göstereceğim' diyor. Göstermeseler iyi olur. Bizim çağrımız Sayın Maçaoğlu’nu ve TKP'yi desteklemeleridir.

Biz farklı olmamıza rağmen ve Türkiye İşçi Partisi’ne programatik olarak farklı ve bir eleştirel yaklaşımımız var; o anlamda beğenmiyoruz tabii ki, beğensek birlikte olurduk. Ama bazı yerlerde destekleyeceğiz. Niye destekleyeceğiz? Çünkü Türkiye İşçi Partisi yalnızca bizim o eleştirdiğimiz parti değil, aynı zamanda Türkiye'de solun tartışılmasını sağlayan, gündeme gelmesini daha fazla sağlayan bir işlev de gördü. Dolayısıyla bu TKP için de bir olanak, böyle bakıyoruz. Henüz daha tam olarak yerli yerine oturmuş bir siyasi oluşum da değil Türkiye İşçi Partisi. Ama bunlardan bağımsız olarak söylüyorum; Türkiye İşçi Partisi istediği her yerde ya da başka bir parti, Sol Parti olabilir bu, EMEP olabilir, aday gösterebilir. Tabii ki buna bizim diyecek bir şeyimiz olamaz ama şuna da izin vermeyiz; 'işte gelin bizi destekleyin her yerde, bizim daha çok oyumuz var'. Biz bu lafı Cumhuriyet Halk Partisi’nden çok duyduk. Biz de o zaman şunu deriz 'bizim daha çok örgütümüz var, daha örgütlüyüz', 'siyasi üretim etki açısından ne dediğimiz belli, daha tutarlı bir partiyiz' yani bu işin sonu yok. Dolayısıyla kimsenin bize gelip de 'bizim daha çok seçmenimiz var', 'biz daha çok medyaya çıkıyoruz' demesini bunu kabul etmiyoruz. 

Türkiye Komünist Partisi’nin tarihsel bir iddiası ve misyonu var. Biz bu misyonu hiçbir kesitte bırakalım seçimi başka bir şeye devretmeyiz. Bu konuda iyi niyetli tartışmalar sürüyor ya 'ne farkınız var' falan diye, Türkiye'de siyasetle ilgilenip de bugün TKP ile diğer sol partiler arasındaki ayrımı görememek, hele hele sol siyasetten gelen ya da bir aydın karakteri taşıyan birisinin bunu görememesini ben anlayamam. Burada kötü niyet vardır. 'Hepiniz de aynı şeyleri söylüyorsunuz' deniliyor, söylemiyoruz. Yani keşke söylesek, aynı şeyleri söylemiyoruz.

'İddialarımızın üzerini örtücü herhangi bir şeyin parçası haline gelemeyiz'

Türkiye İşçi Partisi’nden Maçoğlu’na karşı olmadıkları yönünde açıklamalar geldi. O zaman geriye “iletişim aksaklığı” kalıyor ki, bu Maçoğlu’nun karşısına Kadıköy’de bir aday çıkarma için kamuoyu nezdinde tatmin edici bir açıklama gibi görünmüyor. 

