Cemaat’in gerçek yüzü: AKP ile ortaklıklarından pişman değiller!

Çağlar Ezikoğlu

Blog: Serbest Kürsü

2008 yılından itibaren dalga dalga gelen Ergenekon soruşturmaları nihayetinde verilen cezalar dün itibariyle Yargıtay tarafından bozuldu ve Ergenekon Terör Örgütü adı altında bir örgüt olmadığı bizzat Yargıtay tarafından hüküm altına alındı. Kamuoyunda Yargıtay’ın vermiş olduğu karar elbet uzunca bir süre tartışılacaktır tartışılmasına, lakin bu kararın ayyuka çıkardığı bir gerçeklik kabak gibi önümüze serilmiş durumda. Bu gerçek, Fethullah Gülen Cemaat’inin Ergenekon ve Balyoz gibi soruşturmalar süresince işlemesine katkıda bulunduğu hukuksuzluğu ve AKP ile ortaklığı hiçbir zaman reddetmediği aksine bile isteye kabullendiğidir. Bugünkü tepkileri anlamak için aslında biraz geçmişe dönmek kafi, meselenin özünün demokrasi olmadığını ve tamamen çıkar odaklı yürüdüğünü anlamak güç olmayacaktır.

Mağdur değil Mağrur olmak istiyorlar

Geçmişe kendi yaşadığım basit bir olaydan başlayayım. Mülkiye’deki lisans eğitimimin son senesinde, fikirlerimin, içimdeki iktidara yönelik muhalefet duygusunun en ateşli olduğu bir dönemde bir televizyon programı ile tanışmıştım. Başkent Televizyonu’nda yani Kanal B’de yayınlanan ‘Genç Düşünce’ programı ile içimdeki biriken duygu ve düşünceleri rahatlıkla dile getirip, ülke gündemini ilgilendiren meselelerde söz söyleme şansına sahip olmuştum. Fakat memleket gündeminin yavaş yavaş karışmaya başladığı, askeri vesayet ile mücadele adı altında Ergenekon soruşturmalarının dalga dalga hissettirdiği yıllardı. Bu dalgalardan birisi, yanlış hatırlamıyorsam 12.dalga ise Kanal B’ye vurmuş, birkaç gün öncesinde yayını gerçekleştirdiğimiz kanal polisler eşliğinde basılmış, basın özgürlüğü ayaklar altına alınarak televizyonun reji odaları dahil bütün odaları polis zoruyla zapt edilmişti. Daha sonra öğrendiğim kadarıyla, odaya giren polislerden birisi, katıldığım programda ismimin de olduğu konuk şemasını inceleyerek ‘örgütünüzün şeması mı bu’ şeklinde garip sorular sormuş. Hayatım boyunca hiçbir örgüte üye olmadım, olmak ister miydim bilmiyorum ama olmadığımdan eminim. Neyse, daha sonra yine çıkmaya devam ettim Kanal B’de programa, lakin üzerimizdeki iktidar baskısını dibine kadar hissederek. İktidara yönelik muhalefet edebileceğimiz her söz kanal üzerinde bir baskı yaratacaktı ve bunu bilerek konuşmak Türkiye’de yıllardır var olmayan basın özgürlüğünün ne kadar da lafta kaldığını anlatıyordu bize. Yani Fethullah Gülen’in adını zikretmeden ‘Okyanus Ötesi mi desek, Pensilvanya’da yaşayan din adamı’mı desek diye kıvrandığımız yıllardı. Üstelik şimdinin mağdurları, bu yaşanan gelişmeleri kayyum atanan televizyon ve gazetelerinde zafer çığlıkları ile kutlamayı tercih ediyordu.

