Emekçilerin haklarını korumaya yönelik taleplerin bir bölümü hiç kuşku yok düzeniçi talepler olabilir. Ancak sınıf perspektifiyle, sosyalizm programıyla ilişkilendirilmediğinde, kapitalizmi hedef almadığında düzeniçi talepler ya nihai olarak sermaye sınıfına hizmet ediyor ya da gerçekçilikten uzak oluyor. Nitekim içinden geçilen süreçte emekçiler adına dile getirilen, alternatif politika olarak ortaya konan talepler de bu önermeyi fazlasıyla doğruluyor.
Gelir desteği talebi: Sermaye düzenine can simidi
Nihai olarak sermayeye hizmet eden politika önerilerine verilebilecek ilk örnek emekçilere yönelik doğrudan gelir destekleri. Uluslararası düzeyde açıklanan paketlerden de heyecanlanıp daha kuvvetli bir şekilde savunulan evrensel gelir ve bunun Türkiye’deki uzantısı sayılabilecek emek gelir desteği türü öneriler, aksayan piyasa dişlilerini yağlamaya yarıyor. Emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı tıkanıklıklar ve yapısal sorunların sonucu devlet müdahalesi ihtiyacının arttığı koşullarda kamuculuğu güçlendirmeden ve piyasa ilişkilerini riske atmadan yol almak garantileniyor. Çalışma hakkı, eğitim ve sağlık başta olmak üzere ücretsiz kamu hizmetleri gibi en temel talepler, gelir desteğiyle ikame edilmiş oluyor. Dünyanın pek çok ülkesinde ağır bir yıkımın emekçilere fatura edildiği bir dönemde, son 30 yılın tüm kayıpları için büyük bir hesaplaşmanın zemininin oluştuğu bir dönemde, talep ekseninin gelir desteklerine sıkıştırılması sermaye düzenine atılan büyük bir can simidi.
'Kısmi kopuş' gerçekçi değil
İkinci eksene yine uluslararası veçhesi de olan, Türkiye’ye ilişkin tartışmalara daha fazla damgasını vuran finansallaşmanın kötü yanlarından arındırılmış kapitalizm örnek verilebilir. Spekülatif sermaye hareketlerinin kontrol altına alındığı, iç talepten ziyade dış talebe yönelik üretime odaklanan bir kapitalist işleyiş bugünün dünyasında, uluslararası işbölümü, emperyalist-kapitalist sistem dikkate alındığında hiçbir gerçekçilik taşımıyor ne yazık ki.
Sermayeler arası artan rekabet ve kapitalizmin krizi, Türkiye gibi ülkelerin üretim yetkinliklerini artırması, kontrollü korumacılığın güçlenmesi gibi eğilimleri besliyor. Ancak Türkiye kapitalizminin mevcut yapısı, bu eksendeki gelişmeleri ancak uluslararası sermayeyle daha ileri entegrasyonla mümkün kılıyor. Yani emekçilerden yana “kısmi kopuş”a dayalı bir politika setinin uygulanma şansı bulunmuyor. Türkiye özelinde finansallaşma süreçleriyle dış ticaretin yapısı arasında güçlü bağlar söz konusu. Sanayi üretimin ve ihracatın ithalata ve esas olarak uluslararası bağımlı yapısının dönüştürülmesi, ancak tam kopuşla mümkün.
Bir alternatif politika örneği: Yeldan ve Voyvoda’dan ‘Emek Gelir Desteği’ paketi önerisi
Salgının başından bu yana Türkiye ekonomisinin bu krizden ne kadar etkileneceğini öngörmeye çalışan bir dizi çalışma yayımlandı. Bunlardan sonuncusu Cumhuriyet gazetesinin geçen hafta “Ünlü profesörlerden korkutan uyarı” başlığıyla haberleştirdiği, Bilkent Üniversitesi’nden Erinç Yeldan ile ODTÜ’den Ebru Voyvoda’nın birlikte hazırladığı “Covid-19 Salgının Türkiye Ekonomisi Üzerine Etkileri ve Politika Alternatiflerinin Makroekonomik Genel Denge Analizi” başlıklı çalışma.
