Müzakereler Ukrayna'daki savaşı sona erdirebilir miydi?

Putin ve Zelensky, savaşı sona erdirmek için geniş kapsamlı tavizleri değerlendirme yönündeki karşılıklı isteklilikleriyle herkesi şaşırttı. Önümüzdeki günlerde de herkesi tekrar şaşırtabilirler.

Samuel Charap, Sergey Radchenko

Geçtiğimiz günlerde ABD menşeili uluslararası ilişkiler ve siyasetbilimi dergisi Foreign Affairs'ta, Şubat 2022'den beri devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı'nın hemen başlarında Belarus ve Türkiye'de gerçekleştilen "barış müzakerelerine" atıfla, savaşın aslında diplomatik faaliyetle sona erme ihtimalinin bir vakitler yüksek olduğu ancak müzakerelerin akamete uğramış ya da uğratılmış olduğuna dair bir yazı1 yayımlandı.

Sürecin başından bu yana savaşın sona ermesine yönelik yürütülen görüşmelere, pazarlık masalarına, bunların sonuçsuz kalmasının sebeplerine dair yazan gazetecileri "Putinci" olmakla itham eden önemli Batılı kaynaklardan birinde böyle bir yazının yayımlanmış olması Ukrayna’daki belirsizlikleri “bir yere” bağlama arayışlarının güçlendiğine işaret olabilir.

Öte yandan, iki yıldır savaş borularını son perdeden çalarak Rusya'yla diplomatik ilişkileri kötürüm bırakan devletlerin bunu "barışa götüren diplomasinin gizlenmiş tarihi" biçiminde sunmasının, bunun tersi bir imaj yaratmak ve kamuoyunu incelikli bir şekilde hazırlamakla ilgili olduğunu da söyleyebiliriz. Yazıyı bu gözle okumakta fayda olduğunu hatırlatarak ilginize sunuyoruz.

Çeviri: Nagihan Çakır

24 Şubat 2022 gününün erken saatlerinde Rus Hava Kuvvetleri Ukrayna kıyılarını vurdu. Aynı anda Moskova piyade erleri ve zırhlıları kuzeyden, doğudan ve güneyden ülkeye akın etmeye başladı. İlerleyen günlerde Ruslar Kiev'i kuşatma girişiminde bulundu.

Ukrayna'nın yenilip Rusya'nın kontrolüne girmesiyle sonuçlanabilecek bir işgalin ilk günleri ve haftalarıydı bunlar. Geriye dönüp bakıldığında bunun gerçekleşmemiş olması âdeta mucize.

Savaş alanında olanlar nispeten anlaşıldı. Pek anlaşılmayan ise, Moskova, Kiev ve bir dizi başka aktörün dahil olduğu, eş zamanlı yürütülen ve savaş başladıktan birkaç hafta sonra uzlaşmayla sonuçlanabilecek yoğun diplomatik faaliyet oldu.

Mart 2022'nin sonuna gelindiğinde, Belarus ve Türkiye'de gerçekleştirilen bir dizi yüz yüze toplantı ve video konferans görüşmesi, uzlaşı için bir çerçeve niteliğinde olan İstanbul Bildirisi'yle sonuçlanmıştı. Ardından, Ukraynalı ve Rus müzakereciler bir anlaşma metni üzerinde çalışmaya başladı ve önemli bir ilerleme kaydetti. Ancak mayıs ayında müzakere süreci koptu. Savaş şiddetlenerek devam etti, o zamandan bu yana da her iki tarafta on binlerce kişinin hayatına mâl oldu.

Peki ne oldu? Taraflar savaşı sona erdirmeye ne kadar yakındı? Nasıl oldu da bir uzlaşmaya varamadılar?

Savaşın genellikle gözden kaçan fakat hayati önemde olan bu bölümüne ışık tutmak için, iki taraf arasında yapılan ve bazı ayrıntıları daha önce bildirilmemiş olan anlaşma taslaklarını inceledik. Ayrıca, görüşmelere katılan birçok katılımcı ile, o dönemde önemli Batılı hükümetlerde görev yapan ve hassas konuları konuşabilmek için isimlerini vermediğimiz yetkililerle de röportajlar yaptık. Ek olarak, müzakereler sırasında görev yapan Ukraynalı ve Rus yetkililerin hem o döneme ait hem de daha güncel olan çok sayıda röportajını ve açıklamalarını inceledik. Bunların çoğu YouTube'da mevcut ancak İngilizce değil, bu nedenle de Batı'da yaygın olarak bilinmiyor. Son olarak, işgalin başlangıcından müzakerelerin kesildiği mayıs sonuna kadar gerçekleşen olayları kronolojik olarak inceledik. Tüm parçaları bir araya getirdiğimizde, karşımıza çıkan şey şaşırtıcı; üstelik, savaşı sona erdirmek üzere ileride gerçekleştirilecek diplomatik çabalara da mühim etkileri olabilir.

Kimi gözlemciler ve yetkililer (Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin dahil), savaşı sona erdirecek bir anlaşmanın masada olduğunu, ancak Ukraynalıların Batılı patronlarından ve Ukrayna'dan gelen baskılar ile Kiev'in Rusya'nın askeri zayıflığına dair kibirli varsayımları nedeniyle bu anlaşmadan uzaklaştığını iddia ediyor. Kimileri de, tarafların yalnızca önergeleri değerlendirip savaş alanında yeni ittifaklar kurmak için zaman kazanmaya çalıştığını veya taslak anlaşmaların ciddi olmadığını iddia ederek müzakerelerin önemini tamamen yoksayıyor.