Sürecin yürütülmesiyle ilgili bizim de sıkıntımız oldu. Bu hiçbir zaman belirleyici olamaz. Yani buradan hareketle bir tartışmanın sınırları var ve bir yerden sonra toplumu ilgilendirmez. Biz sadece şunu söylüyoruz; Sayın Maçoğlu bir şey yarattı Türkiye'de. Bu Türkiye Komünist Partisi’yle beraber yarattığı bir olgu. Bunun Türkiye solunun bütününe yarayabilecek yönleri var. Bunu gelin hep beraber değerlendirelim. Bizim çağrımız bu. Dolayısıyla bazı meseleleri oturalım planlayalım tartışalım, bizim isteğimiz bu olur. Ama kimseye kızmayız, biz 'hayır biz kendi adayımızı çıkaracağız' diyenlere üzülürüz bundan sadece bu başka yerler için de geçerli ama 'ya bu iş iyi yönetilemedi' bir gerekçe değil. Aslında uzun bir süredir de görüşülüyor yani çoklu toplantılar yapıldı, ikili görüşmeler yapıldı. Sayın Maçoğlu'yla Türkiye İşçi Partililer görüştüler, yani burada da bir şey yok diğer partiler için de geçerli bu. Dolayısıyla  meselenin özünü konuşmakta yarar var. Bir de şunu söyleyeceğim her partinin tabii kendi ajandası vardır. Her örgüt buna dönük de bir şey söylenemez. Bütün siyasi hareketlerin tarihsel iddiaları vardır. Bir de güncel bir planlamayla hedefler bütünlüğüyle hareket ederler. Burada 'Ama benim hedeflerim ne olacak?' sadece bu soru sorulamaz. Bu tür gündemlerde eninde sonunda birbirinden farklı ya da birden ibaret olmayan hedefler manzumesi ile karşı karşıyayız. Burada bir yapıcı değerlendirme içerisinde olmak gerekiyor ama TKP açısından biz doğal olarak başka oluşumlar da aynı şeyi söyleyebilir. Kendi tarihsel misyonumuzu ve iddialarımızın üzerini örtücü herhangi bir şeyin parçası haline gelemeyiz.

Ben mesela geçenlerde 'herkes tek bir partiyi desteklese solda' gibi şeyler duydum. Kim ne yapmak istiyorsa yapsın ama başkaları adına bu tür öneriler yapmak bana göre biraz saygısızlık. TKP adına, kendi partimiz adına konuşayım, başkalarını bilemem. Türkiye Komünist Partisi, bu türden yani tarihsel olarak solu hiçbir şekilde ilerletmeyecek jestlerle hareket edecek bir parti değil.

Bizim bir iddiamız var, bu iddiayı da her gün her saat ve Türkiye'nin mümkün olduğu kadar fazla, yerinde sergilemeye çalışıyoruz. Bize bazen de 'ya bu seçimde bırakın şu CHP'yi her yerde destekleyin' deniyor, ne münasebet yani yok böyle bir şey.

'Bu ülkenin güçlü bir TKP’ye ihtiyacı var'

Söylediklerinden şu özeti çıkarıyorum: Türkiye Komünist Partisi ne birlik gündeminde, ne seçim konusunda hiçbir şekilde örgütsel bir kıskançlıkla yaklaşmıyor siyasete. Keşke sol partiler ayrı ayrı güçlense… Bu aslında toplam solun enerjisini yükseltecek bir şey. Ben de umuyorum ki solun siyasette daha çok tartışıldığı, Kadıköy ölçeğindeki gibi tartışıldığı bir döneme gireriz. Bu hafta program süremiz doldu, söylemek istediğin son bir şey varsa alabiliriz Kemal.

Solda birlik, solun parçalı olması, ne yapmak istediği konuları her zaman gündem olan bir mesele. Belki seçim sonrasında tekrar bunları oturup konuşacağız. Ama ben burada biraz yurttaşlarımızın, siyasetle daha yakından ilgilenenlerin, solu takip etmeye başlayanların, solcu aydınların biraz daha meseleye bugüne kadarkinden farklı bakması gerektiğini düşünüyorum.

Gerçekten de bazen ayrıntı gibi gözüken şeyler son derece önemlidir. Bir de tarihin ayıklayıcılığına, tarihin öğreticiliğine biraz güvenmek gerekiyor. Türkiye Komünist Partisi açısından baktığımız zaman bugün TKP’nin varlığının ve kendisine açmaya çalıştığı kulvarın, ilerlemek istediği yolun tarihsel bir değer taşıdığını düşünüyorum. Dolayısıyla buraya dönük, böyle güncelliğin baskısı altındaki hoyratlığın aslında herkese zarar vereceği kanaatindeyim. Bu ülkenin güçlü bir TKP’ye ihtiyacı var ve biz bu açıdan önümüzdeki bütün engelleri temizleyerek yolumuza devam edeceğiz.

Programın tamamını buradan izleyebilirsiniz