Sağlık soykırımı

Akif Akalın

Blog: Sınıfın Sağlığı

“Sağlık” ve “soykırım” sözcüklerinin bir gün yan yana gelerek, sağlığın bir soykırım aracı olarak kullanılmasını ifade eden “sağlık soykırımı” (génocide sanitaire) terimini oluşturacağı aklınıza gelir miydi? 1980’li yıllardan beri sağlıkta neler oldu neler… Bir eksik, bir fazla ne fark eder?

Düşünün, filmlerde olduğu gibi 1980’lerde komaya girmiş biri bugün uyanıp, artık hastalara “müşteri” dendiğini, hatta hastalarla ilgili davalarda artık Tüketici Mahkemeleri’nin yetkili olduğunu görse tepkisi nasıl olurdu? Peki, hastane için en kârlı durumun, hastanın ameliyat masasında kalması olduğunu duysa?

Bugün bunlar bize, yavaş yavaş kaynatılan kurbağalara döndüğümüz için artık “olağan” geliyor, fakat herhalde 1970’li yıllarda biri çıkıp, “üniversite hastaneleri zarar ediyor” dese, akıl sağlığından şüphe edilirdi.

SAĞLIK SOYKIRIMI LİTERATÜRE NASIL GİRDİ?

“Sağlık soykırımı” terimini ilk kullananlardan biri, Kaliforniya Devlet Üniversitesi’nden Afrika tarihi profesörü Charles Geshekter. 1990’lardan beri AIDS’in bir “eşcinsel hastalığı” olmadığını anlatabilmek için mücadele eden ve bu konuda çok sayıda bilimsel makalesi bulunan Geshekter, HIV=AIDS hipotezinin, Afrika kıtasına yönelik “sağlık soykırımının” bahanesi olduğunu söylemiş.

Daha sonra “sağlıkta soykırım” terimini, Timothy Evans, Margaret Whitehead, Finn Diderichsen, Abbas Bhuiya ve Meg Wirth editörlüğünde, 2002 yılında Oxford University Press’in yayınladığı “Challenging inequities in health: from ethics to action” başlıklı kitapta görüyoruz.

Kitap içinde “Health Equity in a Globalizing World” bölümünü kaleme alan Lincoln C. Chen ve Giovanni Berlinguer, İngiliz, Fransız, İspanyol, Portekizli… (hepsi oradaydılar!) sömürgecilerin, Amerikan yerlilerini daha önce karşılaşmadıkları çiçek, kızamık ve sarıhumma gibi hastalıklara maruz bırakarak, “sağlık soykırımı” gerçekleştirdiklerini anlatıyor. Bu öyle bir soykırım ki, koskoca kıtada ne kadar insan öldürülmüş olabileceği bugün dahi tahmin edilemiyor.

İLAÇ ŞİRKETLERİ OLMADAN OLMAZ

2000’li yıllarda “sağlık soykırımı” terimi açgözlü kapitalist ilaç şirketlerinin, kârlarını azamileştirme pratiklerini anlatmakta kullanılmış. Örneğin John Christensen ve Khadija Sharife, 8 Aralık 2010’da yayınlanan “Intellectual property: Pharmaceuticals, public health and subtle exploitation” başlıklı makalelerinde, Doha Bildirgesi’ne göre TRIPS anlaşmasının ülkelerin “halk sağlığı” tedbirleri almalarını, gereksindikleri jenerik ilaç üretmelerini önlememesi gerekmesine rağmen, ilaç şirketlerinin geri bıraktırılmış ülkelerin hükumetlerini “rehin” aldıklarını belirtiyor ve bunun “sağlık soykırımı” olduğunu söylüyor.    

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) uzmanı Thabo Seleke de, 3 Aralık 2018’de Sunday Standard’da yayınlanan “Access to Hepatitis C Treatment: A Global Health Problem” başlıklı yazısında, DSÖ’nün 2015 yılında dünyada 130 – 150 milyon insanın Hepatit C virüsüyle enfekte olduğunu açıkladığını belirtmiş ve 2013 sonuna kadar Hepatit C tedavisinde kullanılan pegile interferon ve ribavirinin, masraflı, uygulanması zor, toksik etkileri bulunan ve başarı şansı düşük bir tedavi olduğunu anlatmış.

2014 yılında Amerikan ilaç şirketi Gilead Sciences, 8 – 12 haftada başarı şansı yüzde 90’ın üzerinde olan “doğrudan etkili antiviral” ilaçları (Sofosbuvir) piyasaya kürü 84 bin dolardan sürmüş. Oysa tedavinin maliyeti, yüzde 50 kâr dahil 62 dolarmış. Gilead, aradaki farkın AR-GE masrafı olduğunu iddia ediyormuş. Seleke yazısında, Hepatit C’nin tedavisinin olmasına rağmen, 62 dolarlık ilacın 84 bin dolara satılması yüzünden, 150 milyon kişiden yalnızca 270 bininin tedaviye erişebildiğini belirtiyor ve bu durumu “sağlık soykırımı” olarak ifade ediyor.