Bu yorumların kimi doğru yanları olabilir ancak aydınlattığından daha fazlasını da gizliyor. Ortada elle tutulur bir kanıt yok, basit açıklamalara bile meydan okuyan bir hikâye bu. Dahası, bunun gibi, her şeyi tek bir nedene bağlayan açıklamalar, geriye dönüp bakıldığında olağanüstü görünen bir gerçeği örtbas ediyor: Moskova'nın emsalsiz saldırganlığı sürerken, Ruslar ve Ukraynalılar, savaşı sona erdirerek Ukrayna'ya çok taraflı güvenlik garantileri sağlayacak, kalıcı tarafsızlığa ve, ilerleyen süreçte, AB üyeliğine giden yolu döşeyecek bir anlaşmayı karara bağlamak üzerelerdi.

Gelgelelim, birtakım nedenlerden dolayı nihai bir anlaşma sağlanamamış oldu. Kiev'in Batılı ortakları Rusya ile, hele de Ukrayna'nın güvenliğini sağlamaya yönelik, yeni taahhütler yaratacak bir müzakereye pek yanaşmıyordu. Ukrayna halkının öfkesi, Rusların Irpin ve Buça'da sebep olduğu vahşetin ortaya çıkmasıyla pekişti. Rusya'nın Kiev kuşatması başarısızlıkla sonuçlanınca, Başkan Volodimir Zelenskiy, Batı'nın yeterli desteğiyle savaşı savaş alanında kazanabileceğine inanmaya başladı. Son olarak, tarafların güvenlik mimarisi konusunda uzun süredir devam eden anlaşmazlıkları çözme çabaları, savaşa çözüm ve kalıcı bölgesel istikrar getirme ihtimalini barındırıyor olsa da, dereyi görmeden paçayı sıvamışlardı. Basit bir ateşkesin bile imkânsız olduğu anlaşıldığı hâlde kapsayıcı bir anlaşmaya varmaya çalıştılar.

Müzakere ihtimalinin düşük göründüğü ve taraflar arasındaki ilişkilerin neredeyse yok olduğu günümüze geldiğimizde, 2022 baharında gerçekleştirilen müzakereler, mevcut koşullara dair pek fikir vermiyor. Ancak Putin ve Zelensky, savaşı sona erdirmek için geniş kapsamlı tavizleri değerlendirme yönündeki karşılıklı isteklilikleriyle herkesi şaşırttı. Önümüzdeki günlerde de herkesi tekrar şaşırtabilirler.

Güvence mi garanti mi?

Peki, Ruslar Ukrayna'yı işgal ederek neyi amaçladılar? 24 Şubat 2022'de Putin, ülkenin "Nazilerden arındırılması" şeklindeki muğlak hedeften bahsederek işgali meşrulaştıran bir konuşma yapmıştı. "Nazilerden arındırma"nın en makul yorumu, Putin'in Kiev'deki hükümeti devirmeye çalışması, muhtemelen bu süreçte Zelensky'yi öldürmesi veya ele geçirmesiydi.

Ancak işgalin başlamasından günler sonra Moskova uzlaşma zemini aramaya başladı. Putin'in çantada keklik olarak gördüğü bir savaş tam aksi bir hâl almaya başlamıştı, müzakereye açık olunduğuna dair bu erken ifade de, Putin'in rejim değişikliği fikrinden çoktan vazgeçtiğini gösteriyordu. Zelensky, savaştan önce de olduğu gibi, Putin'le özel görüşme isteğini dile getirdi. Putin, Zelensky ile doğrudan konuşmayı reddetmesine rağmen bir müzakere ekibi tayin etti. Arabuluculuk rolünü de Belarus Cumhurbaşkanı Aleksandr Lukaşenko üstlendi.

Müzakereler 28 Şubat'ta Lukaşenko'nun Belarus-Ukrayna sınırına yaklaşık 50 kilometre uzaklıktaki Liaskavichy köyü yakınındaki büyük sayfiye konutlarından birinde başladı. Zelensky'nin siyasi partisinin parlamento lideri David Arakhamia başkanlığındaki Ukrayna heyetinde Savunma Bakanı Oleksii Reznikov, Cumhurbaşkanı Danışmanı Mihail Podolyak ve diğer üst düzey yetkililer yer aldı. Rus heyetine ise daha önce kültür bakanı olarak görev yapmış olan, Rusya Devlet Başkanı'nın kıdemli danışmanlarından Vladimir Medinsky başkanlık ediyordu. Heyette ayrıca savunma ve dışişleri bakan yardımcıları da bulunuyordu.

İlk toplantıda Ruslar, Ukrayna'nın teslim olmasını talep eden bir dizi sert koşulu sundu. Ancak hiç şansları yoktu. Moskova'nın savaş alanındaki konumu kötüleşmeye devam ettikçe müzakere masasındaki konumunda eskisi kadar talepkâr olamamaya başladı. Böylece, 3 Mart ve 7 Mart tarihlerinde taraflar, bu kez Polonya sınırının hemen karşısındaki Beyaz Rusya'nın Kamyanyuki şehrinde ikinci ve üçüncü tur görüşmeleri gerçekleştirdiler. Ukrayna heyeti kendi taleplerini sundu: derhal ateşkes ve sivillerin savaş bölgesini güvenli bir şekilde terk etmelerine olanak sağlayacak insani koridorların kurulması. Belli ki, Ruslar ve Ukraynalılar taslakları ilk kez üçüncü tur görüşmelerinde incelediler. Medinsky'ye göre bunlar, Medinsky heyetinin Moskova'dan getirdiği ve muhtemelen Moskova'nın Ukrayna'nın tarafsız statüsü konusundaki ısrarını yansıtan Rus taslaklarıydı.

