Ali Bulaç'tan dikkat çeken "liderlik" uyarısı

Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç dünkü köşesinde, AKP’nin Ortadoğu üzerindeki yürüttüğü “liderlik” siyasetini tartışan, bunun tehlikelerine işaret eden bir yazı yazdı. Peki, hükümet ile olan yakınlığı bilinen bir yazar olarak Ali Bulaç, bölgede bu kadar popülerlik kazanmışken neden AKP’yi uyarma ihtiyacı hissetti?

Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç dünkü yazısında, AKP’nin bölgede yürüttüğü "liderlik" siyasetini eleştirirken, ciddi uyarılarda bulundu. Bulaç’ın söyledikleri, bu ismin muhafazakâr camia içerisindeki ağırlığı ve hükümete olan yakınlığı düşünüldüğünde bir kat daha ilginç ve önemli hale geliyor. Çünkü Bulaç yazısında, AKP’nin bölgede yürüttüğü liderlik siyasetine ciddi itirazda bulunarak, bunu sağlayan gücün ABD ve AB’nin desteği olduğunu söylüyor ve sürece destek veren emperyalist güçlerin desteği kesildiğinde Türkiye’nin bölgede tek başına kalabileceğini iddia ediyor.

Bulaç’ın yazısı AKP’ye bir “dost tavsiyesi” olarak da düşünülebilir. Fakat Bulaç’ın uyarısını asıl önemli yapan şey, Başbakan Erdoğan’ın Ortadoğu’da bu kadar popülerlik kazandığı, Yeni Osmanlı söylemlerinin yazılıp çizildiği, Türkiye’nin bölgenin lideri olmaya doğru ilerlemesinden bahsedildiği bugünlerde, böyle bir eleştirinin Zaman gibi hükümetin resmi yayın organı sayılabilecek bir yerden gelmesi. Bulaç’ın yazısı incelendiğinde, bu kaygının nereden kaynaklandığı da daha anlaşılır hale geliyor.

İsrail ile ilişkilerin görünmeyen boyutu
BM raporunun basına sızdırılmasının ardından İsrail ile Türkiye arasında gerilen ilişkiler son günlerin ana gündem maddesini oluşturuyor. AKP’nin İsrail karşısında aldığı pozisyon ve söylemlerini sertleştirmesi, partinin hem Ortadoğu’da hem ülke içinde destek görmesine yol açarken, Erdoğan’ın da “zalime kafa tutan lider” imajı yaratarak puan toplamasına sebep oldu. Bulaç ise yazısında “ İsrail'le gerilen ilişkilerin görünmez boyutu var” var diyor ve bu "kafa tutma" siyasetinin gerçekliğinin olamayacağını iddia ederek, ilişkilerin görünmeyen yüzünde neler olduğunu şu ifadelerle açıklıyor:

“Türkiye, İsrail'le ilişkilerini kâtipler seviyesine indirirken NATO radar uyarı sistemine onay veriyor. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü sistemin onayıyla ilgili, ‘Bu sistem herhangi bir ülkeye karşı değil, NATO alanının savunulmasına yöneliktir’ diyor. Kimseye inandırıcı gelmeyen bir açıklama bu.

Sormak lazım: NATO'nun kuruluş amaçları arasında bu bölge var mıydı? Bölge ülkesi olarak Türkiye, sisteme onay verirken, İran, Suriye ve Akdeniz'de sahili olan ülkeler, Kafkaslar bu naif açıklama ile tatmin bulacaklar mı? Belli ki sistem bütünüyle İran ve İslam âlemini tarassut altında tutmak üzere kurgulanmış ve birinci derecede güvenliği korunması hedeflenen ülke İsrail'den başkası değil. Meselenin aslı böyle olunca, İsrail'le süren gerginliğin söz konusu sisteme verilen onayı perdeleme, gündemden düşürme gibi fonksiyonel bir değeri de ortaya çıkmış oluyor. Üstelik sistem öyle kritik bir bölgede (Diyarbakır veya Malatya-Muş) kurulmak isteniyor ki, bu, büyük resme bakıp düşündüğümüzde, 1 Mart tezkeresiyle durdurulan Amerikan planının 65 bin askeri mühimmatıyla Mardin'de yerleştirilmesi ve çevresinde bin km'yi sıkı bir biçimde denetleyebilmesi kadar tehlikeli.

Türkiye'nin siparişini verip parasını ödediği İnsansız Hava Aracı teslim edilmiş değildir, edilse bile kodları İsrail'in elinde olacaktır. Ondan aldığın silahlarla İsrail'e kafa tutmakta bir gariplik olmalı.

