Bugün 29 Ekim ‘kan damlar yüreğime...’

1923’de silahla kurulan cumhuriyet ile, 2013 Ekim’indeki cumhuriyetin ortak paydası var mıdır acaba? Buradan bakılınca pek yokmuş gibi geliyor hepinize, biliyorum. Çünkü birinci cumhuriyet topyekün bir savaşla kurulmuş, bağımsızlıkçı yanı gelişkin, Tevfik Fikret’in bir şiirinde söylediği gibi “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller istiyordu ve bunun için de gerekli önlemleri almıştı.

1946’dan sonraki cumhuriyet (buna ikinci cumhuriyet diyorum ben), ağa-patron ilişkisine yenik düşmüş ve Köy Enstitüleri başta olmak üzere, birinci cumhuriyetin kendisini var ettiği yeni kurum ve yapılara saldırarak, onları tasfiyeye girişmişti.

2002’den itibaren haraketlenen ve tabir yerinde olursa üçüncü cumhuriyet diyebileceğimiz ve akepe ile başlayan süreç, ikinci cumhuriyetin bütün gerici kalkışmalarına karşın, yarımyamalak da olsa, birinci cumhuriyetten günümüze taşıdığı her aydınlık, aydınlanmacı değerin karşısında konumlanmış ve hem birinci cumhuriyetin hem de ikinci cumhuriyetin yasalarla korumaya çalıştığı laik, aydınlanmacı değerleri tümden tasfiyeye girişmiştir. Aydınlanma değerlerini toplumun dışında, bize ait olmayan “ecnebi işi” gereksizlikler olarak görüyorlar, her ne kadar bunun aksini iddia ediyor olsalar da.

Aydınlanma değerleri dediğimiz değerler silsilesi elbette soyut bir toplam değildir. Hayatlarımıza çarpan somut değerlerdir. Sözgelimi masada oturuşumuzdan çatal bıçak kullanışımıza, meydanlarda toplanabilme irademizden sokakta yürüyüşümüze, hangi okulda eğitim aldığımızdan ne giyindiğimize, çocuğumuza nasıl davrandığımızdan annemizle ilişkimize, ne okuduğumuzdan neler yazdığımıza, eğitim sisteminden din ilişkisine kadar aklınıza gelebilecek neredeyse her şey, aydınlanmanın hayatlarımıza sunduğu öğrenilmiş değerlerin bir kısmıdır. Peki bu değerlerin toplumsal düzlemde yaşanır hale gelmesi için neden amansız mücadele vermişti bizden öncekiler? Çünkü dogmayla mücadelenin bir aracı olarak görüyorlardı aydınlanma değerlerini. Hurafeye pek düşkün eski zaman gericileri (doğal olarak şimdikilerin atalarıdır) hayatı yaşanamaz kılmışlardı (tıpkı şimdilerde olduğu gibi)…

Hatırlayınız, ondokuzuncu yüzyılın sonları ve yirminci yüzyılın başlarında Osmanlı’yı yönetenlerin teslimiyetçi ve kendi iktidar alanları dışındaki herşeyi reddeden, herşeye düşman tutumlarını... İktidarlarını sağlamlaştırmak için bütün bir imparatorluk sınırları içinde öngördükleri baskıları hatırlayın. Yaptıkları bütün pisliklere bir din kılıfı arar ve bulurlardı. Fetva verenleri çoktu. Yurtseverlerin bütünü “vatan haini” ilan edilmişti bu fetvacılar sayesinde. Batı’nın yüzlerce yıl boyunca biriktirdiği çağdaş değerlere tamamen kapalı bir din devleti olan imparatorluk, iş Batı’dan nemalanmaya gelince, ordularını dağıtmak, her milliyetten insanını kapitalistlere satmak, koca imparatorluğun dağılmasına çanak tutmak, kısacası kendi iktidarları dışında kalan herşeye karşı umursamaz bir tutum alabiliyorlardı.

Sosyalistler, komünistler bir iktidar alternatifi olmanın çok uzağındaydılar. Bildiğiniz gibi TKP 1920’nin 10 Eylül’ünde kurulmuş ve kurulur kurulmaz Anadolu’daki milli mücadeleyi destekleme kararı almıştı. Ayrıca milli mücadeleye komünist birliklerin katıldığını da hepimiz biliriz. Çünkü o gün de komünistler, gelecek güzel günlerin, ancak aydınlık dünyalara açılan günler olduğunu tespit etmişlerdi. İmparatorluktan ardakalan topraklarda savaşan milisleri “onlar burjuva devrimcileridir ve burjuva bir cumhuriyet kuracaklar, bu da bizi ilgilendirmez” diye terslememiş, aksine bu savaşı karanlıkla savaşımın bir aracı olarak görmüş ve sonuna kadar desteklemişlerdi.

Bugün ülkemize bakın şöyle bir, ağır aksak, yaralı bereli de olsa, çağdaş dünya değerleri ile örtüşen ne varsa hayatlarımızda, pekçoğunu o savaşlar ve cumhuriyet sürecinde kazandı bu yurdun insanları. Çünkü cumhuriyet, karanlıkla mücadelenin zaferiydi. Çünkü cumhuriyet tarihin tekerleğinin ileriye doğru hareketiydi ve Anadolu insanının ileriye sıçrayışı... İşte bugün yeniden, o değerlerin bütünü dinci/faşist grupların saldırısı altındadır. Saldırı altında olan doğal ki yalnızca siyasanın değerleri değildir, kültürel ve sanatsal olan ve hatta yaşamsal olan herşey o saldırıdan payına düşeni almaktadır. Bu koşullar altında sosyalistler ve sosyalist bir kültür insanı olan bu satırların yazarı ne yapmalıdır, ne yapmalıyım?

2013 senesinin Ekim ayından geçerken düşünüyorum, cumhuriyeti savunmak dışında bir seçeneğim var mıdır? Bugünün Türkiye’sinde saldırı altında olanlar kimlerdir ve daha kimlere yönelecektir bu saldırı. O zaman bir kez daha şimşekler çakıyor aklımda, saldırı altında olan bizleriz geleceği, aşkın ve insanın billurlaşmış emeğine yaslamak isteyen bizler herşeyi din merkezli düşünmeyen on milyonlarca insan yani...

Bugün, bu on milyonlarca insanın (sosyalist ve komünistler dahil) cumhuriyeti ve aydınlanma değerlerini savunmak dışında bir seçeneği ne yazık ki kalmamıştır. Bunun aksi her tutumda “kan damlıyor yüreğime...”