Bu noktada, heyetler Zoom üzerinden görüşmeye devam ettiler fakat yüz yüze görüşmelere yaklaşık üç hafta ara verildi. Bu görüş alışverişlerinde Ukraynalılar, savaşın sonuna ilişkin öngörülerinin merkezinde yer alacak olan konuya odaklanmaya başladı: Rusya'nın ileride tekrar saldırması durumunda diğer devletleri Ukrayna'yı savunmaya mecbur edecek güvenlik garantileri. Kiev'in bu konuyu Ruslarla veya Batılı ülkelerle yaptığı müzakerelerde ilk kez ne zaman gündeme getirdiği tam olarak bilinmiyor. Ancak 10 Mart'ta, o sırada Antalya'da bulunan Ukrayna Dışişleri Bakanı Dimitro Kuleba, Rus mevkidaşı Sergey Lavrov ile yaptığı görüşmede Ukrayna için "sistematik, sürdürülebilir bir çözümden" bahsetti ve Ukraynalıların NATO üyesi ülkelerden ve Rusya'dan almayı umduğu garantileri "görüşmeye hazır" olduğunu ekledi.

Kuleba'nın aklındaki, çok taraflı bir güvenlik garantisi gibi görünüyordu; bu da, rakip güçlerin, genellikle garantörlerden herhangi biriyle bağlantısız kalması koşuluyla, üçüncü bir devletin güvenliğini taahhüt ettiği bir düzenlemeydi. Bu tür anlaşmalar Soğuk Savaş sonrasında genellikle tercih edilmez olmuştu. NATO gibi ittifaklar, ortak bir düşmana karşı kolektif savunmayı sürdürmeyi amaçlarken, çok taraflı güvenlik garantileri ise, garantörler arasında garanti edilen devletin uyumu konusunda çatışmaları önlemek ve dolayısıyla o devletin güvenliğini sağlamak amacıyla tasarlanıyor.

Ukrayna bu tür bir anlaşmanın daha yumuşak bir versiyonuyla acı bir deneyim yaşamıştı: garanti yerine, çok taraflı güvenlik güvencesiyle. 1994 yılında, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması'na nükleer silahlara sahip olmayan bir devlet olarak katılarak, Budapeşte Memorandumu'nu imzaladı ve o zamanlar dünyanın üçüncü en büyük silah cephaneliğinden vazgeçmeyi kabul etti. Karşılığında da Rusya, İngiltere ve ABD Ukrayna'ya saldırmayacaklarına söz verdiler. Ancak yaygın bir yanlış anlamanın aksine, Ukrayna'ya yönelik bir saldırı durumunda anlaşma, imzacıların ülkenin savunmasına gelmelerini değil, yalnızca BM Güvenlik Konseyi'ni toplamalarını şart koşuyordu.

Rusya'nın geniş çaplı işgali ve Ukrayna'nın kendi başına varoluşsal bir savaş yürüttüğü gerçeği, Kiev'i hem saldırganlığa son vermenin hem de bunun bir daha asla yaşanmamasını sağlamanın bir yolunu bulmaya yöneltti. 14 Mart'ta iki delegasyon Zoom üzerinden görüşürken Zelensky, Telegram kanalında "Budapeşte'dekiler gibi olmayan" "normal, etkili güvenlik garantileri" imzalama çağrısında bulunan bir mesaj yayımladı. İki gün sonra Ukraynalı gazetecilerle yaptığı röportajda danışmanı Podolyak, Kiev'in aradığı şeyin, "imzacıların . . . şu anda da mevzubahis olduğu gibi, Ukrayna'ya bir saldırı gerçekleştiğinde kenara çekilmemelerini sağlayacak mutlak güvenlik garantileri olduğunu" söyledi. "Bunun yerine, bir çatışma durumunda Ukrayna'nın savunulmasında aktif rol alacaklardı."

Ukrayna'nın yeniden kendi hâline bırakılmak istememesi anlaşılabilir. Kiev, gelecekteki güvenliği için Rusya'nın iyi niyetinden daha güvenilir bir mekanizmaya sahip olmak istiyordu (hâlâ da istiyor). Ancak garanti almak zor olacaktı. Müzakarelerin yapıldığı sırada İsrail Başbakanı olan Naftali Bennett, iki taraf arasında aktif olarak arabuluculuk yapıyordu. Şubat 2023'te gazeteci Hanoch Daum ile yaptığı, internette yayımlanan röportajda, Zelensky'yi güvenlik garantileri sorununa takılıp kalmaktan caydırmaya çalıştığını hatırlattı. "Brooklyn Köprüsü'nü yoldan geçen birine satmaya çalışan bir adamla ilgili bir şaka var" diye açıkladı Bennett. "Dedim ki: 'Peki, Amerika size garanti verecek mi? Rusya'nın bir şeyi ihlal etmesi durumunda birkaç yıl içinde asker göndereceğini taahhüt edecek mi? Hele de Afganistan'dan ayrılmışken?' 'Volodimir,' dedim, 'vermezler.'"