Türkiye, onlarca ülkenin ısrarlı uyarılarına rağmen OECD üyeliğini onaylarken de İsrail'le gerilimli ilişkiler içindeydi. Kimse, Türkiye'nin niçin veto hakkını kullanmadığını anlayamadı?”

"İsrail'e güç gösterisine ABD destek veriyor"
Bulaç emperyalistlerin AKP’yi bölgede kullandığını, ortada bir liderlik falan bulunmadığını da söylüyor ve bu süreci “ucu belirsiz bir macera” olarak nitelendiriyor. Bulaç yazının devamında, AKP’nin ülkeyi sürüklemekte olduğu felaket için kendi meşrebince uyarılarda bulunuyor:

“Bunlar günün politikasıyla ilgili. Daha uzun vadeden bakıldığında hem içeride hem dışarıda birilerinin Türkiye'yi sonu belirsiz bir maceraya sürüklemek istediğine ilişkin bazı emarelere rastlıyoruz. Bizim görevimiz bunlara dikkat çekmek.

… En gerilimli görünen İsrail politikasının gerisinde ABD ve AB'nin belli çevrelerinin onayı var. Korkum o ki, Türkiye'yi İsrail'e karşı bölgede güç gösterisine teşvik eden bu çevrelerin, iş fiili çatışmaya dönüştüğünde Türkiye'yi yalnız bırakmalarıdır. Her zaman bu kötü niyetle de olmaz. Mesela diyelim ki Obama ve ekibi İsrail'i bölgede daha mutedil sınırlar dahilinde yeni bir tutum almaya zorluyor ve bu konuda Türkiye'nin gücüne ihtiyaç hissediyor. Ama iş ciddiye bindiğinde bakarsınız ki İsrail ve Yahudi lobileri öyle baskın çıkar ki, Obama ve ekibi anında desteğini çeker, Türkiye kendi başına ortada kalır."

Yeni Osmanlı gazına gelmeyelim...
Bulaç yazının devamında, Arabistan ve körfez ülkeleri gibi bazı bölge ülkelerinin de Türkiye’yi liderlik rolüne teşvik ettiklerini söylüyor. Türkiye içinde de benzer bir kesimin olduğunu söyleyen Bulaç şöyle devam ediyor:

“Türkiye'yi bölgesel liderliğe teşvik eden içerideki güçler ise geçen yazıda işaret ettiğim kesimler: Bölge üzerinde hak iddia eden milliyetçiler, milliyetçi-dindarlar, milliyetçiliğinin üstünü "Yeni Osmanlıcılık sosuyla” örtmüş sağcı muhafazakârlar, kendilerine "postmodern sömürge arayan İslamcı aydınlar" vs.

Hayır, bunların tümü yanlış ve tehlikeli. Bir ulus devlet, bir ülke, bir mezhep, bir kavim liderliğe kalkışırsa, diğerleri de hemen karşısında yer alır ve bu sonu gelmez çatışmaları besler.”

Bulaç'ın açıklamalarını nasıl okumak lazım?
Ali Bulaç’ın fikirlerinin çıkış noktası ve vardığı sonuç (Bölgesel İslam birliği) farklı olsa da, yazısında dikkat çektiği bazı gerçeklerin, bu sitede günlerdir yazılanlarla bu kadar benzeşmesi sadece bir tesadüfle açıklanabilir mi?

Bulaç gibi "içeriden" birisinin, özellikle İsrail’le yaşanan gerilimin ardından AKP’nin popülerliğinin bölgede tarihinin en yüksek seviyesine ulaştığı bu günlerde böylesine bir uyarıyı yapmasının anlamı, AKP’ye emperyalizmin tarafından biçilen ‘liderlik’ rolünün, bazı hükümet dostları tarafından bile belli bir rezerv ile karşılanmaya başlaması olarak görülebilir.

Bulaç’ın 2. Cumhuriyet’in temel retoriklerinden biri olan 'bölgesel liderlik' söylemine itiraz etmesi, Erdoğan’ı yalancı çıkarmak (özellikle İsrail başlığında) ve tepki almak pahasına bu yazıyı yazması, aynı zamanda, bugünlerde oldukça popüler olan “liderlik” siyasetinin iç yüzünü ve getireceği tehlikeleri anlamak açısından dikkat çekici bir veri olarak da okunabilir.

(soL -Haber Merkezi)