Cüneyt Özdemir GPT belgesel yapmış

Yaralı Şehir Hatay belgeseli Habib-i Neccar Camii, Uzun Çarşı ve bir kısım ana caddenin before-after çekimlerinden ibaret bir turizm ve inşaat videosu olarak YouTube video yığınağında yerini alabilir.

Gamze Erbil

Cüneyt Özdemir, Kahramanmaraş depremlerinin birinci yıldönümü vesilesiyle GAİN’de “Yaralı Şehir Hatay: Öncesi, Dünü, Bugünü” başlıklı bir belgesel yayımladı. Genel olarak “belgesel” diye sunuluyor, Özdemir kendisi de programında belgeselin “unique bir belgesel” olduğunu söylemiş. Dolayısıyla Hatay’ı merkeze alan bir belgesel diye başlayacağız...

Bütün platformlarda vahşi bir rekabet var, herkes yeni formatlar peşinde, ne izlenecek ona bakılıyor, her yöntem deneniyor vs. O nedenle daha çok YouTube gezinti videosu formatındaki bu belgeseli formatıyla değerlendirme yoluna gitmeyelim. Özdemir zaten bu vahşi rekabetin tam içinde ve bunun gereklerini yapıyor olması normal karşılanmalı.

Ama içerik maalesef hâlâ 'kral'

Özdemir’in elindeki malzemenin “unique” nitelemesini hak eden bir yönü var evet, kendisi deprem öncesindeki Aralık ayında Hatay’a gidip burayla ilgili bir belgesel hazırlığına kalkışmış ve tahminen depremden 2 ay kadar önce yapılmış profesyonel çekimleri olan fazla televizyoncu yoktur. O nedenle eşsiz bir malzemeye sahip gerçekten; ama 3 Aralık 2022, 15 Şubat 2023 ve Şubat 2024 tarihlerinde yapılmış çekimlerin ekseni ve içeriksizliği ağlatıyor ve “öncesi-dünü-bugünü”yle Hatay belgeseli daha çok, bölgede iş yapmayı planlayan bir müteahhit şirket için hazırlanan bir sunuma dönüşüyor.

Unique turizm videosu?

Bir parantez; 2022 çekimlerinden ne yapmayı tasarlamış? diye düşündüğünüzde de zaten ciddi bir içeriksizlik sorunu hissediyorsunuz. Antakya’nın yemekleri, gece hayatı, camisi… Bir de sokaklar, binalar vs. Yapımcıyı yanında yürütüp “ne oluyor gece bu alemlerde” muhabbetini bayılta bayılta yapmak… Ne hedeflenmiş? Onu çözmek güç ama… Sanki… Light bir Hatay turizm videosu olmuş!

Özdemir depreme nereden bakabilir?

Deprem olduğunda ve tüm kent yerle bir olduğunda bu önceki görüntülerle birlikte ayrı bir anlam kazanıyor, yeniden Hatay’ı görüntülemek; ama bunun bambaşka bir bağlamı ve belirleyeni olmalı. Kimi zaman o elinizdeki eşsiz hazine belki de sadece çöptür. Ama zaten Özdemir depremden sonra da Hatay’a gittiğinde aynı formatta dünyaya ve kente bakmayı seçiyor (Kimbilir, belki ilk çekimlere olan bağlılığı sonrakileri de böyle yapmaya zorladı onu ama, her durumda yazık)!

Yapımcıyla yıkılan sokaklarda dolaşarak “ne korkunç bir felaket” nakaratını başa sararak… 6 Şubat depremini yaşamış Hatay’ı görüntülemek…

Bir yıl sonra tekrar aynı şekilde. Bu defa, “buralar hep temizlenmiş ne şaşırtıcı” nakaratıyla. Depremin ardından geçmiş bir yılın bilançosu: Büyük başarı, buralarda binalar vardı, artık yok, yenileri yapılmak üzere yıkılmışlar!!!

Afette iktidar övücülüğü zor iş

Deprem dönemi yayınlarında “bu felaket çok büyük, öyle kolay değil baş etmek” ekseninden iktidara yönelen eleştirileri göğüslemeyi merkeze alan, birinci yıl dönümünde de “az zamanda çok ve büyük işler başarıldı” övücülüğüyle durumu idare eden Özdemir’in deprem belgeselinin basitçe bir enkaz belgeselinden ibaret olması da kaçınılmaz oluyor. 

3 farklı dönemi içeren yürüyüş videolarında, depremin olduğu zaman da dahil olmak üzere sadece (biri sanat tarihçi) 4 kişinin konuşuyor olması da tesadüf olamıyor. Özellikle afet gibi toplumsal bir olayla ilgili bir belgeselin merkezinde insanın olmadığı bir biçimde tasarlanması gerçekten dikkat çekici. Özdemir burada da gerçeklikten uzaklaşmanın yolunu bulmuş; basitçe insana dair büyük bir hazinenin olduğu afeti yaşayan insanları mikrofondan uzak tutarsan, eksenin kaymaz; turizm ve inşaat belgeselini istediğin zeminde tutarsın.