Daha açık ifade etmek gerekirse: Eğer ABD ve müttefikleri savaştan önce Ukrayna'ya bu tür garantiler (örneğin NATO üyeliği şeklinde) vermek istemiyorsa, Rusya Ukrayna'ya saldırmak istediğini bu kadar aşikar bir şekilde gösterdikten sonra neden yapsındı ki bunu? Ukraynalı müzakereciler bu soruya bir yanıt verdi ancak sonuçta bu, riskten kaçınan Batılı meslektaşlarını ikna edemedi. Kiev'in tutumu, yeni ortaya çıkan garanti kavramının ima ettiği gibi, Rusya'nın da garantör olacağı yönündeydi; bu da, yeniden saldırması durumunda diğer garantörlerin müdahale etmek zorunda kalacağı konusunda Moskova'nın esasen mutabakata vardığı anlamına geliyordu. Başka bir deyişle, eğer Moskova ileride Ukrayna'ya yapılacak herhangi bir saldırının Rusya ile ABD arasında bir savaş anlamına geleceğini kabul ederse, bir NATO müttefikine saldırmaya ne kadar meyilliyse, Ukrayna'ya da yeniden saldırmaya o kadar meyilli olacaktı.

İlerleme

Mart ayı boyunca tüm cephelerde yoğun çatışmalar devam etti. Ruslar Çernigov, Harkov ve Sumi'yi almaya çalıştı ancak üç şehir de ağır hasar almasına rağmen inanılmaz bir başarısızlığa uğradı. Mart ortasına gelindiğinde, Rus ordusunun Kiev'e doğru ilerlemesi durmuştu, ağır kayıplar veriyordu. İki heyet de video konferans yoluyla görüşmeleri sürdürdü fakat 29 Mart'ta, bu defa İstanbul'da, yüz yüze görüşmeye döndü.

Bu noktada bir ilerleme kaydetmiş görünüyorlardı. Toplantının ardından taraflar ortak bir bildiri üzerinde anlaştıklarını açıkladı. Şartlar, iki tarafın da İstanbul'daki basın açıklamalarında geniş bir şekilde açıklandı. Ancak biz "Ukrayna'nın Güvenlik Garantilerine İlişkin Anlaşmanın Temel Hükümleri" başlıklı bildiri taslağının tam metninin bir kopyasını da edindik. Görüştüğümüz katılımcılara göre, bildiri taslağını büyük ölçüde Ukraynalılar hazırlamış, Ruslar da bunun bir anlaşma çerçevesi olarak kullanılması fikrini geçici olarak kabul etmişti.

Bildiride öngörülen anlaşma, Ukrayna'nın kalıcı olarak tarafsız, nükleer olmayan bir devlet olduğunu ilan edecekti. Yine Ukrayna, askeri ittifaklara katılma veya topraklarında yabancı askeri üs ya da birliklerin bulunmasına izin verme niyetinden vazgeçecektir. Bildiride olası garantörler ise Kanada, Almanya, İsrail, İtalya, Polonya ve Türkiye'nin yanı sıra, BM Güvenlik Konseyi'nin (Rusya dahil) daimi üyelerinden oluşuyor.

Bildiride ayrıca, Ukrayna'nın saldırıya uğraması ve yardım talep etmesi durumunda, tüm garantör devletlerin, Ukrayna ile ve kendi aralarında istişarelerin ardından, güvenliğinin yeniden sağlanması için Ukrayna'ya yardım sağlamakla yükümlü olacağı belirtiliyordu. Şurası dikkat çekici ki, bu yükümlülükler NATO'nun, uçuşa yasak bölge dayatmak, silah sağlamak veya garantör devletin kendi askeri gücüne doğrudan müdahale etmeyi içeren 5. Maddesi'nden çok daha net bir şekilde ifade edilmişti.

Önerilen çerçeve kapsamında Ukrayna kalıcı olarak tarafsız kalacak olsa da, Kiev'in AB üyeliğine giden yolu açık bırakılacak ve garantör devletler (Rusya dahil) "Ukrayna'nın Avrupa Birliği üyeliğini kolaylaştırma niyetlerini açıkça teyit edecek"ti. Bu olağandışı bir durumdu: 2013 yılında Putin, Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç'e, AB ile imzalanan ortaklık anlaşmasından vazgeçmesi için yoğun bir baskı uygulamışken, bugün Rusya Ukrayna'nın AB'ye tam katılımını "kolaylaştırmayı" kabul ediyordu artık.

Ukrayna'nın bu güvenlik garantilerini alma konusundaki menfaati açık olmasına rağmen, Rusya'nın bunları kabul etme gerekçesi açık değil. Daha haftalar önce Putin, Ukrayna'nın başkentini ele geçirmeye, hükümetini devirmeye ve kukla bir rejim uygulamaya kalkışmıştı. Putin'in kendi eylemleri yüzünden artık Rusya'ya her zamankinden daha düşman olan Ukrayna'nın AB üyesi olmasını, bağımsızlığının ve güvenliğinin ABD (ve başka ülkeler) tarafından garanti altına alınmasını birdenbire kabul etmeye karar vermesi pek mantıklı görünmüyor. Ancak bildiriye bakılırsa, Putin'in kabul etmeye yanaştığı şey tam olarak buydu.

Nedenine dair ancak tahminde bulunabiliriz. Bir kere, Putin'in yıldırım harekatı başarısız olmuştu, mart ayına gelindiğinde bu artık ortadaydı. Belki de, Ukrayna'nın NATO hedeflerinden vazgeçmesi ve kendi topraklarında asla NATO güçlerine ev sahipliği yapmaması yönündeki uzun süredir devam eden talebinin yerine getirilmesiyle, uğradığı zararı daha da büyümeden durdurmak niyetindeydi. Böylece, ülkenin tamamını kontrol edemese bile en azından en temel güvenlik çıkarlarını güvence altına alabilir, Rusya ekonomisindeki kan kaybını durdurabilir ve ülkenin uluslararası itibarını geri kazanabilirdi.