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM?

2000’li yıllara damgasını vuran, Dünya Bankası ve IMF patentli “sağlıkta dönüşüm” programlarının öldürücü etkileri görülmeye başlayınca, “sağlık soykırımı” terimi tedavi hizmetleri alanında da kullanılmaya başlamış. Terimi bu alanda ilk kullananlardan biri Yunanistan Hastane Hekimleri Federasyonu Başkanı Dimitris Varnavas. Hikaye şöyle:

American–Hellenic Chamber of Commerce tarafından 19 – 20 Eylül 2013 tarihlerinde düzenlenen 12. Healthworld Konferansı’nda, Yunanistan Ulusal Sağlık Hizmetleri Örgütü (bizdeki SGK’nın karşılığı sayılır) Başkanı Dimitris Kontos, Örgütün halen 6 milyon 171 bin sigortalıya hizmet sunduğunu, ekonomik kriz döneminde 3 milyon 68 bin yurttaşın işini (dolayısıyla sigortasını) yitirdiğini söylemiş.

Fakat bu rakamlar yalnızca formel istihdam kapsamındaki “ücretlileri” yansıtıyormuş. 2010 yılından beri Yunanistan’da çok sayıda işletme kapanmış, işletme sahipleri prim ödeyemez, dolayısıyla sağlık hizmetlerine erişemez duruma düşmüş. Giderek yaygınlaştığı bilinen enformel istihdam, çalışanlara sigorta sağlamıyormuş ve bu kapsamda kaç kişi bulunduğu bilinmiyormuş. 

Toplantıda söz alan diğer konuşmacılar, Kontos’un verdiği 3 milyon rakamının gerçekçi olmadığını, sigortasızların sayısının en az 4 milyon olduğunu, aileler de hesaba katıldığında sigortasız sayısının 6 milyona ulaştığını ifade etmişler. Kantos yorum yapmamayı tercih etmiş. Bunun üzerine Varnavas, 11 milyon nüfuslu Yunanistan’da sağlık hizmetlerine erişemeyen 6 milyon sigortasız yurttaş bulunmasının, ancak “sağlık soykırımı” olarak tanımlanabileceğini ifade etmiş.

Diğer bir örnek, Afrikalı bir hekim olan DSÖ uzmanı Dr. Ernest Nyamato’nun, 15 Ekim 2014’te “I apologize for Ebola” başlıklı, duygu yüklü bir makalesi. “Afrikalı yoldaşlarımdan Ebola’nın yayılmasındaki rolüm için özür dilemek istiyorum” diye başladığı “ironik” yazısında, Ebola salgını ile Nisan 1994’deki “Ruanda Soykırımı” arasında analojiler kuran Nyamato, dünyanın Ebola salgını karşısındaki umursamaz tutumunu “sağlık soykırımı” olarak tanımlamış.

SAĞLIK SOYKIRIMI GENSORU NEDENİ OLDU

Son günlerde komşumuz Bulgaristan’da “sağlık soykırımı” terimi çok sık duyuldu. Geçtiğimiz Ekim ayının son haftasında Bulgaristan Sosyalist Partisi, hükumetin Bulgaristan vatandaşlarına mali yük getiren ve sağlık hizmetlerinin niteliğini iyileştirmeyen sağlık politikalarını “sağlık soykırımı” olarak tanımladı ve Borissov hükumetine karşı gensoru verdi.

Diğer yandan yine Bulgaristan’da bir grup bilim insanı, Bulgaristan Tabipler Birliği’nin Mesleki Etik Komitesi’ne yapılan şikayetleri değerlendirmişler ve şikayetlerden ikisinde müştekilerin, hastanelerdeki muameleyi “sağlık soykırımı” terimini kullanarak ifade ettiklerini belirtmişler.

İşte böyle dostlar. “Gerçek-üstü” bir çağda yaşıyoruz. Daha düne kadar adında hala “devrimci” sözcüğü bulunan bir federasyonun başkanlığını yapan biri, bugün kendilerine asgari ücretin altında artış reva görüldüğü için greve giden İZBAN işçileri için, “Greve gidilmesinin asıl nedeni yerel seçim öncesi İzmir'de ulaşımın felç olması ve büyükşehirin beceriksizlikle suçlanmasıdır, yani politiktir” diyor ve hâlâ adında bulunan “devrimci” sözcüğünü silmeyen o federasyon içinden tek bir kişi çıkıp “bu adama nasıl yıllarca başkan dedik” demiyor… Sağlık ile soykırım sözcükleri yan yana gelmiş, sağlık soykırımı terimini oluşturmuş, çok mu?