ANALİZ I Merkel'den sonra AB bir arada durabilecek mi?

Merkel’in yıl sonundaki parti kongresinde tekrar aday olmayacağını açıklamasının ardından, halihazırda iç sorunlarla boğuşan Avrupa Birliği’nde sürükleyici figürün kim olacağı tartışılmaya başlandı.

Engin Karaman

Almanya Başbakanı Angela Merkel’in parti başkanlığından çekileceğini açıklamasının ardından Avrupa Birliği içindeki tartışmalar yeni bir boyut kazandı. 

AB içindeki güç dengelerinde ortaya çıkacak muhtemel boşluklar, Almanya’nın iç siyasetinde yaşanacaklardan daha zorlayıcı olabilir. Bunun nedeni, Avrupa Birliği’nin halihazırda birlik karşıtı siyasi hareketlerin yükselişine tanıklık etmesi ve bölgesel taraflaşmalarda aktif rol üstlenmesi.

Merkel her şeyin ötesinde, bu gerilimlerde AB’nin bütününü temsil edebilen bir figür olarak görülüyordu. Almanya ve Fransa’nın başını çektiği “birlikçi” pozisyon, aşırı sağ hükümetlerin ve İngiltere’nin hamleleriyle zor günler yaşıyor olsa da, Merkel bu dengelerin içerisinde bir garantör olarak pozisyon alıyordu.

Tam da Avrupa Parlamentosu seçimlerinin yapılacağı ve İngiltere’nin birlikten resmen ayrılacağı 2019’a girilirken Merkel’in ayrılması, Avrupa’daki “istikrarsızlık” görüntüsüne bir tuğla daha koymuş olacak.

Atlantik ittifakını merkeze alan değerlendirmelerde endişe öne çıkıyor. ABD merkezli Alman Marshall Vakfı yöneticisi Jan Techau, Merkel’in gidişiyle ilgili olarak The New York Times’a verdiği görüşte, “Merkel, Almanya’nın Avrupa içerisinde güvenebileceğiniz bir güç olmasını temin ediyordu. Kendisinden hoşlanmayanlar bile Merkel’e güvenirdi” ifadesini kullandı. 

Avrupa’nın ABD’ye rakip olmaksızın güçlü bir aktör olarak davranabilmesi, birçok başlıkta Washington’ın işine geliyor. Rusya’yla Kırım üzerinden yaşanan gerilimde Avrupa’nın tutumu akıllardaki ilk örnek. Merkel liderliğindeki Avrupa Birliği, kendi reform hedeflerine yaklaşamamış ve 2018 boyunca krizlerle boğuşmuş olsa da ABD’den gelen beklentileri genellikle karşılayabilen bir yapı teşkil ediyordu. 

Techau, bundan sonra Avrupa’nın yeni liderinin kim olabileceği konusunda ise Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a işaret ederek, “Güçlü bir yetkiyle davranabilecek bir tek o kaldı” yorumunu yapıyor.

Öte yandan, gelecek yıl mayıs ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri, Macron’un AB’de liderlik pozisyonuna tutunmasını zorlaştırabilir. Ülke içerisinde gücünü pekiştiremeyen Macron köklü bir siyasi harekete dayanmıyor ve partisi Avrupa Parlamentosu’nda temsil edilmiyor. Macron’un Alman desteği olmaksızın AB içerisindeki projelerini gerçekleştirebilmesi ve kıtaya hükmedebilmesi zor görünüyor. 

Merkel bu açıdan Macron’a göre çok daha güçlü bir otoriteyi temsil etmekteydi çünkü “istikrar” görüntüsünü öncelikle Almanya içerisindeki muhafazakar birlikten alıyordu ve sermaye sınıfı için tam anlamıyla sarsılmazlığı temsil ediyordu. Bir süredir kuşkuyla yaklaşılan bu sarsılmazlık görüntüsü, önce Bavyera sonra Hessen seçimlerinde muhafazakarların başarısızlığıyla çatırdamaya başladı.

Avrupa içerisinde otorite boşluğu, aşırı sağcı popülist liderlerin temsil ettiği Brüksel karşıtı çizginin elini 2019 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde güçlendirebilir. Öte yandan Alman basınına göre tek “tehlike” bu değil. Merkel’in otoritesinin yokluğunda AB’nin dünyadaki diğer güç merkezleriyle kuracağı ilişki de soru işaretleri barındırıyor. 

Süddeutsche Zeitung gazetesinden Mattias Kolb, “Merkel’in ayrılmasıyla, (Çin Cumhurbaşkanı) Şi Cinping, Trump ve Putin’le ‘göz hizasından’ konuşma becerisine sahip bir politikacıyı yitireceğiz. Arkasından gelecek kişinin bu duruşa sahip olması için çok zamana ihtiyaç var” yorumunu yapıyor.

GÖÇMEN KARŞITLARI MEMNUN MU?

AB içerisindeki tartışmalarda temel konuyu teşkil eden göçmen krizinde Merkel’in gidişinin ardından nasıl bir tabloyla karşılaşılacağı da merak konusu. Zira Merkel “açık kapı” politikasının ve sığınmacıların ülkelere dağıtılması girişimlerinin savunucusu olarak aşırı sağ karşısında kendisini öne çıkarıyordu ve bu karşıtlıktan kendi adına yararlanıyordu.

AB merkezinin göçmenlere ilişkin politikasına şiddetle karşı çıkan İtalya, Macaristan, Polonya gibi ülkelerin Merkel’in ayrılmasına olumlu yaklaşacağı görüşü hakim. Buna karşıt olarak, popülist aşırı sağcı akımların ve hükümetlerin, Merkel’in politikaları nedeniyle güçlendiğini ileri sürenler de mevcut. Bu görüşe göre “popülistler” artık bu karşıtlıktan yararlanamayacaklar ve güç kaybedecekler.

MERKEL NE YAPACAK?

CDU parti kongresinde Merkel’in görevini teslim edeceği yeni parti başkanının, seçimleri de kazanıp Başbakan olması bekleniyor. Öte yandan yaşanabilecek siyasi çalkantılar, bu sürecin ne hızda ve nasıl gerçekleşeceğini de belirleyecek. 

Peki parti başkanlığı görevini bıraktıktan sonra Merkel nasıl davranacak? Bu soruya ana akım Alman medyasının iyimser yüzü, “yeni parti başkanına yardım edeceği” beklentisiyle yanıt veriyor. Öte yandan sürtünmesiz bir geçiş yaşanacağı beklentisini gerçekçi bulmayanlar da var. Merkel’in yokluğunda, zaten zor günler geçiren Alman “istikrarı” için işlerin yoluna girmesi yakın gelecekte pek mümkün görünmüyor.