Bildiri ayrıca geçmişe bakıldığında çarpıcı olan başka bir hükmü de içeriyor, ki o da şu: Bildiri, iki tarafa da önümüzdeki 10 ila 15 yıl boyunca Kırım konusundaki anlaşmazlıklarını barışçıl bir şekilde çözmeye çalışma çağrısında bulunuyor. Rusya'nın 2014 yılında yarımadayı ilhak etmesinden bu yana Moskova, buranın Rusya'nın diğerlerinden hiçbir farkı olmayan bir bölgesi olduğunu iddia ederek statüsünü tartışmayı hiçbir zaman kabul etmiyordu. Kremlin, statüsü konusunda müzakere yapmayı teklif ederek durumun böyle olmadığını zımnen kabul etmiş oldu.

Savaş ve müzakere

Rus heyetinin başkanı Medinsky, müzakerelerin bitiminden hemen sonra 29 Mart'ta yaptığı konuşmada, son derece iyimser bir ses tonuyla, Ukrayna'nın tarafsızlığına ilişkin anlaşmaya dair tartışmaların uygulamaya konma aşamasına geldiğini, (anlaşmanın birçok garantöre sahip olacağı ihtimalinin getirdiği karmaşıklıkları da hesaba katarak) Putin ve Zelensky'nin yakın gelecekte bir zirvede anlaşmayı imzalamasının mümkün olduğunu belirtmişti.

Ertesi gün de gazetecilere, "Dün Ukrayna tarafı, Rusya ile gelecekte normal ve iyi komşuluk ilişkilerinin inşası için bir dizi önemli koşulu yerine getirmeye hazır olduğunu ilk kez yazılı olarak belirledi" diyerek sözlerine şöyle devam etti: "İleride imzalanabilecek olası bir anlaşmanın ilkelerini yazılı olarak tarafımıza teslim ettiler."

Bu arada Rusya da, Kiev'i alma çabalarından vazgeçmiş, kuvvetlerini kuzey cephesinden çekmekteydi. Rusya Savunma Bakanı Yardımcısı Alexander Fomin, kararı 29 Mart'ta İstanbul'da açıklayarak "karşılıklı güven inşa etme" çabası olarak nitelendirmişti. Esasen zorunlu bir geri çekilmeydi bu. Ruslar kendi gücünü abartıp Ukrayna direnişini hafife almış, başarısızlıklarını ise barış görüşmelerini kolaylaştırmak için zarif bir diplomatik önlem olarak kullanmıştı.

Geri çekilmenin geniş kapsamlı sonuçları oldu. Zelensky'nin kararlılığını güçlendirdi, hükümetine yönelik acil bir tehdidi ortadan kaldırdı ve Putin'in övülen askeri kuvvetlerinin savaş alanında mağlup edilmese bile geri püskürtülebileceğini gösterdi. Aynı zamanda, Kiev'e giden iletişim hatlarını serbest bırakarak Batı'nın Ukrayna'ya büyük ölçekli askeri yardımını da mümkün kıldı. Son olarak da, Rus kuvvetlerinin Kiev'in Buça ve Irpin bölgelerinde sivillere tecavüz ettiği, sakatladığı ve öldürdüğü gerçeğinin ortaya çıkmasına zemin hazırladı.

Buça'dan gelen haberler nisan başında manşetlere çıkmaya başladı. 4 Nisan'da Zelensky kasabayı ziyaret etti. Ertesi gün BM Güvenlik Konseyi ile video aracılığıyla konuşarak Rusya'yı Buça'da savaş suçları işlemekle suçladı ve Rus güçlerini IŞİD olarak da bilinen İslam Devleti terör örgütüne benzetti. Zelensky, BM Güvenlik Konseyi'ne daimi üye olan Rusya'nın sınırdışı edilmesi çağrısında bulundu.

Ancak şuna dikkat etmek gerekiyor ki, iki taraf da, Putin ve Zelensky'nin çok da uzak olmayan bir gelecekte yapılacak zirvede imzalaması gereken bir anlaşma üzerinde 24 saat çalışmaya devam etti.

Taraflar birbirleriyle aktif olarak taslak alışverişinde bulunuyordu. Görünen o ki, bunları diğer taraflarla da paylaşmaya başlamışlar. (Şubat 2023'teki röportajında Bennett, anlaşmanın 17-18 çalışma taslağını, Lukaşenko da en az birini gördüğünü bildirdi.) Bu taslaklardan, biri 12 Nisan, diğeri 15 Nisan tarihli, ikisini yakından inceledik. Müzakerelere katılanlar, bize taraflar arasındaki son görüşmenin bu olduğunu söylediler. Genel olarak birbirlerine benziyorlar ancak önemli farklılıkları da var ve her ikisi de bildirinin bazı temel sorunları çözmediğini gösteriyor.