Turizm ve inşaat belgeselciliği

Yaralı Şehir Hatay belgeseli Habib-i Neccar Camii, Uzun Çarşı ve bir kısım ana caddenin before-after çekimleri toplamından ibaret bir turizm ve inşaat videosu olarak YouTube video yığınağında yerini alabilir. Bir deprem belgeseli olma iddiası şaşırtıcı, öyle sanılması büyük bir hata olacaktır. Özdemir bu cüreti göstermiş olabilir, bunun sebepleri üzerinde durabiliriz.

Cüneyt Özdemir muhalif bir gazeteci değil (*), dolayısıyla özellikle deprem sonrası çekimlerin merkezinde insanların mağduriyeti ve temel hizmetlerin yerine getirilmemesi vs. gibi iktidarı hedef alacak temalar yer almıyor. Ama Kahramanmaraş depremleri sözkonusu olduğunda bunlardan uzak durarak bir Hatay belgeseli yapmaya kalkmak da gerçekten büyük bir cüret gerektiriyor. Bu cüretin teşvik edildiği platforma da kısa bir göz atalım.

GAİN'in patronu: Her iktidara yakın

Türkiye’nin yeni nesil bir video içerik platformlarından GAİN, geçen yıl satılarak RAMS Global İnşaat Sağlık Dış Ticaret Anonim Şirketi’ne devroldu. RAMS Global son birkaç yılda hızlı biçimde büyüyen bir inşaat şirketi (isminden daha büyük hedefleri olduğunu da varsayabilirsiniz) ve “iktidara yakınlığıyla” anılıyor. Ancak şirketin İstanbul’daki merkezinin Sarıyer Belediyesi İmar Müdürlüğü’nün eski yerini kiralaması sadece ticari bir işlem değilse ve yine Sarıyer Ayazağa’da İBB’ye ait olan 7242 ada 41 parselin bu şirkete şaibeli bir biçimde verildiği iddiaları da gerçekse şirketin her türlü iktidara yakın olduğunu düşünebiliyoruz. Ama burada en önemlisi, GAİN’in yeni patronunun tipik bir inşaat şirketi olması. Böyle bir sponsorun desteklediği “deprem belgeseli”nin başka türlü olma şansı var mı?

Cüneyt GPT üretimlerin gideri var mı?

Birkaç kavramsal eksen belirleyip verileri de girdiğinizde size istediğiniz eksende bir metin hazırlayan AI örnekleri gibi, Özdemir de sakıncalı başlıkları ve dolaşılabilecek eksenleri belirledikten sonra ona uygun bir belgesel üretebilme yeteneğine sahip olduğunu kanıtlıyor. Tesadüf belki ama burada vicdan, kamusal sorumluluk, gerçeğe bağlılık gibi sizi kısıtlayan şeylere yer yok. “Deprem belgeselinde insana ne gerek var, biz yürürüz ve konuşuruz” rahatlığındaysanız onun ortaya çıkaracağı sorunlara da yer yok. Cüneyt GPT üretimler yapılabilmesinin koşulu var özetle, ama bunların alıcısının bugün için olsa olsa RAMS Global'den ibaret kalacağını da söyleyebiliriz.

(*) Buradan muhalif gazeteci n’eylerse güzel eyler… kolaycılığına varmayı istemiyorum; Türkiye’nin son dönem yaşadığı en büyük ucuzluk ve gazeteciliğin bitişi hikayesi de buradan başlıyor maalesef. Kendi başına “meydan okuyanı” azdır ama yine de onları dışında tutarak; açılmış olan “muhalif gazeteci” kontenjanlarını dolduran çok sayıda ismin de aslında Özdemir’in geliştirdiği yöntemleri başka bir düzlemde kullanarak mesleki varlığını devam ettirdiğini söylemek gerekiyor. Bugün egemen olan yeni medya düzeninde aksi mümkün görünmüyor. 

Gazetecilik bahsinde büyük kayıp, gazeteciliğin bir meslek olarak telaffuz edilmeye başlandığı son on yıllarda yaşandı. (Burada şunu kastediyorum, eskiden ne iş yapıyorsun sorusuna bu meslekte çalışanlar “gazeteciyim” yanıtı vermezdi. Çoğunlukla çalıştığı kurumu ya da konumu söyleyerek yanıt verirdi. Bugünse bunlardan bağımsız olarak “gazeteci” diye bir kimlikle hareket ediliyor)

AB süreçleri-kriterleriyle birlikte angaje edilen, ajanlaştırılan ve kimlik siyasetinin bir konusu/alt başlığı haline getirilen “gazeteci” ondan sonra da her türlü manipülasyonun ya nesnesi ya da taşıyıcısı olarak iş görmeye başladı. Eski kavram ve tanımlara; gazetecinin kamusal sorumluluğu, gerçeklere bağlılığı, vicdan ve etik değerleri vs. gibi bir dizi mesleki erdemin nasıl iğdiş edildiğine hiç girmeyelim. Yeni medya düzeninde gazeteci, “gazeteci”leştikçe misyonunu yitirdi; nesneleşti; kuklalaştı. Dolayısıyla bugün gazetecilik köklü bir muhasebeyi içermeden kullanımda kalması uygun olmayan kavramlardan biri aslında.