Yeldan ve Voyvoda, genel denge modeli kapsamında 2020 yılında 2019 yılına göre GSYH’de yüzde 26,7 daralma öngörürken hanehalkı gelirlerinin yüzde 46 azalmasını, işsizlik oranının yüzde 14’ten yüzde 33’e yükselmesini, işsiz sayısının 4,7 milyon kişiden 11,7 milyon kişiye çıkmasını bekliyor. Bu tahminler doğrultusunda “Emek Gelir Desteği” paketi olarak adlandırdıkları bir politika önerisi yapıyorlar. Paket işsiz kalmış ücretlilerin formel kesim ortalama ücretinin yüzde 50’sine tekabül edecek bir gelir transferi ile desteklenmesi, küçük ve orta boy şirketlerin ve kendi hesabına çalışan kesimin desteklenmesi ve kamunun tüketim harcamalarının yüzde 20 düzeyinde artırılmasını içeriyor. Önerilen paket uygulandığında GSYH’deki gerileme yüzde 16’ya, işsizlik oranı da yüzde 17’ye düşüyor.
Öncelikle Yeldan ve Voyvoda’nın çalışmasına özel olmayan, Erol Taymaz, TEPAV çalışmaları başta olmak üzere farklı akademisyenler ve kuruluşlar tarafından yapılan girdi-çıktı tablolarına, söz konusu örnekte genel denge analizine dayalı projeksiyonların ürettiği rakamların gerçek anlamına ilişkin büyük bir duyarsızlaşma olduğunu saptamak gerekiyor.
Çok kısa sürede ekonomik faaliyetin dörtte birinden fazlasının buharlaşmasına, 7 milyonla toplam işgücünün neredeyse üçte birinin işsiz kalmasına neden olan yapının deşifrasyonu ne yazık ki çalışmada yer almıyor. Keza projekte edilen rakamlar, önerilen paketten sonraki “iyileşmiş” halleri de dahil sadece Türkiye için değil, dünya tarihinde az görülen yükseklikte. Ve yine önerilen paketin uygulanması durumunda bile sadece iktisadi olarak değil, siyasi ve toplumsal olarak da taş taş üstünde bırakmayacak sonuçlara yol açabilecek düzeyde. Ki başka ülkelere ilişkin çalışmalarda hem birkaç senaryoya dayalı projeksiyonlar hem de 2021 “dönüş” projeksiyonları yer alıyor. Türkiye kapitalizminin uluslararası sermayeye entegrasyon düzeyi, dış talebe bağımlılık bu tür uç sonuçlarla karşılaşılmasını mümkün kılıyor. Buna dikkat çekmek, söz konusu durumun simülasyonunu yapmak mümkün. Ancak böyle bir yıkımın sonuçlarının palyatif bir şekilde idare edilmesi ve sonra aynı işleyişe dönülmesi önerilmiş oluyor.
Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek
“En uç senaryo” ya da bir tür stres testi olarak adlandırılabilecek tahminlerin teknik detayına, modelin girdileri vb hakim olmak mümkün değil. Ancak elektrik tüketiminden demir-çelik sektörüne sektörel beklentilerin birbiriyle uyumlu olmadığını, hangi varsayımlar etrafında şekillendirildiğini anlamak da güç. (Örneğin elektrik üretiminde yüzde 25 civarında daralma öngörülüyor. Ancak dip noktada elektrik tüketiminde görülen daralma yüzde 16 civarında, yılın bütününe artarak taşınması güç.) Sektörlerin yapısı, dinamiklerini dikkate almak, farklı senaryolar dahilinde çalışmak iki nedenle önem taşıyor. İlki Türkiye için şu ana kadar uluslararası kurumların yaptığı beklentilerde 2020 için GSYH daralması maksimum yüzde 5 civarında hâlâ. İkinci çeyreğe ilişkin açıklanan rakamlar, üçüncü ve dördüncü çeyreğe ilişkin ihtiyatlı beklentiler yüzde 25-30’lar civarında bir daralmayı desteklemiyor. Bu kadar yüksek beklentilerin, bu kadar güçlü propaganda edilmesi, gerçekte çok ağır sonuçları olan yüzde 8-10 daralmanın, ki Türkiye için, hele istihdam yoğun sektörlerdeki yıkım düşünüldüğünde, “hafif” algılanmasına yol açma riskini de artırıyor. İkinci neden de çok belirgin sektörel ayrışmalar söz konusu. Olumlu ve olumsuz ayrışan sektörler yanında otomotivle tekstili, beyaz eşyayla turizmi aynı şekilde değerlendirmek mümkün değil.
Ne yazık ki niyetten bağımsız yapılan önerinin kapsamı halihazırdaki Kısa Çalışma Ödeneği ve ücretsiz izin uygulamalarının kapsamına yakın ve nihai sonuçları açısından da sermayeye katkısı daha güçlü.