15 Nisan 2022 tarihli Rusya-Ukrayna anlaşması taslağından alıntı

İlk fark şu, bildiri ve 12 Nisan taslağı, garantör devletlerin Ukrayna'ya bir saldırı durumunda Kiev'in yardımına gelip gelmeyeceklerine bağımsız olarak karar vereceklerini açıkça ortaya koyarken, 15 Nisan taslağında Ruslar, bu önemli maddeyi şu şekilde ısrarla bozmaya çalışıyor: Böyle bir eylem yalnızca "tüm garantör devletler tarafından kabul edilen bir karar temelinde" gerçekleşecek ve olası işgalci Rusya'ya veto hakkı tanınacak. Metinde yer alan bir nota göre, Ukraynalılar, tüm garantörlerin bireysel hareket etme yükümlülüğüne sahip olduğu ve bunu yapmadan önce fikir birliğine varmak zorunda olmadığı orijinal formülde ısrar ederek bu değişikliği reddediyor.

15 Nisan 2022 tarihli Rusya-Ukrayna anlaşması taslağından alıntı. İtalik kırmızı metin, Rusya'nın Ukrayna tarafı tarafından kabul edilmeyen önerilerini, kalın harflerle yazılan kırmızı metin ise, Ukrayna'nın Ruslar tarafından kabul edilmeyen önerilerini gösteriyor.

İkinci fark da şu, taslaklarda Rusya'nın ısrarı üzerine anlaşmaya eklenen ancak bildirinin parçası olmayan ve Ukrayna'nın tartışmayı reddettiği konularla ilgili birçok madde yer alıyor. Bunlar, Ukrayna'nın "faşizmi, Nazizm'i, Neo-Nazizm'i ve saldırgan milliyetçiliği" yasaklamasını, böylece, Sovyet dönemi tarihinin tartışmalı yönlerini (özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında Ukraynalı milliyetçilerin rolü gibi) genel olarak ele alan altı Ukrayna yasasını (tamamen veya kısmen) yürürlükten kaldırmasını gerektiriyor.

Ukrayna'nın, özellikle güvenlik garantilerine ilişkin bir anlaşma bağlamında, Rusya'nın, tarihsel hafızaya ilişkin politikalarını belirlemesine neden izin vermeyeceğini anlamak zor değil. Üstelik Ruslar, bu koşulların Ukraynalıların anlaşmanın geri kalanını kabul etmesini zorlaştıracağını da biliyordu. Bu nedenle zehir hapı olarak da görülebilirler.

Ancak koşulların Putin'in itibarını kurtarmayı amaçlamış olması da mümkün. Örneğin, Ukrayna'yı Sovyet geçmişini kınayan yasaları yürürlükten kaldırmaya ve II. Dünya Savaşı sırasında Kızıl Ordu'ya karşı savaşan Ukraynalı milliyetçileri özgürlük savaşçıları olarak göstermeye zorlayarak Kremlin, ilan ettiği "Nazilerden arındırma" hedefine ulaştığını iddia edebilirdi, ki bu ifade aslen Zelensky hükümetinin değişmesini de kastediyor olabilirdi pekâlâ.

Neticede, bu koşulların anlaşmayı bozup bozmayacağı belirsizliğini koruyor. Ukraynalı baş müzakereci Arakhamia, daha sonra bunların önemini küçümsedi. Kasım 2023'te Ukrayna televizyonundaki bir haber programında verdiği röportajda belirttiği gibi, Rusya “son ana kadar bizi sıkıştırıp böyle bir anlaşmayı imzalatabileceğini, bize tarafsızlığı benimsetebileceğini umuyordu. En büyük amaçları buydu. Eğer biz de Soğuk Savaş sırasındaki Finlandiya gibi tarafsızlığı benimseyip NATO'ya katılmamayı taahhüt etseydik, savaşı bitireceklerdi."

Ukrayna ordusunun büyüklüğü ve yapısı da yoğun müzakerelerin konusuydu. 15 Nisan gelindiğinde iki taraf da bu konuda oldukça farklı noktalardaydı. Ukraynalılar barış zamanı 250.000 kişilik bir ordu isterken, Ruslar ise Ukrayna'nın 2022'deki işgalden önce sahip olduğu daimi ordudan çok daha küçük olan maksimum 85.000 kişilik bir orduda ısrar ediyordu. Ukraynalılar 800 tank isterken Ruslar 342 tanka izin veriyordu. Füze menzilleri arasındaki anlaşmazlık daha da belirgindi: 280 kilometreye (Ukrayna'nın koşulu) 40 kilometre (Rusya'nın koşulu).

Müzakerelerde sınırlar ve topraklar meselesinin kasıtlı olarak etrafından dolaşılmıştı. Görünüşe göre amaç, Putin ve Zelensky'nin bu konulara planlanan zirvede karar vermesiydi. Putin'in, kuvvetlerinin işgal etmiş olduğu tüm toprakları elinde tutmakta ısrar edeceğini tahmin etmek zor değil. Esas sorun, Zelensky'nin bu toprak gaspını kabul etmeye ikna edilip edilemeyeceği.

Bu önemli anlaşmazlıklara rağmen 15 Nisan taslağı, anlaşmanın iki hafta içinde imzalanacağını gösteriyor. Elbette bu tarih değişmiş olabilir ancak bu, iki tarafın da hızlı hareket etmeyi planladığını gösteriyor. Ukraynalı müzakerecilerden biri olan Oleksandr Chalyi, Aralık 2023'te kamuoyuna yaptığı bir açıklamada, "2022 Nisanı'nın ortasında, savaşı bir barış anlaşmasıyla sonlandırmaya çok yaklaşmıştık" dedi. "Putin saldırıya başladıktan bir hafta sonra büyük bir hata yaptığı sonucuna vardı ve Ukrayna ile bir anlaşmaya varmak için elinden geleni yapmaya çalıştı."

Ne olmuştu?

