Söz bitti

Diyesim, acıdan çok neyimiz oldu şu dünyada? Nereye dönsek dumanlı acılar eksik değil, başımızın üstünden. Ölüm! Alçaklık, baskı, zulüm eksik değil yurdumuzun üstünden... Bilirim, elbette geçer kara günler, bilirim unutulur... Fakat nasıl unutulur bunca can? Ve neden? Her defasında, koyun koyuna sokulmuş kuşlar gibidir madenciden artakalan.

Şimdi sağımız solumuz hamaset. Yalakalar, ölenler için, “ acısız, güzel ölümün işçileri, kaderleri böyleymiş” diyorlar... Baş muktedir “...çığız, ...cağız, ...cuğuz” diye buyuruyor. Nedense korku, ölüm ve acı hep bizim payımıza kalıyor. Ne dedi göçükten çıkan yaralı işçi: “Abi çıkarayım mı çizmemi, kirletir mi sedyeyi? “ Bu hafta bende söz bitti, susuyorum. Artık dünya konuşsun. Susuyorum, Joe Corrie konuşsun:

Kadınlar bekleşiyor bu akşam maden ocağının başında
dehşetten kalpleri ha durdu ha duracak
kirli gökyüzünde hortlaklar gibi bakan, çarklara dikmişler gözlerini
altında esir hayatı yaşanan ölü sessizliğindeki çarklara, kaderin sessiz çarklarına
fırtınadan kaçıp sığınmış koyunlar gibi toplanmışlar küme küme
dururlar kımıldamadan dururlar sessiz soluksuz
ayakları altındaki kuyularda az önce
kayalıklar arasındaki kömür damarlarında
yanan ve parlayan gaz birdenbire ölüm saçtı dört bir yana.

Gece kapkara gece soğuk, yağmur yağıyor sis içinde
atkıları, üstleri başları sırılsıklam. Çukur, sıska yanakları mosmor kadınlar bekleşiyor.
Bir mucize kurtarır onları kurtarsa kurtarsa
böyle geldiydi kadınlara haber. Ama kadınlar dönmeyecekler yuvalarına
ocaklarının başına dönmeyecekler. Bekleyecekler şafak sökene dek,
başlayıncaya dek dönmeye çarklar yeniden
getirilinceye dek sedyeler içinde buraya sevdikleri
bağlandıkları erkekleri buraya getirilinceye dek bekleyecekler.
Saatinden tanıyacaklar kimini. Kimini bir düğmeden. Kimini bir sezgiyle sadece.
Ve üç gün sonra bütün bu ölüler hep birlikte gömülecekler büyük bir çukura...

Sevgilerini ve üzüntülerini gönderecek kral hazretleri.
0 milletvekili de orada olacak, hani şu bilinen kişi.
Son grevde, madencilerin karşısına asker çıkaralım diyen,
görünecek çok kederliymiş gibi. Parlak kara şapkası ışıldayacak başında,
gidecek cenazenin arkasından ağır ağır şık iskarpinli ayakları.
Ocağın sahibi de orada olacak, o herif ki, belki yüz kere demişti,
anam avradım olsun madencilere at eti yedirmezsem.
Papaz efendi de orada olacak.
Çocukların nafakasıyla fare besleyen papaz efendi,
dua edecek ağlamaklı, yüreklerini parça parça edecek sevdiklerini yitirenlerin,
basa basa sözcüklerin üzerin palavralar sıkacak papaz efendi.
Sayıp dökecek tehlikelerini maden ocağının
ve madencilerin değerini sayıp dökecek ve yiğitliğini.

Ve bütün gazeteciler, zehirlemek için kamuyu,
mürekkep harcamışlardı denizler dolusu, “endüstrinin yıkıcılarına” veryansın etmişlerdi hani, kim bilir ne acıklı öyküler döktürecekler.
Ve halk üzülecek: “Ne acı!” diyecek, “Ne acı!” Unutulacak ama her şey,
haftasına varmadan.
Ve milletvekili ve maden ocağı sahibi ve papaz efendi ve gazeteler ve beyni yıkanmış kamu, depo edecekler zehirlerini, kinlerini
gelecek ilk büyük maden grevinde boşaltmak için.
Bu akşam kadınlar maden ocağının başında bekleye dursunlar
tanrı bile görmüyor, tanrı bile ikiyüzlülüğünü ve utancını.