Aslında meselenin özü tam olarak da buydu, AKP iktidarının ülke içinde kurduğu otoriteye paralel biçimde iktidarını güçlendirmek isteyen bir Cemaat vardı karşımızda. Ve Cemaat bu iktidarı tek elde tutmak için AKP iktidarının hukuksuz girişimlerine hem arka çıkıyor hem de şiddetle savunuyordu o süreçte. Şimdilerde ‘Türkiye’de basın özgürlüğü kalmadı’ diye ağlaşan isimler o dönemde gazetecilerin hapse atılmasını ekranlardan büyük bir şevkle anlatıyordu. Peki pişmanlık var mıydı? Bedel ödeyen, Ergenekon’un kasası denip gariban bir şekilde vefat eden, haksız suçlamalarının ağırlığı altında dayanamayıp kafasına silahı dayayıp intihar eden, 75 yaşında hasta yatağında sabahın 5’inde polisleri karşısında bulan, bütün bu insanların yaşadıklarından pişmanlık duydular mı? İşte bugün gördük ki, yok nasıl mı gelin bakalım.

Gücü ve hukuksuzluğu yeniden istiyorlar

Gülen Cemaati mensuplarının esasında AKP ile ortaklıklarından büyük pişmanlık duydukları, AKP’nin dümenine bilinçli olarak su taşımadıklarını, Erdoğan tarafından kandırıldıklarını içeren tonla yazı veya analiz okuyabilirsiniz. Yalnız bu analiz veya yazılar Gülen Cemaati kalemşörleri tarafından değil, yine AKP’nin eski ortaklıklarından olan fakat son dönemde Cemaat ile dayanışan ‘Yetmez Ama Evet’çi liberaller tarafından kaleme alınıyor. Zaman gazetesinden Oda TV davasında Ahmet Şık-Nedim Şener ikilisi için getirilen ‘zoraki özür’ dışında tek bir yazı dahi kaleme alınmamıştır Cemaat mensupları tarafından. Aksine hem Ergenekon hem de Balyoz soruşturmaları ayyuka çıkan bütün usulsüzlükleriyle birlikte sahiplenilmiştir. İşte bu sahiplenilme de, bugün Cemaat mensuplarının sosyal medya hesaplarında rahatlıkla görülecektir. İhsan Yılmaz, Bülent Keneş, Hanım Büşra Erdal, Arzu Yıldız, Hasan Cücük ve benzeri Cemaat mensubu gazeteciler ve yazarlar, Yargıtay’ın vermiş olduğu ve ortaya çıkardığı bütün bu usulsüz yargılamaların hukuksuzluğunu reddediyorlar. Aksine Yargıtay’ın Erdoğan ve AKP kontrolünde olmasından ötürü bu kararın çıktığını ve Ergenekon örgütünün bütün üyeleri ile birlikte var olduğunu tekrar ediyorlar hep bir ağızdan Twitter hesaplarında. Hepsini geçtim, 75 yaşında o hastalığıyla pencerede polisi beklerken gördüğümüz Türkan Saylan onların gözünde hala amansız bir Ergenekoncu.

Bugün sadece Ergenekon soruşturmalarının hukuksuzluğu tescil edilmedi, bu tescil Cemaat’in gerçek yüzünü de bir kez daha gözler önüne serdi. Elbette sivil iktidardaki bu güç değişimi ve Türkiye’deki tek adam rejiminin gözle görünürlülüğünün artması olmasaydı, böyle bir karar ortaya çıkmazdı. Lakin kararın ortaya çıkardığı gerçeği göz ardı edemeyiz. Bu karardan memnun olmayanlar, Ergenekon ve KCK gibi soruşturmalarla Türkiye’de ortaya çıkan kurumsal hukuksuzluğun mekanizma olarak varlığından rahatsız değiller, tek dertleri bu mekanizmanın ‘tek adam’ tarafından idare ettirilmesi. Bugün sosyal medyadaki Cemaat hesaplarının ‘keser döner sap döner’ minvalindeki intikam kokan mesajları herhalde bu gerçeğin en bariz örneklerinden olsa gerek…

Çağlar Ezikoğlu

Aberystwyth Üniversitesi

Uluslararası Siyaset Departmanı

Araştırma Görevlisi ve Doktora Adayı