Peki, ne oldu da müzakereler kesildi? Putin, Batılı güçlerin savaşı sona erdirmekten çok Rusya'yı zayıflatmakla ilgilendikleri için müdahale ettiğini ve anlaşmayı feshettiğini iddia etti. O dönemki İngiltere Başbakanı Boris Johnson'ın, "Anglo-Sakson dünyası" adına Ukraynalılara "zafer elde edilene ve Rusya stratejik bir yenilgiye uğrayana kadar Rusya ile savaşmaları gerektiği" mesajını ilettiğini öne sürdü.

Batı'nın bu müzakerelere tepkisi, Putin'in karikatürize ettiğinden fersah fersah uzakta, kesinlikle ılımlıydı. Washington ve müttefiklerinin, İstanbul'dan çıkacak diplomatik yol konusunda derin şüpheleri vardı, sonuçta, bildiri toprak ve sınırlar sorununun üzerinden atlıyor, taraflar diğer önemli konularda da birbirlerinden çok ayrı düşüyorlardı. Bu nedenle müzakerelerin pek de başarılı olacağını düşünmüyorlardı.

Dahası, o dönemde Ukrayna politikası üzerinde çalışan eski bir ABD yetkilisi, bildirinin tarif ettiği anlaşma Amerika Birleşik Devletleri için yeni yasal yükümlülükler (Ukrayna'yı tekrar işgal etmesi hâlinde Rusya ile savaşa girme zorunluluğu gibi) yaratacak olmasına rağmen, Ukraynalıların bildiri yayımlanıncaya kadar Washington'a danışmadıklarını söyledi. Tek başına bu şart bile anlaşmayı Washington açısından geçersiz kılabilirdi. Dolayısıyla Batı, İstanbul bildirisini ve ardından gelen diplomatik süreci benimsemek yerine, Kiev'e askeri yardımı artırdı ve giderek sıkılaşan yaptırım rejimi de dahil olmak üzere Rusya üzerindeki baskıyı artırdı.

Liderliği İngiltere ele geçirdi. Daha 30 Mart'ta bile Johnson diplomasiye isteksiz görünüyordu, "[Putin'in] birlikleri Ukrayna'dan tamamen çıkana kadar yaptırımları sürekli bir programla yoğunlaştırmaya devam etmeliyiz" dedi. Johnson, 9 Nisan'da Kiev'e geldi, Rusya'nın başkentten çekilmesinin ardından ziyarete gelen ilk yabancı lider olmuştu. İddialara göre, Zelensky'ye, "Putin'le yapılacak herhangi bir anlaşmanın çok kötü olacağını" söylemişti. Herhangi bir anlaşma Putin için zafer anlamına gelecekti. "Ona ne verirsen ver, saklar, biriktirir ve bir sonraki saldırısına hazırlanır." 2023'teki bir röportajında Arakhamia, sonuçtan Johnson'ı sorumlu tutuyor gibi görünerek kimilerini kızdırdı. "İstanbul'dan döndüğümüzde Boris Johnson Kiev'e gelerek [Ruslarla] hiçbir şey imzalamamamızı, savaşmaya devam etmemizi söyledi" dedi.

O zamandan bu yana Putin, müzakerelerin sona ermesinden Batı'yı sorumlu tutmak ve Ukrayna'nın yandaşlarına itaat ettiğini göstermek için Arakhamia'nın sözlerini defalarca kullandı. Putin'in manipülatif yaklaşımına rağmen, Arakhamia gerçek bir soruna işaret ediyordu: Bildiri, Batı'nın Rusya ile diplomatik ilişki kurmasını ve Ukrayna için gerçek bir güvenlik garantisi olmasını gerektiren çok taraflı bir çerçeveyi tarif ediyordu. O zamanlar bunların ikisi de ABD ve müttefiklerinin önceliği değildi.

Amerikalılar, kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda diplomasiyi hiçbir zaman Johnson kadar gözardı etmedi. Ancak bunu Rusya'nın işgaline verdikleri tepkinin merkezine de koymuyorlardı. Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve Savunma Bakanı Lloyd Austin, Johnson'dan iki hafta sonra aslen daha fazla askeri desteği koordine etmek için Kiev'i ziyaret etti. BBlinken'ın bitiminde düzenlediği basın toplantısında belirttiği gibi, "Uyguladığımız strateji (Ukrayna'ya büyük destek, Rusya'ya karşı büyük baskı, bu çabalara katılan 30'dan fazla ülkeyle dayanışma) meyvelerini veriyor."

Yine de, Batı'nın Ukrayna'yı Rusya ile müzakerelerden çekilmeye zorladığı iddiası asılsız. Bu, Kiev'in bu konuda hiçbir söz hakkı olmadığını anlamına geliyor. Doğru, Batı'nın destek teklifleri Zelensky'nin iradesini güçlendirmiş, pek istekli olmaması da diplomasiye olan ilgisini azaltmış gibi görünüyor. Ancak sonuçta Zelensky'nin Batılı liderlerle yaptığı görüşmelerde önceliği Rusya ile savaşı sona erdirmek için diplomasi arayışı olmadı. Ne ABD ne de müttefikleri kendisinden diplomatik yola girme yönünde güçlü bir talep gördü. O zamanlar Batı'da kamuoyunun artan sempatisi göz önüne alındığında, böyle bir baskı Batı'nın politikasını pekâlâ etkileyebilirdi.

