Doların yükselişinin durdurulamamasının 4 nedeni

Pandemi sonrası ülkeden sermaye çıkışının artması; ihracat ve turizm gibi ana döviz kaynaklarının halihazırda kuruması; TCMB’nin devam eden genişleyici para politikası ve son olarak AKP kurmaylarının kısa vadeli dolar finansmanı sağlayacak swap (takas) hatları kurmaya dönük çabalamalarının sonuçsuz kalmasını kurlardaki bu son hareketin güncel, 4 ana belirleyeni olarak görünüyor.

Mehmet Tuna Doğan

Türkiye kapitalizminin artan dengesizliklerinin üzerine pandemi şokunun binmesiyle finansal piyasalarda da oynaklık belirgin derecede arttı ve Türk Lirası’nın özellikle Dolar ve Avro karşısındaki değer kayıpları sert şekilde hızlanmaya başladı.

Dolar/TL kurundaki yılbaşından bu yana yaşanan yükseliş bu yazı kaleme alınırken %20’ler seviyesine ulaşmıştı. Bu, Meksika, Rusya vb. petrol/emtia ihracatçısı ülke para birimlerinin yaşadığı değer kayıplarıyla yarışır, yer yer onları geçen bir düzey. Kur seviye olarak ise 2018 Ağustos’taki Brunson krizi zirvelerini de aşmış vaziyette.

Şüphesiz kurlardaki son dalgalanmalar AKP iktidarını hırpalıyor. Ancak daha önemlisi milyonlarca emekçinin durumu. Mevcut seviyelerle ülkede asgari ücret 320 dolar seviyesine kadar inmiş durumda. Asgari ücretli emekçinin yevmiyesi 10 doların biraz üzerindeyken; 8 saatlik işgünü üzerinden, saatlik kazancı ise 1,3 dolara kadar geriledi. Uzun lafın kısası, biz, kur hareketlerine baktığımızda her şeyden önce kapitalizmin ücretli emeğe giderek derinleşen kölelik koşullarından başka bir şey vadetmediğini bir kez daha görüyoruz. Canı en çok yanan yine emekçiler, işçi sınıfı.

Diğer taraftan unutulmaması gereken bir şey var, AKP bu oyunun tek oyuncusu değil. Asıl başrol oyuncusu yatırımcı güveni, bağımsız merkez bankası, sıkı maliye politikası çıpası, uluslararası kurumlarla uyum ve işbirliği, öngörülebilirlik vb. süslü kavramların ardındaki ‘serbest piyasanın görünmez eli’.

Bu söylenenlerin üzerine kurlardaki yaşanan son dalgalanmaların ardında ne var diye bakacak olursak: Pandemi sonrası az gelişmiş kapitalist ülkelerden sermaye çıkışları; Türkiye’nin mal ihracatı ve turizm gibi ana döviz kaynaklarının halihazırda kuruması; TCMB’nin devam eden genişleyici para politikası ve son olarak AKP kurmaylarının kısa vadeli dolar finansmanı sağlayacak swap (takas) hatları kurmaya dönük çabalamalarının sonuçsuz kalmasını kurlardaki bu son hareketin güncel, 4 ana belirleyeni olarak görüyoruz.

1. Pandeminin küresel finansal piyasalarda yarattığı oynaklığın tarihi seviyelere ulaşmasıyla sermaye ‘güvenli limanlarına’ çekilme eğilimine girmiştir. Bunun bir yüzü emperyalist devletlerin para birimlerine, borçlanma kâğıtlarına talebin büyümesi, diğer yüzü ise buna mukabil az gelişmiş bağımlı kapitalist ülkelerden sermaye çıkışlarının artmasıdır. Sonuçta büyüyen taleple ABD doları ve borçlanma kâğıtları kıymetlenmiş, ABD’nin devlet borçlanma senetlerinin faizi tarihi düşük seviyelere inmiştir. Karşısındaysa bağımlı kapitalist ülke para birimleri şiddetli değer kayıpları yaşamıştır. Ekonomisi petrol vb. emtia ihracatına doğrudan bağımlı ülkeler bu depremden daha fazla nasiplenmiştir. IMF, Nisan ortasında yayınlanan raporunda, 21 Ocak’tan itibaren az gelişmiş kapitalist ülkelerden yaşanan portföy çıkışlarının çoktan 2008-09 krizi seviyelerini aştığını not etmektedir.

2. Mal ihracatı ve turizm, kronik döviz açığı üreten Türkiye kapitalizminin iki önemli döviz kaynağıdır ve pandemiyle gelen izolasyon koşulları bu iki kaynağa emsalsiz bir darbe indirmiştir. İhracatçı burjuvazinin örgütü Türkiye İhracatçılar Meclisi, ihracatta Nisan’da %40 azalış duyurmaktadır. Otomotiv başta ana ihracatçı iş kollarında üretim 11 Mayıs’ta başlayacaktır, ancak toparlanmanın ne boyutta olacağı ve buradan döviz akımının ne zaman başlayacağı belirsizdir. AB Komisyonu tüm yıl için Türkiye’nin mal ve hizmet ihracatında %25’in bir miktar üzerinde azalış beklentisindedir. Bu, 2019’un mal ve hizmet ihracatında 234 milyardan 58-60 milyara yakın bir gelir kaybına tekabül ediyor. Turizm sektörününse bu yıl hayata dönme olasılığı bulunmamaktadır.

3. TCMB’nin bu süreçte ikili bir rolü bulunmaktadır. Bir yandan kredi kanallarını açmak maksadıyla Banka genel faiz seviyesini -bir noktadan sonra zorlayıcı şekilde- indirmiştir. Temmuz 2019’da piyasalara %24 faizle kısa vadeli lira fonlaması sağlayan Merkez Bankası bu oranı Mayıs 2020 itibariyle %8,75’e kadar düşürmüştür. Buna ek olarak Banka pandemi şokuna karşı 31 Mart itibariyle bilançosunu genişletme adımlarına başlamıştır. Bu kapsamda bankaların elinde tuttuğu devlet borç senetlerini almakta, karşılığında bankalara lira sağlamaktadır. Bu başlıkta Merkez Bankası menkul kıymet portföyünü 31 Mart-5 Mayıs arasında 24 milyar liradan 61 milyar liraya kadar artırmıştır.

İkinci olaraksa, TCMB’nin dolar kurunu belirli seviyelerde tutmak için, piyasaya satılmak üzere kamu bankalarına kapı arkasından döviz temin etmesi, bunun rezervlerde yarattığı erimeyi swap benzeri kısa vadeli finansmanlarla makyajlaması içeride ve dışarıda mizah konusu olmuştur. İşin bu ikinci boyutu da lirayı amaçlananın tersi istikamette zayıflatmaktadır, zira sermaye, merkez bankası bağımsızlığı mottosu ile tam ve koşulsuz biat talebini dillendirmektedir.

4. Son olarak, Türkiye kapitalizmi kısa vadede sönümleneceğini varsaydığı pandemi şokunun akut hale getirdiği döviz ihtiyacını ABD merkez bankası Fed ile swap hattı (dolar-lira takası) ile aşma gayretindeydi. 5 Mayıs itibariyle basına düşen haberler umutların şimdilik suya düştüğüne, ABD’nin, Türkiye kapitalizminin temsilcilerine ‘sistemik önemi olmayan ve güven vermeyen bir partner olduğu’ hatırlatmasını yaptığına işaret ediyor.