Kuş Cenneti’nden bakmak

İnsanın aklını başından alıyor bu bahar göğü. Her zaman böyle miydi, yoksa bu yıla mı özgü bu başkalık, bilemiyorum. Bir yerden bir yere telaşla akan bulutlar, masmavi bembeyaz bir gök…

Göğe bakarken diyorum ki kendime “evkafta memuriyetim” olsa, terk edip giderdim ve belki, beni de “bu güzel havalar mahvederdi” kim bilir, üstelik bu Nisan’da 100 yaşını devirmişken Orhan Veli.

Eğer İzmir’deyseniz yahut geçtiyseniz bir bahar günü bu güzel şehirden, bilirsiniz, masmavi akıp duran gök, derin ve telaşla kabaran deniz, her bahar böyledir aslında, fakat yine de her gördüğünüzde, benim gibi şaşa kalırsınız, ilk kez görmüş gibi olursunuz...

Bugün aldanarak bu bahar göğüne, bir baştan bir başa dolanayım istedim bütün kıyıyı. İnciraltı’nda, Kent Ormanı içinde kalan geniş bölgede bir pelikan sürüsü ile göz göze geldim ilk önce. Uzak iklimlerin bu sakin güzellerinin hemen yanında, upuzun boyunlu flamingolar, turnalar ve daha envai çeşit kuşlar, sessizce, yan yana sıralanmışlar. Ah dedim, “hiç değilse kuşlar, ama olsun, bizim ülkemizde de mutlu bir takım canlılar demek ki var…”

Sonra nasılsa hatırladım, mutlu kuş sürülerinin asıl cennette, Çiğli’deki Çamaltı Tuzlası’nda olduğunu. Cennet dediysem de siz bakmayın, nasılsa bulur bu muktedirler, cehenneme çevirmenin bir yolunu, diyecektim ki, aklıma Nisan ortalarında İzmir gazetelerine yansıyan bir haber doluşuverdi “Kuş Cenneti satılıyor…”. 1. derecede SİT kapsamında olan 147 bin metrekare Çamaltı Tuzlası, iki yandaşa, kardeş payı dağıtılacak… Üstelik son teklif verme süresi 22 Nisan 2014’tü ve İbrahim Bağış ile Çamaltı Tuzlası’nı işleten Nevzat Demir, son teklifi vermişti bile.

Ya hu dedim öfkeyle, bizim içinden geldiğimiz dünya görüşü kıyamazken bir karıncaya, bu zalimler nasıl kıyacaklar bunca flamingoya, tepeli pelikana, leyleğe, küçük kerkeneze, sunaya, angıta, deniz saksağanına, kılıçgagaya, deniz kırlangıcına, gümüş martıya, uzunbacağa, tepeli tarlakuşuna, arıkuşuna, kuyrukkakana, çulhakuşuna, kelaynağa, küçük karabatağa. Üstelik Kuş Cenneti, cehenneme dönüşünce kaybedecek yalnızca kuşlar da değil. Yabandomuzları, tilkiler, çakallar, tavşanlar, sansarlar, porsuklar, gelincikler, kirpiler ve sazlık kedileri de kaybedecek…

Sonra düşündüm ki, onlar içinden aydınlık geçen her şeyin düşmanıdırlar. Ve onlar öylesine düşkündürler ki dünya nimetlerine, bırakın yaban hayatını, modern insan hayatının her alanını karartmak için değil mi savaşları? Bunca baskı, zulüm, hor görme, yok sayma, katliam, mal/mülk için değil mi?

Bu yurtta, her zorluğa direnerek bugünlere gelmiş ne kadar yeşil alan varsa, hepsini tek tek ranta açıyorlar. Her aydınlık alanın kalbine dayanmış kirli bir hançerleri mutlaka var. Fakat hiç mi yok “kurtaracak bahtı kara maderini”, diye düşünürken, İzmir Milletvekili Alaattin Yüksel’le bir telefon konuşması: “İzmir Kuş Cenneti Ramsar, Bern ve Paris Sözleşmeleri gibi uluslararası sözleşmelerle korunan alanlar arasındadır. Boşuna uğraşmasınlar, bütün İzmir’i ayağa kaldırırız. Burası İzmir’in çok önemli bir değeridir. Kuş Cenneti’ni kimseye yedirmeyiz. Sakın kimse satışı düşünmesin. Her ne pahasına olursa olsun bunu engelleriz. Doymak bilmez bir iştahları var. Özelleştirme İdaresi ve TOKİ artık zararlı kurumlar haline geldi. Kuş Cenneti sadece bizim değil, dünyanın kültür mirasıdır ve satılması mümkün değildir. AKP’nin derdi, SİT alanlarını da yağma ve talana açmak, yandaşlarına peşkeş çekmektir. Tıpkı Kemalpaşa’da, Batı’nın Zeugma’sı olarak bilinen SİT alanını Latif Topbaş’a peşkeş çektikleri gibi, satmak istiyorlar bütün yurdu…” deyiverdi. Rahatlasam mı, telaşlansam mı, bilemedim.

Başımda sakin, masmavi akan bulut, içimde kımıldayıp duran şiirler ve kalbimdeki derin kederle, çöktüm bir ağacın altına ve yeniden, uzun uzadıya izledim kuş sürülerini. Ne çoktular ve ne çok doğaya, insana muhtaçtılar… “İnsan” deyince, irkildim ve çömeldiğim ağacın altından usulca kalkıp, uzağa, çok uzağa uzun uzun baktım…