Zelensky ayrıca Rusya'nın Buça ve Irpin'deki zulmüne de tartışmasız bir şekilde öfkeliydi ve muhtemelen Rusya'nın Ukrayna'daki "soykırımı" olarak adlandırmaya başladığı şeyin Moskova ile diplomasiyi siyasi açıdan daha da gergin hâle getireceğini anlamıştı. Yine de, anlaşma taslağına ilişkin çalışmalar perde arkasında devam etti, hatta Rusya'nın savaş suçlarının ortaya çıkmasından sonraki günler ve haftalarda yoğunlaştı; bu da, Buça ve Irpin'deki zulümlerin Kiev'in karar alma sürecinde ikincil bir faktör olduğunu göstermiş oldu.

Ukraynalıların savaşı kazanabileceklerine dair yeni kazandıkları özgüven de önemli oldu. Rusya'nın Kiev'den ve kuzeydoğudaki diğer büyük şehirlerden çekilmesi, Batı'dan daha fazla silah gelmesi ihtimali (Kiev'e giden yolların artık Ukrayna kontrolü altında olmasıyla birlikte) askeri dengeyi değiştirdi. Savaş alanındaki olası kazanımlara ilişkin iyimserlik, çoğu zaman savaşan tarafın müzakere masasında uzlaşmaya olan ilgisini azaltır.

Gerçekten de, nisan ayı sonlarında Ukrayna, herhangi bir anlaşmanın önkoşulu olarak Rusya'nın Donbass'tan çekilmesini talep etmek suretiyle tutumunu sertleştirdi. Ukrayna Ulusal Güvenlik ve Savunma Konseyi Başkanı Oleksii Danilov'un 2 Mayıs'ta belirttiği gibi: "Rusya ile anlaşma yapılması imkânsız, yalnızca teslimiyeti kabul edebiliriz."

Bir de hikâyenin değerlendirilmesi zor olan Rus tarafı var. Müzakerenin tamamı iyi planlanmış bir maskaralık mıydı, yoksa Moskova çözümle ciddi ciddi ilgileniyor muydu? Putin, Batı'nın anlaşmalara taraf olmayacağını veya Ukrayna'nın tutumunun sertleştiğini anlayınca ürktü mü?

Rusya ve Ukrayna aralarındaki anlaşmazlıkların üstesinden gelse bile İstanbul'da müzakere ettikleri çerçeve ABD ve müttefiklerinin desteğini gerektirecekti. Üstelik, bu Batılı güçlerin Rusya ve Ukrayna ile müzakerelere girişerek siyasi risk almaları ve Ukrayna'nın güvenliğini garanti altına alarak kendi güvenilirliklerini tehlikeye atmaları gerekecekti. O dönemde ve aradan geçen iki yılda, Washington'da ve Avrupa başkentlerinde yüksek riskli diplomasi üstlenme ya da gelecekte Ukrayna'yı savunmaya gelme konusunda bir kararlılık hâli yoktu.

Müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanmasının son nedeni, müzakerecilerin savaşı sona erdirme atının önüne savaş sonrası güvenlik emrini koymalarıydı. İki taraf da, çatışma yönetimi ve hafifletme gibi temel konuları (insani koridorların oluşturulması, ateşkes, birliklerin geri çekilmesi) atlayıp, onlarca yıldır süren jeopolitik gerilimlerin kaynağı olan güvenlik anlaşmazlıklarını çözecek uzun vadeli bir barış anlaşması gibi bir şey hazırlamaya çalıştı. Bu, takdire şayan derecede iddialı bir çabaydı ama gereğinden fazla iddialıymış.

Açıkçası, Rusya, Ukrayna ve Batı bunun tersini denedi ama feci bir şekilde başarısız oldu. Rusya'nın Kırım'ı ilhak etmesi ve Donbass'ı işgal etmesinin ardından 2014 ve 2015'te imzalanan Minsk anlaşmaları, çatışmaların durdurulacağı tarih ve saat, hangi silah sisteminin ne kadar mesafeye çekilmesi gerektiği gibi ayrıntıları kapsıyordu. Her iki tarafın da temel güvenlik endişeleri dolaylı olarak ele alınmıştı.

Bu hadiseler, gelecekteki müzakerelerin paralel yollarda ilerlemesi gerektiğini, bir tarafta savaşı sona erdirme uygulamaları ele alınırken diğer tarafta da daha geniş konuların ele alınması gerektiğini gösteriyor.

Unutmadan...

Rusya-Ukrayna barış görüşmelerinin ilk aracısı olan Lukaşenko, 11 Nisan 2024'te anlaşma taslağına 2022 baharında kaldığı yerden geri dönülmesi çağrısında bulundu. Putin ile Kremlin'de yaptığı bir görüşmede "Öneriler gayet makul" dedi. “Ukrayna için de kabul edilebilir öneriler vardı. İki taraf da önerilerde anlaşmıştı.”

Putin araya girdi. "Elbette kabul ettiler" dedi.

Ancak gerçekte Ruslar ve Ukraynalılar hiçbir zaman nihai bir uzlaşma metnine ulaşamadılar. Fakat, öncekine göre ilerleme kaydederek olası bir anlaşma için kapsayıcı bir çerçeveye ulaştılar.

Geçtiğimiz iki yıl süren katliamın ardından köprünün altından çok sular akmış olabilir. Ancak bu, Putin ve Zelensky'nin savaşı sona erdirmek için olağanüstü tavizler vermeye istekli olduklarını hatırlatıyor. Dolayısıyla, Kiev ve Moskova müzakere masasına dönerse, masanın kalıcı bir barış inşa etmede faydalı olabilecek fikirlerle dolu olduğunu görecekler.